12 Eylül 2020 Cumartesi

Sokakta Akşamüstü!

Sokakta Akşamüstü!


Eylül Kıygınlarına

 
Sokakta akşamüstü
Rüzgar esiyor, yağmurla karışık
Kuzguni bulutlar çevremizi sarıyor
Bulutların ardında kalan güneş
Gidiyor
Başka ülkelerin
Başka insanların üstüne doğmak için
Bulutların o ölümcül fırtınası
Vuruyor evlerimize
Evlerimiz, gecekondularımız
Çatır çatır çatırdıyor
Üşüyorum

Sokakta akşamüstü
Satıcılar kol geziyor peş peşe
Ekmek parası için
Çan çalıyor Koz helvacı şekerci
Bağırıyor son sesiyle üzümcü
Alan yok, aldıran yok
Elleri, yüzleri kirden görünmez
Bizim sokağın çocukları
Büyüyorlar
Cıvıl cıvıl sahte neşeyle

Sokakta akşamüstü
Ellerimi koyacak yer bulamıyorum
Gözlerim sokakların ortasını geziyor
Yağmur, karanlığın içine sinip geldi
Ansızın, beynime düşüyor gurbet kavramı
Turnaların sesine kavuşmam gerek
Umut neredesin umut
Gönlümüz seni arıyor

Sokakta akşamüstü
Umut
Bir lale soğanı diktim toprağa
Dağlara saldım gönlümü
Bir içimlik sigarayla yetindim
Bölüştüm tüm sözcükleri dostlarla
Ezgileri çocuklarla
Bölüştüm özgürce
Sustum

Sokakta akşamüstü
Kadın elinde filesiyle geçiyor
Evlendim diyor kumral saçlı kız
Naciye’nin sekizinci kocası
Caso dün gittiği kadını düşünüyor
Çocuklar köşede sigara içiyorlar
Efkar dağıtmak için
Binali tedirgin
Sekiz köşeli kasketini çıkarıp
Kafasını ağır ağır kaşıyor
Radyo akşam haberlerini veriyor
Annem akşam yemeğini
Kahveci hep aynı plağı çalıyor
Sofrada ürperiyorum

Sokakta akşamüstü
Yol kenarına oturmuş Senem Kadın
Oğlunun mektubunu okutuyor
Sokak lambasının altında
Oğlu askerde Senem Kadın’ın
Asker yönetimde
Hapishaneler tıka basa doldurulmuş
Yığınlar meydanlarda dağıtılmış
Sokaklar susturulmuş
Evler külbastı duman
Beynimin içinde çanlar çalıyor
Zorlanıyorum

Sokakta akşamüstü
Vardım masal diyarına
Çözüldü sihirli lambanın hüneri
Dost köyüne giden yollar gibiyim
Gecelerin dem aldığı bir noktada
Yol göründü anacan
Yol göründü benim garip gönlüme
Azık doldur çantama
Fanila koy kitap koy şiirleri unutma
Türküleri de

Sokakta akşamüstü
Yumruklarımı sıkmadan
Kinimi, nefretimi duvarlara vurmadan
Sevecen olmalıyım, barışcan kalmalıyım
Yitirmeden insanlık duygularımı
Bütün zamanlarımı şiirlere koymalıyım
Ki, bu şiirler
Kuşaktan kuşağa armağan olsun

Sokakta akşamüstü
Gitti gideceği yere güneş
Gitsin gidebildiği yere
Zaman üstümüze
Gecelerin karanlığını getiriyor
Gecelerin zulmünü
Bense, var olanı bölüşmek istiyorum
Durmadan dinlenmeden çalışarak
Şiir nasibin bol olsun
Yazıldığın zamanlar

Sokakta akşamüstü
Dönüşü olmayan yollara girdim
Beklesin lale soğanı
Beklesin bizim sokak
Her gidişin bir dönüşü var
Mutlaka

Sokakta akşamüstü
Babam grevler bitti diyor
15–16 Haziranlar tarihe gömüldü
Ben, lale soğanını düşünüyorum
Kahveci hep aynı plağı çalıyor
Sokaklar Demir Ökçe altında
İşçiler, öğrenciler, emekçiler
Ulu orta sahipsiz
Doğacak güneşin umudunu taşıyorlar
En azından ben öyle düşünüyorum
İçeri giriyoruz
Şehir operasyonları başlıyor
Babam bana bakıyor, ben babama

Yolculuk başlıyor bir akşamüstü
Sırtıma çantamı vuruyorum
Yürüyorum

Sokakta akşamüstü
Emin ol benim emekçi babam
Emin ol
Sözümüzle geçeceğiz tarihe
Gün gelir, zaman ufkuna durur
Sözümüz türkü olur saçılır meydanlara
Arkamızda kalacak bu acılı yaşam
Bu hüzün, bu çöküntü
Bitecek yağmur
Gelecek güneş
Biliyorum

Orhan Bahçıvan
»Acılar Da Üşür 2002« Kitabımdan.



7 Temmuz 2020 Salı

Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım.

Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım.

 

Karış karış kesip biçifler seni
Parzalanıf parça kalan bu dünya
Ocak kurup menim deyi tutuplar
Kimseye mal olmaz yalan bu dünya

Halk yazını denilince aklımıza sadece erkek egemenliği altında ezilen bir düşünce geliyor. Hele de geçmişe şöyle bir göz atıldığında görülen en önemli şey erkek egemenliğidir. Böyle bir düşünceyi neden öne sürüyorum onu da söylemeliyim. Bizim halk yazını bin yıllardır sadece tarikat düşüncesiyle yoğrulmuş, daha sonra tarikat düşüncesine adapte edilmiş ve öylece beynimize işlenmiş, Tekke edebiyatının en basit, en ilkel, en uyduruk yanını ulusal edebiyat sanıp kabul etmişiz. Ne yazık ki böyle. Bu sistemi ötelemenin bir olanağı var mıdır bilemiyorum.

Bildiğim bazı şeyler var onlardan da söz etmeliyim. Bizim halk yazınında kadın ozanlar vardır. Bu kadın ozanların varlığı çok önemlidir. Tek tük olmasına rağmen geçmişin bir kalıntısı olarak günümüze gelebilmişler. Bu kadın ozanların bazıları tekke ve tarikat müridi olarak, bazıları ise özgür bir ses olarak günümüze gelebilmişlerdir. Ancak bu ozanlar bir elin beş parmağını dolduramayacak kadar azlar. Yani erkek ozanlara göre çok çok az olduklarını söylemeliyim.

Bir başka konu var anonim halk yazınında, yani halk yazını içinde var olan sesler. Genelde bildiğimiz bir olaydır. Destansı anlatılarda erkek ozanın sevgilisi olan ve en az erkek ozan kadar güçlü söz söyleme yeteneğine sahip olan kadın ozanlar. İsim verirsek, Kerem İle Aslı, Mecnun ile Leyla, Ferhat ile Şirin, Bağdat Hanım İle Hafız, Sürmeli Bey İle Telli Senem, Dildar ile Tahir’in Hikayesi, Merdinikli Karaçi-Oğlan ile Mehriban Sultan Destanı gibi onlarca isim sayabiliriz. Bu isimlerin nasıl ozan olduklarını söylemek o kadar da zor değil. İşin özü bu isimler ve destan içinde geçen diğer tüm isimlerin şiirlerini ve sözlerini destanı tasnif eden yani oluşturan ozana aittir.

Destanların halk içinde yayılması ve giderek anonimleşmesi göz önünde bulundurulursa görülen olay şu; Zamanla destan içindeki ozanlar bağımsız bir nitelik kazanmışlardır. Bu kazanım ise bu mahlası bir başkası tarafından alınıp kendisine mal etmesiyle başlamıştır demeliyim. Dolayısıyla bu sahiplenme ister istemez söz konusu mahlası destan dışına alarak var olan mahlası özgürleştirmiştir. Bu özgürleşen sesler dediğim gibi anonim bir yapı oluşturuyorlar. İşte bu anonim sesleri en çok kadınlar oluşturuyor demeliyim. Ancak bilinen tek şey bu seslerin sahipleri hep destandaki mahlasın gölgesine gizlenme gereği duymuşlardır.

Birde gizlenmeyen ve açık açık yazın dünyasında var olduklarını bildiğimiz ve eserlerini okuduğumuz ozanlar vardır. Bu ozanlardan biri de Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım denilen kadın ozandır. Yöremizde onlarca hatta yüzlerce erkek ozandan söz edilirken kadın ozanlar tek tek geliyor gündeme. Bu kadın ozanlarda belli ölçüde devrine göre öne çıkan kişilerin ya kadınları ya da kızları oluyor. Bu anlamda bu kadınlarda belli ölçüde eğitimli olduklarını da söylemeliyim.

Eserlerini yazının sonuna eklediğim kadın ozan, Ardahan ili, Çıldır ilçesi Kalaça (Pekreşen) köyünde yaşadığı, dahası, okuryazar ve kültürlü biri olduğunu şiirlerinden anlıyoruz.

Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım hakkında verilen bilgilere göre, bu ozanın 16. yüz yılın ortalarında yaşadığı tahmin ediliyor. O dönem, yani 16. Yüz yıl dediğimiz dönem, bu yörede yaşayan halkın özünde yerli bir halk olduğunu söylemekte yarar var.

Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım’ın doğumu, ölümü ve yaşantısı hakkında elimizde belli bir bilgi olmadığı gibi eserleri de günümüze ulaşamamış. Bu yazıya aldığım eserlerin tamamı sözlü olarak halk içinde derleme sistemiyle yazılmıştır.

Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım’ı anlatırken, bizim yöremize özgü halk yazınında en büyük emeği olan yazar Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu adından söz etmeliyim. Belli başlı bilgileri biz bu araştırmacının kitaplarından okuyoruz.

Yukarıda da değinmiştim yine tekrar etmeliyim. Evet, Prof. Dr. M. Fahrettin Kirzioğlu’nun verdiği bilgilere göre Çıldırlı Ozan Bağdat Hanım Ardahan ili, Çıldır ilçesi, Kalaça (Pekreşen) köyünde yaşamış, okuryazar ve kültürlü biri olduğu şiirlerinden anlaşılıyor.

Bu bilgilerin şimdilik bu kadar olduğunu biliyorum. Umarım ileri bir tarihte daha geniş bilgilere ulaşırız.


Eyleme


»Bağdat Hanım Divanisi«

Karin Allah el bağında bara muhtaç eyleme
Doğruluktan cüda salıp dara muhtaç eyleme
Hem garibem hem zenneyem he mi dahi naçaram
Meni bir bülbül eyleyip hara muhtaç eyleme

Bir gün olur faniden götürürler zarınan
Münkir nekir sorgusundan kim kurtulup varınan
Affeyle cümle günahım meni yakma narınan
Sen ki adil hükümdarsın nara muhtaç eyleme

Bilen var mı son gününde ne olur halı Bağdat’ın
Dağılıp tar-u mar olup fikri hayali Bağdat’ın
Gözünü çen bürüyüp şaşıptı yolu Bağdat’ın
Bağdat diyer naçar salıp zora muhtaç eyleme

Çıldır Eline

Gökten geçen bölük bölük turnalar
Menden haber götür Çıldır eline
Yeşil libas sarı tüllü sonalar
Menden haber götür Çıldır eline

Derdim apardılar dertler üstüne
Fitne yük koydular gönlüm üstüne
Name yazam dedim kağıt üstüne
Menden haber olsun Çıldır eline

Bağdat Hanım
herdem yanar özünden
Ağladıkça kan tökülür gözünden
Ana baba kohum kardaş sözünden
Menden selam edin Çıldır eline

Gelmedin

Könül dostu sen könlümü bilmedin
Kaç yıl oldu bulağ üste gelmedin
Menim sesim her dem geri dönmedi
Sen sesinle gulağ üste gelmedin

Men seni dilerem kalasın eziz
Dilerem könlümde olasın eziz
Har üste gül kimi solasan eziz
Dolandın da yaylağ üste gelmedin

Bağdat Hanım
gezir dağlar ötesi
Sayruya ganmıram sağlar ötesi
Bülbülü dolanır bağlar ötesi
Bağda güle konmağ üste gelmedin

Kimi

Oğlan ne gezersin hallı havalı
Süleyman mülkünün neferi kimi
Taladın ömrümü yaktın könlümü
Büyük İskender’in seferi kimi

Gel güvenme devletine varına
Hışım vursun gayretine arına
Men düşmüşüm ol sevdanın narına
Yanarım ulduzun keferi kimi

Ağladım ömrümce gülmedim haşa
Ah çekersem dağlar düşer ataşa
Bağdat deyir çıkamadım men başa
Sende yan Novrun küferi kimi

Dünya

Karış karış kesip biçifler seni
Parzalanıf parça kalan bu dünya
Ocak kurup menim deyi tutuplar
Kimseye mal olmaz yalan bu dünya

Aylarım bed geldi nişan kesildi
Ömür gün gün olup hurca basıldı
Hak nefesi kapımıza asıldı
Hayıf olar günü dolan bu dünya

Gan tökülüf sana olufsan bahtsız
Hükümdür mülkünün hamısı tahtsız
Zennesi zerdesi çığırır vahtsız
Bağdad’ı odlara salan bu dünya

Orhan Bahçıvan


21 Haziran 2020 Pazar

Kızıl Ateş Şiirleri!...

Kızıl Ateş Şiirleri!


Dil Üstünde yürüyen Ses,
Bir Gönül Ezgisidir.


Bu yaşantım bir tarihi olaydır
Kitap sayfalarında
Yangını ellerimin içinde
Alev alev savruluyor yüreğimin üstüne
Kızıl ateş sessizce
Demlendi

Zaman ikiyüzlüdür gece ihanet
Tenhalarda bir yıldız
Durgun suların üstünde
Kendini seyrediyor
Öylece…

Sırtımda
Ütüsüz kırışık bir gömlek
Kesilmemiş kirli sakal
Ter kokuyorum
Pas kokuyorum
Bu kokular
Emek kokusu
Sevda kokusu

Nedense
Ellerimi saklayan ceplerim
Sesini taşıyan mektuplar
Yaşamın tanıklarıdır
Yaşamın anıları
An be an tarih düşüyorum
Tanıklar gölgesinde

Sensiz geçen bu zamanlar
Ölçüsüz bir kum saatidir
Yanar yüreğim
Yansır geceye
Kırık dökük arta kalanlar

Çırılçıplak arzuların yalnızlığındayım
Uyku sersemi gözlerin yorgunluğunda
Bencil düşlerin arifesinde
Zeytin kokulu suları geçiyorum
Nefesimde pas tutmuş bir özlem
Soluklanıyorum

Kızılateş
Dokundukça geceye
Gece ıslık çalıyordu ovaya
Siyah perde mavi gök
İyice sarılsam da faydasız

Şehirlerin ortasında
Rengimi kaybediyorum
Sesimdeki gül kokusunu
Maviye çalan bir kızıl ateş
Gönlüm akşamlıyor
Sabahlara yetişen bir emekçiyim
Bir sevda emekçisi
Bir kızıl ateş

Desturu olmayan binlerce geçit
Birinden ötekine sesle varayım
Hangisi
Hangisi
Bilmem ki hangisi
Güneşin koynundan çıkıp gelmiş
Ürkek
Dalgın
Ana memesine uzanan aç küçümen
Dört bir yanda devler ordusu
Derin
Issız ılgınsız
Çağılsız derya
Sınırların bittiği yerde
Delip geçmek var
Desem de
Salıngaçlı bahtıma haber diyorum

Kızılateş
Bu rengi iyi bilirim
Çolaklu Oymağı Alagöz Dağı
Çolak buradan gelmedir
Soy soylamış
Boy boylamış
Toy toylamış
Neden sonra
Çomaklardan çolaklara ulaşmış

Sonsuzluk
Yüreğimin sesi
Ne kadar dinlersem faydasız

Desturu olmayan yolun geçişi
Önümde devler ülkesi
Arkamda cüceler şehri
Derin bir nefes
Bir ses

Hangisi
Evet hangisi
Bilmem ki hangisi benim ülkem

Kızılateş mi

Orhan Bahçıvan

Kızıl Ateş Şiirleri Adlı Şiir Kitabımdan.


23 Mayıs 2020 Cumartesi

Kazım Birlik, Ankara Efesi, Seymenlerin Sesi.

Kazım Birlik, Ankara Efesi, Seymenlerin Sesi!
 

Hoyrat vurmuş bağlarında / Gül kurumuş dallarında
Kargun vurmuş dağlarında / Zar etme bülbül
Kazım Birlik

Gençlik yıllarımın şehri olan Ankara’yı anlatmak istiyorum. Ancak benim amacım Ankara’yı yerel kültür dediğim yönüyle anlatmak. Aslında ben Ankaralı bir sanatçıyı anlatacağım. Bu sanatçı benim kırk yıllık Arkadaşım, kapı komşum aynı sokağın havasını birlikte soluduğum bir insan bu insan da benim gibi gurbet beşiğinde sallanan birisidir. »Ünlü Bestelerin Ünsüz Bestecisi« diyorlar bu sanatçıya, ben hep Kazım Birlik demişimdir.

Önce Ankara topraklarıyla tanıştığım günlere dönmem gerekiyor. Söze oradan başlamalıyım. Kazım Birlik benden bir yaş küçük olmasından dolayı şöyle demeliyim. Ankara sokaklarını ve Ankara kültürünü aynı zamanda birlikte yaşamışız. O halde ben önce kendimden söz etmeliyim. Sonra Ankara’yı kısa bir tarihi anlatım ile Ankara adından söz ederek kültürel anlatımla bitirmeliyim.

Ben çocukluk günlerimi Göle’nin Hoşdülbent köyünde bırakıp, 12 yaşına girdiğim zaman, elimde ilkokul diplomamla birlikte, işçi babamın öncülüğünde gelip yerleştiğim ve sokaklarında koşup top oynadığım bir yerleşim yeridir Ankara şehri. Doğduğum toprakların kültürüyle eş orantılı bir kültür hazinesidir bu şehir. Karış karış bilirim her sokağını her köşesini. Çünkü benim gençlik yıllarımı geçirdiğim, okullarında okuduğum, kültürüyle büyüdüğüm, töresiyle, gelenekleriyle yükümü tutup yol aldığım bir kültür şehridir Ankara.

Babam, anam, amcam ve daha onlarca can parçamın yattığı topraklardır Ankara. Soy olarak sığınmışız Seymen çınarının gölgesine. Benim yaşantımda yer alan üç önemli şehirden birisidir demeliyim. Bu konuyu »Essen Şiirleri« başlığı altında destansı bir anlatım olarak, nehir şiir türüyle işlemişim. Bu nedenle Ankara kültürü önemli bir çimentodur benim kültür hazinemde.

Bende Seymen sayılırım, çünkü benim soyumun, Küçük Asya ırkı olan Alagöz neslinden geldiğini yıllar önce yazmıştım. Şöyle demiştim. Herodot’a göre Alagöz nesli, Küçük Asya ırkıdır. Çolak Alagöz neslinden çıkmıştır. Yani biz Küçük Asyalıyız. Küçük Asya Anadolu’dur, Anadolu ise Seymen demektir bunu biliyoruz.

Günümüzde Ankara, Türkiye'nin başkenti ve en kalabalık olan ikinci ili sayılır. Nüfusu 2019 itibarıyla 5.639.076 kişidir. Bu nüfus; 25 ilçe ve bu ilçelere bağlı 1425 mahallede yaşamaktadır. Diyor bütün yazılı kaynaklar.

Şimdi bir başka bilgiyi de vermem gerekiyor. Ankara toprakları yazılı kaynaklarda geniş bir anlatım olarak şöyle veriliyor: Bir başka yazımda değinmiştim. Şartamhari Metinleri M.Ö 3 binli yıllarda yazılmış ve o tarihlerde Türklerin Anadolu da bulunduğuna dair bir kanıt niteliğindedir. Buradan anlayacağımız üzere, Türkler Anadolu’ya Malazgirt Zaferinden hemen sonra gelmemiş neredeyse Malazgirt Savaşından 4 bin, hatta 5 bin yıl önce de Anadolu’da varlar.

Herodot’un yazdığına göre Alagöz nesli, yani Seymenler Küçük Asya ırkıdır. Herodot tarihinde Bun Türkler, yani »yerli Türkler« diye anlatıyor. Demek oluyor ki Anadolu’nun yerli halkıdır Türkler. Kısacası şu, Herodot tarihinde Bun Türkler diye tanımlayıp Alagözler diye aktardığı insanlardır şu benim anlatmaya çalıştığım Seymenler.

Sözün bu noktasında özelde Ankara, genelde Anadolu’da var olan yerleşim yerlerinin adlarını yazarsam, öncelikle şunu söylemeliyim. İslami kaynaklara göre Abbasiler döneminde, devlet oluşumunda üçlü sistem geleneği benimsenmişti. Bu geleneğe göre kurulan İslam devletleri şöyle yapılandırılıyordu.
  1. Devletin ruhani sisteminde Arapların üstünlüğü kabul ediliyordu.
  2. Devletin bürokrasi sisteminde Farslar ve Fars dili yer alıyordu.
  3. Devletin askeri kadroları, yani savaşan orduları, Türklerden oluşuyordu. »Her Türk Asker Doğar« sözü bu dönemin getirisi olarak benimsetilmiştir diye düşünüyorum.
Türklerin savaşçı bir halk olduğunu anlatmak için, bu sahada varlığı bilinmeyen onlarca savaşçı yani destan kahramanı var edilmiştir. Bu savaşçı kahramanları sırayla anlatabilirim ama bu yazının konusu bu olmadığını biliyorum. Ancak bu olayı Engür adını açıklamak amacıyla yazdım. Yani Ankara kültürü içinde yer alan Ankaralı Kazım Birlik yazısında olursa anlam kazanır diye düşündüm.

Bu düzenlemeye göre, bürokrasi Farsların eline geçince yazın dünyası dahil tüm sistemi Farslaştırmışlar. Yer ve yerleşim adları da Farsça olmuştur. Bu yörelerin yer ve yerleşim birimlerinin adları Fars dilli kaynaklı olması edebiyat olayının dil bakımından da Fars dilinin baskısı altında kalması buradan kaynaklanıyordu. Yazın dünyasında divan edebiyatı dediğimiz, halk yazınında bile baskın olarak kendisini hissettiren bu ağır ve ağdalı dilin doğuşunun kaynağı bu sistemin getirisidir. Bugün bile konuştuğumuz Türkçenin içindeki sözcüklerin bu üçlü sistemin getirisi olarak görülüyor. Yani Arapça, Farsça, Türkçe karışımı ağdalı bir dil yapısı oluşmuştur.

Anadolu Müslümanları olarak dilimizdeki İslami isimlerin, Farsça olması buradan kaynaklanıyor. Dahası Hukuk, ekonomi, edebiyat, tıp ve benzeri sahada olduğu gibi günlük ihtiyaçlarımızın adları da Farsçadır. Ya da Arapçadır. Kısaca şunu da demeliyim.  Haftanın günlerinin adları da Fars dilinden geldiğini biliyoruz. Farsça Şem gün demektir. Haftanın günlerini Farsça sayarak bir iki örnek verelim. Çar Farsça dört demek, benç beş demek. Çarşemi, bençşemi, gün adları bizde aynen alıp kabul etmişiz. Yani dördüncü gün, beşinci gün demek. Böylece bir iki örnekle bu konuyu da aktardıktan sonra sözümüze devam edelim.

Bu yazıda sözü edilen isim Engür ismidir. Bu isim bugünkü Ankara şehrinden önce, bu topraklara yani bu yerleşim sahasına verilen bir addır. Farslar bu sahada yetişen üzümü tanıyınca, bu topraklara üzüm bağları adını verdiklerini söylemeliyim, yani Farsça »Engür bağları« demişler Ankara adı da buradan geliyor. Ankara üzümü eskiden beri bilinen adıyla, Misket Üzümü olarak anılıyor. Misket adlı oyun havası, ezgi olarak üzüm bağlarında hasat zamanı yapılan şenliklerde, bu yöreye özgü olan en belirgin tören ezgisidir. Bu var olan ezgiye uygun sözler sonradan eklenmiştir. Misket ezgisi tektir ancak sözleri yer ve saha değiştikçe değişiyor demeliyim.

Bu bilgileri kısaca verdikten sonra ben sözümü yukarıda da değindiğim gibi Seymenlik olayına getirmeliyim. Kısaca Seymen nedir? Kime Seymen deniliyor. Bu konuyu açıklayan onlarca anlatı bulmak mümkün. Bu yazının konusu olarak anlatırsak, şunu demek gerekiyor. Yazım olarak Seğmen, söylev olarak Seymen sesiyle bilinir. Ege topraklarında Efe neyse Ankara topraklarında da Seymen odur. Aslında Seymenliğin tanımını yazılı kaynaklardan alalım.

»Seymen efe, yiğit ruhlu ve atlı anlamına gelmektedir. Kendilerine özgü kıyafetleri ve giyiniş biçimleri vardır. Osmaniye işçiliği (gömlek), camadanlar, altın veya gümüş sim işlemeli kanatlı cepkenler, sırmalı yelekler, diz bağları, tiftik çoraplar, yarım dizlikler, zıvgalar, önü harçlı yelekler, kadife veya çuha yelekler, İzmir yelekleri, sekiz gözlü hasır örgülü silahlıklar ve Efe kuşaklarından oluşmaktadır. Yemeni adı verilen ayakkabıları, Kep adı verilen başlıkları ve Kefiye adı verilen ve başa özel bir şekilde sarılan ipek poşular, kıyafeti tamamlayan diğer unsurlardır. Seymenlik bir tür yaşam biçimi, sosyal dayanışma ve paylaşımı da içeren bir yapılanmadır. Seymenlerin kendi aralarında düzenledikleri “Ferfene Toplantıları” bu ilişkilerin yerleştiği, hayata ve sosyal yaşama dair öğretilerin aktarıldığı toplantılardır. Hem farklı nesilleri bir araya getirmekte hem de nesiller arasında diyaloğu sağlayarak Seymenlik geleneğini gelecek nesillere aktarmaktadır. Bir nevi Seymenler Divanı olan bu toplantılara Ankara’nın çeşitli yörelerinde yer yer muhabbet veya oturak gibi isimler de verilir. Geleneksel Ankara’nın tarihinden süzülüp gelen “Seymenlik Geleneği” yüzyıllarca Ankara’da yaşatılmıştır. Müziğinin teknoloji ve küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan kitle kültürünü yıpratıcı etkisinden korumaya çalışmışlar ve aralarında yetiştirdikleri gençlere de bunu aktarmışlardır. Bugün Ankara ve Ankaralıların en köklü sivil temsilcisi olan Ankara Kulübü çatısı altında güç koşullar altında yaşatılmaya çalışılmaktadır.[i]

Bu bilgilerden sonra konumuza dönelim. Gelenek olarak Ferfane toplantılarında olgunlaşıp yetişen genç sanatçıları sahnelerde görmek en güzel bir olgudur. Bu yazıda anlatmaya çalıştığım Kazım Birlik bu kültürün içinden süzülüp gelen birisidir benim görüşüme göre. Benim gençlik yıllarımda, Ankara sokaklarında gezinmek yeterliydi. Her pencerede bir Gramafon sesi, dahası, çevirmeli avlularda, dut ağaçlarının gölgesinde, cızırtılı taş plak seslerini duyup dinlemek mümkündü. Yani sokaklarda kültür vardı.

Ben bu kültürü nasıl tanıdım ve nasıl bu kültürün içinde kendimi buldum onu da anlatmalıyım. Ankara Yenidoğan mahallesinde yaşadığım bahçesi çevirmeli bir evin getirisi olarak, kulaklarımda kalan ses, Ankara sazı denilen bizim de, divan sazı dediğimiz ağır tonlu Seymen sazının sesi idi. Benim Ankara sokaklarıyla birlikte ilk tanıştığım sestir. Bu sazın sesiyle birlikte ilk tanış olduğum ses Ankara Elmadağlı Bayram Aracı sesiydi. Bu ses her gün kesme taş döşeli sokakların üstüne dökülen su damlacıkları gibi sade bir sestir benim için.

İşte bu günlerde ben Elmadağlı Bayram Aracı dedikleri sesi ve sanatçıyı tanıdım. Bu sanatçının sazını ve türkülerini öğrendim. Bana ev sahibemiz olan ablanın söylediği ve benim ilk kez öğrendiğim isim ile anılırdı. »Çocuk bu Seymen ezgisidir. Çocuk bu Seymen sesidir« diyordu. Seymen sesini burada öğrendim. Bu çevirmenin içinde Ev sahibemizin sesiyle tüm Seymen türkülerine tanık oldum.

Benim amacım, Seymen sesini tanıdıktan sonra ilk kulağıma dökülen sazın ve sesin tınısıyla. Yıllar sonra Almanya topraklarında duyduğum Seymen sesine gelmek. Aslında benim anlatmak istediğim Almanya topraklarında tanıdığım Seymen sesi. Ben bu sesi 40 yıldır dinliyorum ve kırk yıldır bu sesle arkadaşlık ediyorum. Bu sesin adı Kazım Birlik’tir. Bu sanatçı benim düşünceme göre Anadolu türkülerinin önemli bir ismidir.

Ben bu sesle yola çıkıp, bu ekol üstünde gezinerek, bu yolda kendi gücüyle ses veren sanatçılardan birkaç isim yazabilirim. Bu sanatçıların en önemlisi, Bayram Aracı adıyla bilinen sanatçıdır. Daha sonra Bayram Aracı ekolünü takip edenler diye sıralarsam iki önemli isim yazabilirim. Birincisi Neşet Ertaş bu çizgi üstünde önemli bir sestir. Bunun yanında Kazım Birlik sesi daha da önemlidir. Çünkü günümüzde çok önemli bir bestecidir aynı zamanda mahlas kullanmayan bir ozandır. Ben hep kendisine ozan olduğunu söylerim.

Bu yazıda anlatacağım ses Kazım Birlik sesidir.  Özünde bir saz ve ses sanatçısı olan Kazım Birlik daha sonra kendi sahasında besteci ve ozan olarak yerini almıştır. Bu özellikleri bütünüyle yüreğinde barındıran bir Seymen sesidir Kazım Birlik. Gerçi kendisi, Çaykara Çepni kökenli olduğunu söylüyor, ama o bir Ankara çocuğu. O Ankara sokaklarında doğup büyümedir. O sazıyla sözüyle bir Seymen sesidir. Bana sorursanız Ankara topraklarında var olan yerli halkın sesidir Kazım Birlik.

Kazım Birlik 3 Eylül 1953 yılında Ankara’da doğdu. Dokuz kardeşten 4 tanesi ölmüş. Kalan 5 kardeşin iki numaralı çocuğu olarak ailede yerini alan Kazım Birlik’in Baba adı Asım Lütfü, Ana adı Remziye, bu bilgileri verdikten sonra, öğrenim durumunu yazmalıyım. İlk ve orta okulu Balgat Ömer Seyfettin Ortaokulunda okuduğunu, Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi, birinci sınıfı okurken ekonomik olarak sıkıntılı yıllar başlayınca kendi isteğiyle tasdikname alarak okuldan ayrıldığını, bu ayrılışın hemen ardından, 1967 yılında Ankara sahnelerinde müzisyen olarak çalışmaya başladığını yazmalıyım. Amaç eve ekmek parası götürmek. Bunu buraya böylece not ediyorum.

Küçük yaşlardan beri müzikle ilgilenmesine karşın bağlama çalmaya yaklaşık 18 yaşında başladı. İlk nota ve müziğe ilişkin teoriyi Erdal Kızılçay’dan öğrendi. Kısa sürede bu dalda da kendini geliştirerek ustalaştı. Dinlediği ve zaman zaman izlediği bazı bağlama ustalarının yöntemlerini kendine göre yorumlayarak bağlama çalmayı kendi kendine öğrendi. Kimseden ders almamasına karşın 2 yıl gibi kısa bir süreden sonra dönemin ünlü sanatçılarına eşlik etti.

Bir zaman Ankara sahnelerinde saz sanatçısı olarak çalışan Kazım Birlik, daha sonra İstanbul’a giderek, İstanbul sahnelerinde müzik yaşamını devam ettirmiştir. Bu dönemde üç ayrı büyük Anadolu konser turnelerine çıkmıştır. Mehmet Bozdoğan, Şükran Ay, Kuzey Vargın gibi ünlü sanatçılarla birlikte Anadolu’yu dolaşan Kazım Birlik, daha sonra bir başka konserde ise Grup Kardaşlar dahası Değerli sanatçı Selda Bağcan ile birlikte dolaşmıştır.

Bu gezilerden sonra, 1974 yılında askere gidiyor. 18 ay askerlik görevini tamamladıktan sonra tekrar sahnelere dönüyor. Yine sahnelerde saz sanatçısı olarak yaşamını devam ettiriyor. Sonrası gurbet yolu açılıyor. Yani bir yurtdışı turnesi olayı gündeme geliyor. Yıl 1976 Avrupa turnesi başlığıyla afişlere yazılıyor. İşte bu Avrupa turnesinde ülkeye dönmeyerek Almanya’da yaşamına devam ediyor. Avrupa turnesinde yer alan önemli sanatçılar ise Leyla Ertaş, Şükran Ay, Erkan Ocaklı.

Almanya’nın Essen şehrinde fabrikalarda işçilik yaptığı, Almanya sahnelerinde türkülerini söylediği günlerde, 1978 yılında Petra Gabriel Birlik ile evlenerek, bu evlilikten 1979 doğumlu, Deniz Birlik adında bir de oğlunun olduğunu yazmalıyım.

Almanya’da normal işçilik yapmaya başladı ve bunun yanı sıra yine Almanya sahnelerinde ve değişik ülke sahnelerinde müzik yaşantısını devam ettirdi. Bu arada Neşet Ertaş’ın Yolcu adlı kasetine Özer Şenay ile birlikte yönetmenlik yaptığını, dahası Neşet Ertaş’ın Oyun Havaları kasetinin yönetmenliğini üslendiğini yazmalıyım.

Kazım Birlik bestelerini Türkiye’nin bilinen hemen tüm sanatçıları yorumladı. Bazı besteleri film müziğine dönüştürüldü. Besteleri konservatuarlarda ders konusu olarak işlendi. Ayrıca halk müziği formundaki besteleri en çok yorumlanan sanatçı olma özelliğini taşımaktadır.

Birçok TRT sanatçısına Avrupa turnelerinde sazıyla eşlik etmiştir. Gülşen Kutlu, Emel Taşçıoğlu, Bedia Akartürk, Nazlı Öksüz ve daha nicelerinin adını sayabilirim. Kubat isimli sanatçının çıkış bestesini, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, isimli sanatçılara da Arabesk türünde şarkılar yazdığını ve bestelediğini söylemeliyim. 1974 yılından bu yana çeşitli formatlarda besteler yapmıştır. Sorduğumda sayısını bilmediğini söylüyor. Bu besteler günümüzün en ünlü sanatçıları tarafından yorumlanmıştır. Gazetelerde yayınlanan bir söyleşide ise »Ünlü Bestelerin Ünsüz Bestecisi« diye söz edilmiştir kendisinden ki bu tespit dörtdörtlük doğru bir olaydır.

Almanya’da oluşturduğu ve birlikte çalıştığı grupların adlarını yazarsam, şu üç isimden söz edebilirim. Sırasıyla Grup Maşallah 1980, Doğu Artı Batı 1990 Köln, Gurup Birlik 2000 ile birlikte Avrupa sahnelerinde yaklaşık olarak üç binden fazla ailenin düğünlerini şenlendirdiğini söylüyor. Sokak konserleri, ulusal ve uluslararası onlarca şenliklerde sahne aldığını da yine kendisinden öğreniyorum.

THM formatında TV kanallarında programlar sunmuştur. Değişik TV kanallarında birçok programa katılmıştır. Halen TV programlarına katıldığını yine kendisi söylüyor, bende evimde oturup onu göründüğü kanallardan zevkle izliyorum.

2013 yılında yurtdışında yaşayan sanatçılarla bir araya gelerek, Ruhr Veliler Birliği bünyesinde, Ruhr Türk Halk Müziği »Birlik Korosu« adıyla bir koro kurmuştur. Bugüne kadar on büyük konser gerçekleştirmiştir. Her konsere Türkiye-den bilinen ünlü bir sanatçıyı da konuk eylemiştir. Bu sanatçılar kimlerdir derseniz, Emel Taşçıoğlu, Bedia Akartürk, Sümer Ezgü gibi birkaç isimden söz edebilirim. Birlik Korosu halen 70 kişilik kadrosuyla Avrupa sahnelerinde konserler vermeye devam ediyor. Beni de çağırırlarsa izleme şansını yakalıyorum.
Birlik Korosu.

Birlik Korosu kendi sahasında düzenlenen bir yarışmada en iyi ikincilik derecesiyle ödüllendirilmiştir. 10 uncu ülkelerarası Kuzey Ren Westfaliya Koro Yarışması, Birlik Korosu / Kazım Birlik yönetimi altında / Kuzey Ren Westfalyanın 10.uncu devlet korosu L.1 kategorisinde (Kültürlerarası Koro-Halk Müziği) yarışmasında çok iyi bir başarıya ulaşmıştır. Sonuç 22,3 Puanlık bir başarıyı elde etmiştir. Dortmund 30.09.2017

Bu anlatılardan sonra gelelim kendisi için neler yapmıştır onu yazalım. Müzik yaşamı boyunca birçok çalışması olmuştur. Kendi besteleriyle oluşturduğu albüm çalışmalarından söz edelim. Güzelleme türü olarak anlattığı Albümlerinin tek tek isimlerini yazarsam şunları yazmalıyım.
  1. Sırılsıklam Aşığım Gala Müzik Center Kasetçilik, 1988
  2. Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan, Pir Sultan Deyişleri 1 Star, 1996
  3. Bizim Eller Akbaş, 1999
  4. Bir Demet Türkü, AWO, 2007
  5. Artvinli Türküler, AAKED, 2010
  6. Zar-ı Bülbül, Star, 2011
  7. Kına Türküleri Kazım Birlik & Gonca Aslan, , »Yakında«
  8. Bir de çocuk şarkıları adlı albüm hazırlığı vardır benden söylemesi.
  9. TAG (Türkçe Anadil Girişimi) adı altında yurtdışında yaşayan çocukları Türkçe öğrenmeye özendirmek amaçlı ve anadil derslerinin geliştirilmesine katkı sağlamak amacıyla çeşitli çocuk şarkıları bestelemiştir. Bu konuda videolar çekerek sosyal medya üzerinden yayınlar yapmıştır. Bu konuyu da böylece anlattıktan sonra sözümüze devam edelim. 

Kazım Birlik halen Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletine bağlı Essen şehrinde emekli bir işçi olarak yaşamaktadır. Kendisinden önce yürüyen ve usta bildiği üstatların ayak izlerine basarak yürümeyi sürdürüyor.

Bestecilik üzerine bir iki söz söylemeliyim, öz olarak Türkiye’de başladığı ve ilk yaptığı bestesini bir arkadaşının plağa okuduğunu öğreniyoruz. Daha sonra Almanya’da yerli ve yabancı gruplarla birlikte çalışınca, zamanla saz çalmanın ötesinde ezgileri söylemeye başlıyor.

Yerli ve yabancı gruplarla birlik yürüyen müzik yaşamına, Saz ve söz sanatçısı olarak, tekil sahne sanatçılığı öne taşınıyor. Zamanla bestecilik yeniden gündeme geliyor. Çok iyi düzeyde nota bilmesi önemli ölçüde etken olmuştur. En belirgin olay gurbet olayı, Profesyonel anlamda yayınladığı, Gurbetçiler isimli ilk bestesini Ferdi Tayfur seslendiriyor. Yaşantısının en önemli olgusu gurbet olayıdır. Bu gurbet ve özlem olayı tüm eserlerine ister istemez yansıdığını görüyoruz.

Zamanla Türk Halk müziğini, ozanlarını, anonim eserlerini değişik boyutlarıyla araştırıp incelemeye başlıyor. Bu inceleme sürecinde Karacaoğlan, Pir Sultan gibi önemli isimlerin eserlerine besteler yaptığını görüyoruz. Kendi deyimiyle "Türkü yakma" olayı başlamış oluyor.

İlk olarak Kazım Birlik’in kendisine özgü olan bestelerini isim isim yazalım: Affet Beni, Allah Allah, Amman Angaralı, Ana Gı Şu Gızı Bana Alıver, Arab Atı, Atalım mı Yar, Arıydım Gül Gezmedim, Bayramdan Bayrama, Bir Sen misin, Borçlusun, Can Ana, Cananım Gel Yanıma, Çal Kemancı, Dama Bulgur Sererler, Daşlı tarla Sürülmez, Dost Meclisi, Düştüm Yollara, Düşüyorum Usta, Etme Güzel Etme, Gabak, Gar Yağıyor İncecik, Garson Beyim, Gayfe yaptım Gaynadı, Görmedim, Gurbetçiler, Gururuma Sor, Gül Diyorum, Harman Yeri, Hayriye, Hiç Üzülme, İğdeler Göverdi mi, İnce İnce, İşte Böyle, Kar Kınayı, Karadeniz Uşağı, Karanfilim Kırmızı, Kim Kime Dum Duma, Komalardayım, Leylek Yuva Yapıyor, Mecnun’unum Yar, Medet Ya Muhammed Ali, Mehmetçik Ağıdı, Ne Yüzle, Neşeli Ol, O Sabah, Sen Yaktın Beni, Su Kuyusu »I-Ih Dedi Vermedi«, Tiren, Trabzon Limanı, Üzgünüm, Yar Gurbete Giderken, Zar Etme Bülbül, Zım Zım, Zor, Zor Canım zor.

İkinci olarak Karaca-oğlan Besteleri: Akdağ’ın Eteği »Benli Dilber«, Benim »Katar Katar Olmuş«, Beter Olsun, Bir Gün, Dağlar »Sarı Çiçek«, Demedim mi, Elif Elif Diye, Sıla, Sılanın, Şimdi, Turnalar, Yazın Geldiceğin, Yeşil Başlı Gövel Ördek, Yol Ver Dağlar, Yüce Dağlar gibi isimleri sayabilirim.

Üçüncü olarak Pir Sultan Besteleri: Ağlarım »Sarı Tamburam«, Beni, Beni Görüp Yüzün Öte Döndürme, Bize Yol Vermiyor Aşmaya Dağlar, Bulunmaz, Değil misin, Deli Gönül Hasret, Derdin Nerede, Destur Olursa, Divane Gönül »Sultan Suyu«, Dönen Dönsün, Emanet Ademde, Gel Beri, Gel Gel, Geldik, Gönül »Yine Dosttan«, Gönül Hoş Değil, Hak Bizi Yoktan Var Etti, Kalmadı, Neyleyim, Nice Olur, O Yana »Sabahtan Uğradım«, Sal Sılama Varayım gibi isimleri sayabilirim.

Dördüncü olarak Ferman Baba Bestelerini yazmalıyım. Dedim Dilber, Gurbet Benim Meskenimdir, Gülü Nidem, Maralı Gelmiş, Merhaba »Selamlama«, Nidem, Oy Erzincan Erzincan, Ölme Eşeğim, Selam Söyle, Sende Gel, Sinem, Turnam gibi koşmaları sayabilirim.

Beşinci olarak Nazım Hikmet Besteleri: Dört Kişi Dört Şişe, Memleketimsin, Yol Türküsü adlarını yazabilirim. Ayrıca Sabahattin Ali Gurbet Hapishanesi, Niçin Benden Uzaktasın, bir başka isim yazarsam, Adnan Özer, Nar Çiçeğim, Gülten Akın’dan Atın Türküsü isimli bestesini dinlemiştim. Faruk Nafiz Çamlıbel, Allahaısmarladık, sözlerini Halis Kızılateş »Orhan Bahçıvan« yazdığı Besteleri, Ana Hanım, Cemile, Kara Kız, Tayyare isimlerini yazabilirim.

Altıncı Olarak Şahin Kars Besteleri. Bizim Eller »Bizim Ele Bahar geldi«, Efendim, Gelmiyorum Deme, Üzer Beni, Ayrıldım, Gül Yüzlü Sevdiğim, Bahar Gelip »Bende«, Yanıyorum İçin İçin, O Güzel Gerdanda Beni Var, Sevdim, Cem Oldu Bugün, Kör Döğüşü, Sen Nöğrüyon Orda gibi isimleri yazabilirim.

Yedinci olarak son çalışmalarından söz etmeliyim. Bu besteler Anadolu tarihinde yer alan ve Sarıkamış adıyla bilinen o büyük savaştan söz eden bestelerdir.

Bu büyük savaş, Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminin savaşlarından biri olarak bilinir. Köprüköy savaşından sonra, Livana bölgesi adıyla bilinen Kars, Ardahan, Ahıska, Batum bölgesini Ruslardan alabilmek için başlatılan ve Sarıkamış dağlarında zemheri ayında bir gecede, 90 bin askerin donması olayını konu edinen ağıtlardır.

Bu ağıtların sayısı şimdilik yedi tanedir. Bunların altı tanesi Dildar Ana isimli kadın bir ozana aittir. Yedincisi ise Sinan Çavuş isimli bir ozana aittir.

Kısaca Sinan çavuş ile Dildar Ana isimlerinden söz etmeliyim. Bu sözümle bestelere konu olan ağıtların ozanları olan bu iki isim hakkında fazlaca bilgimin olmadığını yazmalıyım.

Dildar ana üç kızıyla oğlunu aramaya giden ve bu arama olayını anlatan ağıtları söyleyen anadır. Büyük ihtimal bu olayı anlatan bir aşık anlatımın içinde geçen ağıt sözleridir.

İkincisi Sinan Çavuş Sarıkamış savaşına katılan ve bu savaşı anlatan askerlerden birisidir. Yaşamı hakkında pek bilgimiz yoktur. Ancak söylediği ağıtlardan bazıları elimizdedir.

Ağıt sözlerini ben özel arşivimden çıkarıp Kazım Birlik'in kendisine verdim. Dildar Ana ile Sinan Çavuş isimli ozanlara ait olan bu sözlerin isimlerini sırasıyla yazarsam şunları yazabilirim. 

  1. O Deftere Beni de Yaz.
  2. Yandı Yürek Bucak Bucak
  3. Ağamı Yolladım Kars’ın Eline
  4. Bardız Deresi
  5. Murat Suyu Taştı Derler
  6. Murat Suyu Akar Gider
  7. Sinan Çavuş Destanı.
  8. Eledim Eledim Höllük Eledim.
Bu anlatımdan sonra, Kazım Birlik'in kendi beğenisi olarak, değişik ozanlardan bestelerde yapmıştır. Şimdi bunlardan bazılarını yazmalıyım. Bahattin Gemici: Yaralı Serçe, Memleket, Ağlayı Ağlayı (Artvin Divanı) Söz: Bekir Karadeniz, Bazı Bazı / Söz: Seyfettin Ermişoğlu, Bir Yanda / Söz: Aşık Şahani, Dağlar / Söz: Aşık Hasan, Esirger / Söz: Erkinisli Azmi, Eyvah Söz: Bayburtlu Hicrani, Felek / Söz: Aşık Perişan, Gönül / Söz: Aşık Kaynari, Karanfilin Baharı / Söz: Geleneksel, Kaşların / Söz: Aşık Huzuri, Mavi Boncuk / Söz: Mustafa Ok, Nazlanı Nazlanı Söz: Aşık Efkari, Olmadı / Söz: Cemal Durmuş, Senin Yüzünden / Söz: Bekir Karadeniz, Turnalar / Söz: Aşık Gülhani, Kars'ın Aynalı Köyünde / Söz: Aşık Bulali, Yar Yar / Söz: Hodlu Şamili, Yarasıdır / Söz: Kuçenli Rahmani gibi isimlerden söz edebilirim.

Kazım Birlik Bestelerini Yorumlayan Sanatçılar: Ahmet Tekkuş, Ali Asker Arduç, Ali Seven, Altan Tozkoparan, Ankaralı Yasemin, Armağan Elçi, Arzu Arıkan, Arzu Görücü, Aysel Şeker, Ayşe Dinçer, Ayşen, Azer Bülbül, Bahar Önder, Bedia Akartürk, Belkıs Akkale, Burhan Çaçan, Celal Özsarı, Coşkun Gönültaş, Demet, Denizhan Burhan, Emel Taşçıoğlu, Erkan Su, Ergün Aktaş, Erol Parlak, Ertuğrul Çakır, Eyüp Han, Fahrettin Güneş, Fatoş Çal, Ferdi Tayfur, Ferhat Durmuş, Grup Anadolu, Gül Sorgun, Güler Güneş, Güler Işık, Gülşen Kutlu, Gülten Gül, Hakan Kırçıl, Halit Araboğlu, Handan Aydın, Hediye Ağaoğlu, Hilal Özdemir, Hülya Hancı, Hülya Süer, Hülya Yazar, Hüsamettin Subaşı, Hüseyin Öksüz, İkizler, İsmet Uysal, İzzet Yıldızhan, Kadir Şahin, Kibariye, Kubat, Mahsun Kırmızıgül, Mazlum, Mehmet  Aktaş, Mehmet Demirtaş, Murat Aslan, Murat Kekilli, Murat Yıldız, Mustafa Bulduk, Müslüm Gürses, Müzeyyen, Nazlı Öksüz, Neşe Yılmaz, Nevzat Altındağ, Nilüfer Göl, Nimet Işıl, Nur Ertürk, Nuray Hafiftaş, Nurettin Rençper, Oğuz Yılmaz, Olcay Günendi, Onur Şan, Orhan Çağlayan, Orhan Hakalmaz, Osman Yanardağ, Pekyürek, Pınar Altınok, Pınar Cansel, Pozantılı Cumali, Rahmi Aydın, Selahattin Alpay, Selda Bağcan, Selma Geçer, Semih Çiğdem, Sercan Direk, Serdar Dalbudak, Serhad Raşa, Serhat Özbakır, Sezai Çağdaş, Sibel Pamuk, Sincanlı Filiz, Sinem İnce, Songül Karlı, Süleyman Aslan, Süleyman Keleş, Şemsihan Şener, Şentürk Dündar, Talip Özcan, Tunahan, Uğur Varol, Umut Çakır, Ümmiye, Vahit Baltacı, Yasemin Göksu, Yavuz Bingöl, Yıldırım Caner, Yıldız Çam, Yüksel Özkasap, Zara, Ziya İlgün gibi isimleri sayabilirim…

Bunca türkü adı, bunca ozan, şair, sanatçı adı yazdıktan sonra dönelim Kazım Birlik olayına. O bir işçi emeklisidir. Gönül isterdi ki sanatçı olarak emekli olsun. Sanatın getirisiyle geçimini sağlasın. Ama bu ülkemizde pek geçerli değildir.

Peki ülkemizde geçerli olan nedir? Günübirlik süren yaşam. Ya da Devlet kurumu olan TRT elemanı olarak çalışıp emekli olmak. Bu konuda yasal düzenlemeler var mı bilmiyorum. Bildiğim bir olay var Kazım Birlik arkadaşımın şu an işçi emeklisi olması.

Türkülerinden tek tek söz etmek isterdim. Ancak bu bestelerin sayısını eminim kendisi de bilmiyor. Bir söyleşide şöyle anlatıyor kendisini: » Ne yazık ki, hayır, telif haklarımız yeterince korunmuyor, yasalarımız yetersiz. Meslek kuruluşumuz Mesam, müzik sektörünün sorularını çözmek için hükümetle görüşmeler yapıyor, ancak şimdiye kadar bir sonuç alınamadı. Türkiye’de tam bir eser yağması yapılıyor. Ben 30 yıldır beste yapıyorum, tespit edebildiğim kadarıyla benim bestelerimi 350’nin üzerinde sanatçı söyledi. Bu durumda benim bestelerimden çok rahatlıkla geçinebilmem gerek ama öyle değil.

Ben, Türk Halk Müziğimizi koruma, tanıtma ve yayma prensibiyle çalışan bir müzisyenim. Halk Müziğimizin melodi yapısından dolayı çok sesli icra edilmesine her zaman karşı geliyorum. Halk müziğinde bazı varyasyonlar, çok sesli yorumlarda icra zorluğu çıkarıyor. Onun dışında, var olan bir kültürü değişikliğe uğratmak gibi geliyor bana. Bir özenti, o eseri tahrip etme olarak görüyorum. Halk Müziğinde çok seslilik girişimleri, Cumhuriyet’in kurulmasının ardından başladı. Adnan Saygun ve başka müzisyenler, halk müziği eserlerini çok sesli yorumladılar. Ne var ki, şimdiye kadar bunlardan hafızamıza yerleşip günümüze kadar gelen bir türkü yok, o kadar uğraşılmasına, üzerinde o kadar kafa patlatılmasına rağmen. Demek ki, çok seslilik halkımız tarafından benimsenmiyor, halkın kulağına ağır geliyor.«[ii]

Bu sözlerden sonra Türk Halk Ezgileri bünyesinde, söz ve besteleriyle bilinen bir sanatkar olarak kalacaktır. Bir de söz yazarı kendisine özgü olan eserleri vardır ki ben bu eserleriyle komşum Kazım Birlik adını mahlası olmayan ozanlar hanesine yazıyorum. Bu nedenle günün birinde kendisine mahlas alırsa çok çok güzel olacaktır. Özgün sözlerin yazarı bu arkadaş ozanlık konumunu çoktan hak etmiştir.

Son sözleri yine söz konusu olan söyleşiden ve Kazım Birlik adına alalım ve sözümüzü bitirelim.

»Bu kadar çalışmadan sonra aslında genç arkadaşlarımıza bayrak devretme zamanındayız. Tabii ki, o genç arkadaşlarımızı bulursak bu bayrağı vereceğiz ellerine, bulamazsak o bayrak yine elimizde. Gurbete çıktığımızdan beri halk kültürümüzü devam ettirmek, unutturmamak, yaymak, sevdirmek adına çaba harcıyorum.«[iii]

Not:
Bu yazıyı oluştururken yararlandığım birçok kaynak vardır. Bu kaynaklardan dipnot olarak bir ikisini verdim. Ancak şunları da yazmalıyım. Kazım Birlik fotoğrafı, Kazım Birlik özel web sayfasından alınmıştır Sayfayı hazırlayan Bekir Karadeniz Kazım Birlik fotoğrafını çeken ise, Martin Urner. Bu web sayfasında var olan tüm bilgilerden yararlandım. Bir de Arkadaşım olan Kazım Birlik arşivinden yararlandım diğer fotoğraflar da yine Kazım Birlik Arşivinden alıntıdır. Kaynakları oluşturan herkese çok çok teşekkürlerimi gönderiyorum.

Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş«





 









***



[i] Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü« Türkiye Kültür Portali Halk Bilim Web sayfasından yaptığım bir alıntıdır bu bilgi.
[ii] Fatih Çimen adlı yazarın, İz Bırakanlar Kitabında, Çok ünlü bestelerin ünsüz bestecisi. Hürriyet.com.tr adresinden alıntıdır.
[iii] Fatih Çimen adlı yazarın, İz Bırakanlar Kitabında, Çok ünlü bestelerin ünsüz bestecisi. Hürriyet.com.tr adresinden alıntıdır.

10 Mayıs 2020 Pazar

Beyaz Ordu

Beyaz Ordu...


»İşgücü istendi ama insanlar geldi«
Max Frisch


1
Yaradılış itibariyle dağlar
Her sabah gerinir güneşe karşı
Tiyeklerin damarları sızlasın
Eriyen yüreğimdir

Sevinç dalgasıyla çalkalanıyor sokaklar
Söylemedim demiyorum sorulduğu zamanlar
Göğsüme dökülen saçlarınla
Çözülürdü yokluğun deryalar gibi
Çözülürdü anlasana

Bir sigara uzat elin değmişken
Yolculuk uzundur gel helallaşak
Gidip de gelmemek var, usum parçalanıyor
Duygular yalınkılıç, şafaklara çiğ düşmüş

2
Mor menekşe gölgesinde
Ölü ruhlu kızların o solgun bedenleri
Kulağımın üstünde bir kırmızı karanfil
Yürüdüm, dağların ardına düştüm
Neden sonra »bağcı baba bağ bilemez«[i] dediler

Ölü yatırımlar dalgalanıyor sokaklarda
Camları tırmalayan o sevdanın anlamı ne?
Hayalci yaklaşımla, yıkılıyor umut dünyamız
Yağmurların serpilip gürlediği zamanlar

Bırakın, gölgemi alıp buradan gideyim
Kendimden korkuyorum, beyaz ordu çoğalıyor
Ve benim olmayan yamaçlar üstünde
Çarık yıpratmak istiyor, »Demir Ökçe«[ii] hesabına

3
Üstümüzden gelip geçen turnalar
Bizim ele uğrar mı ki yolunuz
Küçük Asya'm, umutlarım, yeşil dalın yaprağı
Çözemedim kendimi törpülenmiş demirlerin üstüne
Alın terim lal-ı mercan
Özlemlerim buruk buruk gözlerimi sarıyor

İnsanlar savruldu vatan hücrelerinden
Döküldü yad ellere bir maşrapa su gibi
Gözleri umut dolu, saç sakal apak
Tarla, traktör, dükkan, üç beş ev
Böyle sorgusuz
Böyle tez ayak nereye dilber gözlüm?
Nereye söylesene?

Haram suyun ötesinde namus belası
Mavi donlu nergislerin yaprağında güzellik
Anaçbend’in eteğine yaslanmış da yatıyor
»A benim canım«[iii] böyle bağbanlık olmaz
Güle düşman, bülbüle düşman geceler

4
Efsunlanmış, tılsımlı kızların
Gözlerine sevda kırıntıları dökülsün
Çobanaldatanlar peydahlandı
Ey kırların sahibesi halkı uyandır

Şakağıma çarpıyor damarların vuruşu
Essen şehri, bulutların ortasına gömülmüş
Akşamları türkülerin acısıyla mayalı
Sevdamıza gurbetin bedbahtlığı karışmış
Giderayak yaşlanıyor hasatsız tarla gibi

Sen
Yaşamı betimleyen tanrıça yüzlü kadın
Ömrüm bir ağıttır
Süzülür sevgilerin gül damlası öbeğine
Gurbet, kar gibi dökülürken saçlarıma

5
İşçilerin dünyasına takılıyor gözlerim
Bulutlu bir gecenin ortasından geçerken
Orkinosun sesiyle kıyıları dövüyor deniz
Ve ben yine şiirlere sığınıyorum

»Şafak Türküsü«[iv] gelir ellerime tutunur
Halayda sallanan mendiller gibi açık
Bir umut dolanır yürek babına
Büyür ellerimle beslediğim karanfil

»Yıkıl dağlar yıkıl sılam görünsün«[v]
Umutların çiçek yüzlü olanları yetişti
Toprağı özlemle mayalanmış asi
Şimdi,
Tanrıçanın göğsünden emzirilsin militan
Üç saatlik gurbetin beyaz ordularına karşı

6
Beni alıp türkülerin içine koyun
Manilerle besleyin, ninnilerle büyütün
Yoksul bir yaşamın ortasına giderken
Ellerimde iş görmenin hüneri
Gözlerimde umudun
Neye yarar
El kapısı ekmek kapısı olduktan sonra

Beni böyle el-pençe divan kılan
Gelecek günlere olan umudum
Güzel günlere olan inancım
Artık
Umut karın doyurmuyor bilesin
Morötesi bir yaşamın içinden geçiyorum
Özlediğim yaprakların rengidir
»Arzuhalim biline«

7
Bir halay havasıdır
Bağlamanın tellerine yaslanır
Damarda kan
Gönlümün menendi kesildi işte
Akşamüstü
Sulusepken kar yağıyor dağlara
Salın beni salın beni gideyim
Türkülerin dem vurduğu yaylaların üstüne

Beyaz ordu neferleri kapıları çalmadan
Beyaz ordu neferleri beni hedef almadan

Orhan Bahçıvan, Halis Kızılateş.
»Şiiristan Merhaba, Memleket Yayınları, 1989«



[i] Göle yöresi halay havalarından.
[ii] Jack London’un romanı
[iii] Bir tekerlemeden
[iv] Nevzat Çelik, Şafak Türküsü
[v] Bir Hoşdülbent türküsünden

Sen Kal Burda Ayrılık!

Sen Kal Burda Ayrılık! Düşünce denen bir şey vardır Beynimizin o ilkel noktasında Ya fabrikadayız ya da tarlada Ya demiri un ediyoruz Ya...