Anadolu ve Kafkasya Yerlileri »Otokton-Yerli Türkler«


Anadolu ve Kafkasya Yerlileri »Otokton-Yerli Türkler« 


Anadolu, Kafkas topraklarının
Bun-Türkler (Otokton-Yerli Türkler)
Tarafından idare edildiğini yazmaktadır.  

Bize birilerinin öğrettiği bir tarih öğretisi vardı. Biz bu öğretiyi her kimden aldıysak, onun adıyla aktarmadık sadece ve sadece Emin Oktay[i] tarihi böyle yazıyor dedik. Bütün tezleri onun kitaplarında okuduğumuzu söyledik. Bu sözler, adı geçen tarihçi yazarın kitabından yazılıp yazılmadığına, olup olmadığına bakmadık, bakmanın gereğini bile duymadık. 

Bize öğretilen 1071 Malazgirt savaşıyla Anadolu kapıları Türklere açıldı. Sonra dolduk Anadolu'ya. Ana dolu adı hemen bir iki zaman sonra Hacı Bektaş Veli tarafından verildi. Zaten bu zatı muhterem çelebi de Asya'dan geldi. Güvercin donunda. Altı yüz yıl Osmanlıya kılıç kuşattı. Kendisi semah dönerek bu Bütün Anadolu da olmayan insanları İslam'ın kanatları altına almayı başardı. 

Anadolu'ya Türkler Orta Asya'dan gelmişler ve buralara yerleşince buraları kendilerine yurt edinmişler. Yani tamamen işgalci ve barbar bir kavim olarak anlatılıyor. 

Bu Anadolu denilen topraklara batıdan hiç gelen olmamış. Batı göçlerinden söz eden olmamış. Yani Batıdan bir tek kişi bile gelmemiş. Hanya Konya gel git meselesi bile işlenmemiş. Çelebiler, Beyler, Efendiler, devşirme paşalar, papaz kızları bu toprakları yönetmemiş. Müslüman Doğu Roma'dan, bin iki yüz yıllık Kafkas Albania’sından nedense haberimiz yok. 

Batıdan Kartacalı Hannibal orduları gelmemiş. »Hilâl düzeni« denilen taktikle Roma ordusunu tuzağa düşürmemiş. Büyük İskender gelmiş geçmiş ama halay çekerek saksafonla. Hiç kelle kesmemiş. Yani şunu demek gerekiyor. Kelleci Mahmut, Kuyucu Murat, Kazıklı Voyvoda ve daha niceleri batıdan değil Asya'dan mı geldiler. Haçlı ordular bu topraklarda sadaka mı dağıtıyordu? 

Güneyden gelen hele hiç yok. Arap topraklarından kaçıp bu topraklara sığınan, yüz yıllar boyu göçebe yaşayan, sonra da bu topraklarda yerleşik düzene geçen hiç yok. Evet, evet hiç kimse bu topraklara hiçbir yerden gelmemiş. Sadece Türkler Asya'dan gelmiş ve işgal etmiş. Pes denilir böylesi anlatıya. 

Bütün göçler doğudan gelmiş. Nedense gelenlerin de hepsi Türk. Örnek, Hintli biri gelmemiş. Çinli biri gelmemiş. Yukarıdan Rus bir insan aşağıya inmemiş. Sibiryalı, Afganlı, Pakistanlı, Burmalı, Tibetli, Gürcistanlı, Bangladeşli, İranlı bir tek insan, yani bu topraklara bir başka milletten bir tek insan gelmemiş. Nedense gelenlerin hepsi Türk... 

Bu Türk denilen insanlara Osmanlı doğudan geldikleri için mi nedir bilemiyorum »etrak-ı bi-idrak« demiş. Bu konu açılmışken bir alıntı yapalım. Önemli not: Osmanlının kendisi de Asya'dan gelmedir. Oğuzların Kayı boyundan oldukları biliniyor. Bu »etrak-ı bi-idrak« sözü oğuzlar için söylendiğini söyleyelim. 

»Osmanlı kaynaklar, Arapları kavm-i necip, Arnavutları ve Ermenileri kavm-i sadıka, Kürtler için kavm-i asli Türkleri de etrak-ı bi-idrak olarak tanımlardı«.[ii] 

Bu gelen »etrak-ı bi-idrak« insanlar, geldikleri bu topraklara Anadolu adını verdikten sonra, içini doldurmaya başlamışlar. Bu topraklarda şu an ne var ise, oradan getirmişler. Koyunu, ineği, keçiyi, Sazı, sözü, karıyı, kızı, destanı, dili, dini, şarkıyı, türküyü, barı, halayı, davulu, zurnayı, kazı, tavuğu, atı, iti, kurdu, kuşu, leyleği, baykuşu, ördeği, turnayı, laleyi, sarıçiçeği, sümbülü, soğanı, Ayşe kadın fasulyeyi aklına ne geliyorsa doğudan yüklemiş getirmişler. 

Böylesi bir felsefe nasıl icat edildi bilemiyorum. Üstüne üstlük İslam, Mekke de doğmuş bizim ülkeye ise, Kafkaslardan, ta Kırgızistan'dan gelmiş. Tekke şeyhleri, tarikat ehli olan tüm zatlar. Yani şeyhler, şahlar, şıhlar, pirler, ocak dedeleri, tarikat ehli ne varsa, dervişler, abdallar[iii] aklına ne geliyorsa doğudan gelmedir. Şunu demek daha yerinde olur. Ahmet Yesevi'nin beş yerde mezarı var. Bilmem kaç yerde dergâhı var. Oysa bu zat Anadolu'nun nerde olduğunu dahi bilmeyen biriydi. 

Şunu demekte yarar var. Kendi varlığını, kimliğini, kişiliğini, milliyetini, dinini, dilini, mezhebini inkâr edip, sadece yerel Türk kimliği üzerinden Türk diliyle konuşup, Türk diliyle yazarak göçebe tezini üretmek bence abesle iştigal etmektir. Ters kapıdan girerek intikam almak gibi bir şeydir. 

Kafkasya Denilen Topraklar. 

Bizim bildiğimiz bir başka olay vardır. Kafkasya'dan Anadolu içlerine kadar uzanan bir sahadan söz ediyorum. Bu topraklarda yaşayan yerli adıyla anılan ve konuştukları dile de yerlice denilen bir halktan söz etmek gerekiyor. Bunun yanı sıra, yine bu sahada da olan diğer yerli halklardan da söz etmeliyim. Özellikle Uğuzlardan »Oğuzlar« söz etmeliyim. 

Yerli halkı yazayım derken benden önce bu konuları yazanlar bulup çıkarmışlar. Anadolu bağrında bin yıllardır bu yerli insanları yaşatıyor. Bu yerli insanların da Anadolu Türkleri yani Uğuzlar olduğunu söylüyordu. Bugün bunu yazanlar var. Bizde bu yazılanları destekliyoruz. Çünkü yerli halk denilen bir olay var bunu biliyoruz. 

Bizde uzun zaman bildiğimiz bu yerlileri unuttuk. Ta ki bugünlere kadar... Arada bir fıkralarda anımsardık. Bazen yanımızda oldukları zaman, bazen de bir derleme için ihtiyaç duyarsak. Fıkraların içinde birkaç başka milletle birlikte yolcu olduğunu anlatarak gülerdik. Bir Yerli, bir Ermeni, bir Kürt, bir Terekeme diye başlayan fıkraların sahipleri olarak bu yerlilerin kim olduklarını hiç mi hiç düşünmedik. Bu yerli insanlar halk mı, değil mi kendi kendime sormaya başladım. Otokton sözünü bu dönemde öğrendim. Ben bu sözcüğü bilmezdim sadece yerli ve yerlice sözünü bilirdim. 

Birdenbire yaşam içinde yerli insanlar yerlerini almaya başladılar. Oturup onları söylencelerdeki anlatım şekliyle anlatmaya karar verdim. Sonra bu söylencelerin karşıtı yazılmış ancak görülmemiş belgesel nitelikli notları toplamaya başladım. Sonuç ortaya böylesi bir ön yazı çıktı. Bu yazı sadece bir anlatıdır. Bir tez değildir. Sadece bildiğimiz fıkraların ve söylencelerin içinde ki anlatıların varlığını duyurmaya çalışan bir sunumdur. 

Bize öğretilen, Türkler Anadolu'ya Orta Asya'dan geldi sözü doğru ise bu yerliler kimlerdi. Biz bunlara niye yerli diyorduk. 

Peki bizim bu yerli dediğimiz insanlar nedir? Bunlara ne deniliyor. Yani bu insanlar bir halk mı? Halk olmanın nitelikleri nelerdir biraz da onlara bakalım dedik ve başladık halk sözünü arayıp bulup yazmaya. 

Dahası halk sözcüğünü yazanlardan okuyup bizim bildiğimiz Kafkasya'dan Anadolu içlerine kadar uzanan bu sahada var olan bizim yerli dediğimiz bu insanların halk olduğunu ve nitelik olarak da böylesi bir varlığa sahip olduklarını yazalım istedik. 

Önce halk nedir? Halk kültürü nedir yerli halk kültürü göçebe halk kültürünü nasıl içinde eritir bunları kısa kısa yazalım dedik. 

Halk ya da Millet Kavramı: 

Halk[iv] kendi bünyesinde belli bir milleti oluşturan insan yığına verilen addır. Bu yığın kendi arasında çeşitli toplumsal kesimlerden ya da değişik meslek grupların oluşumudur. 

Millet kavramı ise belli bir sahada belli bir coğrafya üzerinde varlığını sürdüren, gruplar arasında aynı tarih, aynı kültür, aynı yaşam biçimi ve iletişim dilinin aynı olması millet kavramını belirler. Bu kavramların oluştuğu sahada dil en önemli unsurdur ve yaşam biçimini etkileyen en önemli sosyolojik bir kavramdır diyebilirim. 

Biraz başka açıdan bakmak gerekirse, şöyle demek daha doğru olur. Millet kavramı içinde yer alan grupların tümü aynı kökenden ya da aynı gruplardan oluşmaz. Grupları oluşturan bireylerin yaşam biçimleriyle ilintili olarak zamanla çözülme olayı yaşanır. Dahası günümüz anlatımıyla iki ya da üç, dört kültür arasında yetişen neslin başlangıç itibarıyla arabesk kültür dediğimiz belli bir kültürsüzleşmeyi yaşaması ve sonrası etkin kültür karşısında asimilasyona uğraması ile kültür alışverişi bütünleşmeyi getirir. Bu bütünleşme etken olarak belli bir halk topluluğunu oluşturur. 

Bu oluşum kuşaklar arası süreç içinde yoğrularak değişim ve gelişim yaşamasıdır. Süreç millet kavramını oluşturacaksa ve itici güç bu yana yönlendiriyorsa, küçük gruplar iki ya da üç kuşak sonra tamamen etkin dil ve etkin kültür içinde eriyip bütünleşmeye mecburdur. En büyük etken dil olayıdır. İlk kuşaktan sonra ikinci ve üçüncü kuşaklarda etkin dil üstünden kültür oluşumu başlar. 

Yöremizde etkin dil olarak konuşulan dili anlatırken şöyle bakılmasında yarar var. Başka grup bireyleri etkin dil üstünden edebiyat yapmışlar. Halen bu edebiyat, sanat, ticaret olayını sürdürmekteler. 

Ancak önemli bir etken de ticarettir. Bu yörede var olan İpek Yolu çok büyük etkendir diyebilirim. Bu etken yerel kültürü destekler nitelikte olup, yüksek zümrelerin sadece kendi çıkarlarını düşündükleri içindir ki, rahat hareket edecekleri sahayı en güzel şekliyle beslerler.

 

Bu anlattığım sürecin dışında kalanlar ve henüz süreci tamamlamayan gruplar ise, birtakım bağlarla küçük küçük gruplar halinde yaşarlar ve giderek aynı grubun bile parçalanabileceğini söylemek mümkündür. Bazı toplumlarda aşiret sistemi, kabile sistemi, kavm i sadık sistemi en önemli değerdir. Hal böyle olunca kültürel daralma ve kültürel zayıflama kaçınılmazdır. 

Bizim Kafkasya dediğimiz bu saha oldukça çok dilli ve oldukça çok etnik grubun bir arada yaşadığı geniş ve ilginç bir sahadır. 

Kafkas yöresi dediğimiz bu yöre, Hazar denizinden başlayan ve Karadeniz kıyısından Ural Altay dağlarında içine alan bir yöre. Biz bu yörenin güney eteklerinde yaşayan gruplardan söz ediyoruz ve birazda yukarıya doğru tırmanıyoruz. 

Bu topraklarda yaşayan ve Yerli adıyla bilinen »Oğuz ya da Uğuzlar'ın«, dışında kalan ve çevre itibarıyla bu bölgede varlığını bildiğimiz, şu ya da bu şekilde iç içe yaşadığımız Kavim, kabile ve halkları isim isim yazalım. 

Kafkas halkları denilince akla gelen isimler: Abhaz, Acem[v] Adige, Ahıska Türkleri, Araplar, Arda Türkleri, Avarlar, Azeriler, Balkar, Çeçen-İnguş, Çerkezler, Dağ Yahudileri, Dağıstanlı, Derbent Türkmenleri, Ermeniler, Farslar-Tat, Gotlar, Gürcüler, Hazarlar »Karaim Türkleri«, İskitler, Kafkas Karaçileri »Çingene«, Kafkas Türkmenleri, Karaçay-Malkar, Kuman »Kıpçaklar«, Kumuk Türkleri, Kürtler, Lazlar, Lezgiler, Malakanlar, Mesketler, Nogaylar, Oset, Poşalar, Ruslar, Tacik, Talış, Tatarlar, Terekeme, »Karapapak Türkleri«, Udin, Yunan »Rum« ve Ceneviz gibi isimleri sayabiliriz. Bu isimleri sayınca unutmuş olduğumuz mutlaka vardır. Bu saydığım grupların oluşturduğu kültür Kafkas kültürüdür. Bu saha her alanda böyle adlandırılır. 

Bu yörenin coğrafi yapısı dağlık olması nedeniyle, dağınık yaşayan bu gruplar bir araya gelip belli bir oluşum içinde olamamışlar. Sürekli kabile yaşantısı içinde birbirinden farklı dilleri, farklı kültürleri barındırmaları en büyük etkendir. Bu nedenle küçük küçük gruplar halinde yaşamlarını sürdürmüşler. 

Kafkaslardan yine güney dediğimiz Karadeniz ve hazar sahasına inince bazı farklılıklar görülür. Bunlar da kendi sahalarından yukarıya çıkamamıştır. Yukarı Kafkasya kendi bünyesinde belli bir birleşme kaynaşma oluşturamamıştır. Hem dil açısından hem de kültür açısından dağınık bir yapıya sahiptir diyebilirim. Ancak güney sahası bu anlamda belli bir birleşmeyi sağlamıştır. Bu bütünleşme ilk etapta dil üzerinden olmuştur. Yerli dili diye adlandırılan dil her alanda kendi varlığını hissettirmiştir. Bu nedenle, diğer grupların insanları yerli dil üzerinden kültürel üretimi yapmışlar. Onlarca Ermeni aşuk yerli diliyle şiirler yazmış türküler üretmişler. Arap, Fars, Kürt ve daha başka başka grupların bireyleri bu sahada yerli diliyle kültürel miras bıraktıklarını biliyoruz. Ülkenin sanatçıları ve yazar kadroları bu tanıma en güzel örnektir. Etkin dil ve etkin kültür üzerinden var olma olayını sergilemeleridir. En azından türkücülerin kökenine göz attığımız zaman olayı kolayca görürüz. 

Dil derken, yerli dili derken ne demek istiyorum onu açıklamalıyım. Kafkas halkları dediğimiz bu grupların saha itibarıyla iletişim ve kültür dili, anlaşma dili Kıpçak Türkçesi dedikleri dilin olduğunu söylemeliyim. 1404 yılında Kafkasları dolanan Avrupalı misyoner diye bilinen Johannes de Galonifontibus[vi] anılarında sözünü ettiği Karadeniz'in doğu kıyılarında ve aşağıya doğru inen sahada yaşayan, Avar, Yunan »Rum«, Çerkes, Ermeni, Got, Tat, Tacik, Lezgi, Rus ve daha başka grupların iletişim dili olarak ortak dilleri Türk Tatar dili olduğunu yazmaktadır. 

Yine bir başka gezgin olan Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kür havzasını gezerken, Çerkes Vilayetleri bölümünde Çerkezlerin de Türk Tatar dilini konuştuklarını yazmaktadır. 

Bir başka alandan söz edersek, Kıpçak Türkçesinin yerel dil olduğunu şöyle anlatabilirim.  11 Mayıs 1918 yılında Ardahan ve Kars merkez olmak üzere Cenub-i Garbi Kafkasya Cumhuriyeti[vii] »Güneybatı Kafkasya«, yöre halkı arasında »Kars Cumhuriyeti« olarak bilinen »Kelebek Ömürlü« bu devleti tanımlarsak. Federal sistem üstüne kurulmasına rağmen ülkenin resmi dil yapısını söylemeliyim. 

Kars, Ardahan, Batum, Ahıska, Ahılkelek’in batısı, Eçmiadzin ve güneybatısı, Erivan’ın güneyi, Nahçıvan, Kağızman ve Oltu bölgelerini kapsıyordu. Bu kurulan Cumhuriyetin resmî dilinin Kumuk Türkçesi olarak kabul edilmesini söyleyebiliriz. Bu Cumhuriyetin Sovyetler tarafından işgal edilip ortadan kaldırılmasıyla yörede Türkçenin yerini Rusça almıştır. 

Sözün başından beri söylemek istediğim bir olay var, yörenin dağlık ve dağınık olmasından dolayı, sürekli işgallere uğraması nedeniyle el değiştirmesi, yöre olarak akar bir sistemle, yol üstü dediğimiz kervanların geçiş güzergâhı, göç yolu yani, ipek yolu olması nedeniyle sürekli göçlerle beslenmesi en büyük etkendir diyebilirim. 

Bir başka açıdan konuyu ele alırsak, yerli halk kavramını bir başka açıdan çözmeye çalışırsak şöyle diyebiliriz: 

Otokton-Yerli: İskitlerin hükümdarı Kışlık başkent yaptığı Kür'e sağdan karışan Terter çayı boyundaki Partav veya Barda şehrine adını vermişti. Sakalar'ın bütün Kür, Aras ve Çoruh bölgesine olan hakimiyetleri Heredot Tarihinde Türklerin hâkimiyetinde olan topraklar diye gösterilmektedir. Ayrıca, bu bölgenin yani Ardahan Sancağı kesiminin »Bun-Türkler«, ya da »Otokton-Yerli Türkler«[viii] tarafından idare edildiğini yazmaktadır. 

Bir başka kaynak şöyle söz ediyor bu yerli insanlardan: 

»Bazı çivi yazılı kaynaklara göre, Mezopotamya’nın kuzeyinde, Azerbaycan ve Anadolu hudutlarında ilk Türk boylarını izleri bulunmaktadır. Bunlardan biri, »Şamtamhari« metninin 15. satırda M.Ö. 2200 yıllarında Akad hükümdarı Naramsin ile savaşan “17 Kuzey” hükümdarı belirtilmektedir. Tanınmış arkeolog Prof. Louis Delaperte, 1936 yılında onlardan birinin adını “Tourki kralı İlloushhoumail”, Alman Prof. N. G. Gutenbockis 1938 yılında “Turki kralı İlşu Nail” şeklinde okumuştur. Çağdaş araştırmacılardan biri, bu “Türki Kralın” kimliği sorusuna haklı olarak şu yanıtı vermiştir.«[ix] »Aksi ispat edilmedikçe Türklerdir.«[x] 

Bu yöre derken, Kür, Aras ve Çoruh bölgesi denilmektir. Bu bölge Ardahan ve Göle »Merdinik« havzasını içine alan sahadan söz ediyorum. Bu sahada Osmanlılarda Livana olarak geçer. Göle ovası, »Küçük Ardahan«  bu sahada yer aldığı için bu tarihin ortağıdır. 

Bu sahada yerli denilen halkın varlığını kültürüyle birlikte kabul etmek gerekiyor. Yerli halk Mesket kökenli Ural Altay »Yerlice« denilen dili konuşan »Eski Oğuz« tanımlamasıyla bilinenlerdir. 

Bizim yani bu sahada yaşayan »Yerli« diye seslendiğimiz insanların dili bugünkü deyimle Türkçedir. Yerel deyimle yerlicedir. Bugünkü tanımlamayla bunlara »Yerli Türk« deniliyor. »Yerli Türklerin ana vatanı Ahıska, Ahılkelek, Şavşat, Ardahan bölgeleri arasında kalan bölgedir«[xi] Diyenler de var. Penek Kalesi Dede Korkut Destanlarında 'Ban Kalesi' diye geçer. Ağrı Dağı ya da Ararat denilen dağın adı yerlicede Akdağ olarak bilinir. Akdağ adı Pir Sultan, Karaca Oğlan ve Köroğlu mahlaslı ozanların şiirlerinde geçer. Tek tek üç şiiri yazmayalım, Karac-Oğlan’ın koşmasını aktaralım. 

Akdağ'ın Eteği (Benli Dilber) 

Yöre:               Göle/Hoşdülbent
Kaynak:          Nazire Kılıç Kızılateş 

Akdağ’ın eteği bir yeşil koru
Korudur ha benli dilber korudur
Sevdan yüreğimde yağı eridir
Eridir ha benli dilber eridir

Kıratın üstünde kaldı postumuz
İkrarından döndü m’ola dostumuz
Yarın kara toprak örter üstümüz
Çürütür ha benli dilber çürütür 

Yüksek olur Arap atın kaltağı
Eşsiz kalmaz koçyiğidin yatağı
Varır bir kötüye değer eteği
Geri dur ha benli dilber geri dur 

Karac-Oğlan der ki gelip geçmedim
Yar elinden zehir bade içmedim
Fırsat elde iken alıp kaçmadım
Beri dur ha benli dilber beri dur[xii] 

Yöre insanı olarak bildiğimiz ve halen söylediğimiz bu yörenin eski yerel adları değişime uğramıştır. Gerekli çalışma yapılırsa bütün isimlerin yerli adları bulunabilir. Bu bölgeye Osmanlılar Livana diyordu. Yerel tanımlama ise Kür havzası olarak biliniyor.

Son söz:

Amerika topraklarında yaşayan o güzelim yerli insanlar, beyaz adamın deyimiyle Kızılderililer, kendi topraklarında yok olup gittiler. Kalanlar ise kültürel erozyona uğradılar. Ne yazık ki Anadolu yerlileri denilen güzelim insanlar, bu topraklarda yok olup gitmeyi Kızılderililerden çok önce yaşadılar. Batılı beyaz adamlar, önce bu topraklarda deney kazandılar, sonra Amerika da uyguladılar. 

Son olarak benim derlediğim türküler arasından birinin sözlerini buraya almalıyım.

Buyurun Yerli kızlarını anlatan bir türkü: 

Yerli Güzeli[xiii] 

Yöre:               Göle/Hoşdülbent
Kaynak:          Nazire Kılıç Kızılateş 

Yayladan yaylaya sürü geçirdim
Sürünün suyunu çayda içirdim
Selam olsun diye sesim uçurdum
         Öyledir böyledir Yerli Güzeli
         Meskenin yayladır Yerli Güzeli 

Yaylanın yolunda taş ben olaydım
Humar göz üstüne kaş ben olaydım
Bu Yerli Güzele eş ben olaydım
         Öyledir böyledir Yerli Güzeli
         Meskenin yayladır Yerli Güzeli 

Yaylaya çıkarım çadırım aldır
Her türle çiçekten bir tane kaldır
Yanağı kaymaktır dudağı baldır
         Öyledir böyledir Yerli Güzeli
         Meskenin yayladır Yerli Güzeli 

01.03.2015. Yazılarım.
Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş« 



[i] Benim gibi birçok insan, liseli yıllarında kendi tarihimizi; kendisi tarihçi olmadığı halde tarih ders kitapları yazan Emin Oktay’ın lise öğrencileri için yazdığı tarih kitaplarından öğrenmiştir. Kendisine, “Emin, sen tarihçi değilsin, niye tarih yazıyorsun” dendiğinde “bana yaz dediler, yazıyorum” cevabını vermiştir.

[ii] Bu topraklarda yetmiş iki millet yaşıyor, yetmiş iki millete bir nazarla bakanlar »etrak-ı bi-idrak« diye birilerine özel bakmışlar.

[iii] Abdal: Roman mı? Kıptî mi? Eskiden Mısır'dan geldikleri sanılır; bu sebeple muhtelif yerlerinde Mıtrıp, Kareçi, Abdal, Çerge gibi isimlerle anılır.

[iv] Halk: Arapça kökenli bir sözcüktür. Genel olarak hulk ya da hilk sözcüğünden türetilmiş olarak aktarılır.

[v] Acem: Bugünkü Türkistan ve çevresinde kalan yerler. Gerçi bazı kaynaklar Acem sözünü İranlılar olarak aktarsa da biz İranlılara tat Türkistan ve Horasanlılara Acem diyoruz.

[vi] Tardy, Lajos. “The Caucasian peoples and their neighbours in 1404”. Acta Orientalia, XXXII (1), 1978, 83–111.

[vii] Güneybatı Kafkas Demokratik Cumhuriyeti Ve Teşkilat-I Mahsusa Efsanesi »Erkan Karagöz.

[viii] Heredot Tarihi

[ix] Emin Arif Şihaliyev’in A.Ü arşivinde bulunan Ermeni tarihiyle ilgili araştırmasından alınmıştır.

[x] Süleyman Aliyarlı, Azerbaycan Tarihi, s. 164

[xi] Celayır tarihi.

[xii] Kazım Birlik tarafından bestelenmiştir.

[xiii] Yeril: İskitlerin hükümdarı Kışlık başkent diye yaptığı Kür'e sağdan karışan Terter çayı boyundaki Partav veya Barda şehrine adını vermişti. Sakalar'ın bütün Kür, Aras ve Çoruh bölgesine olan hakimiyetleri Heredot Tarihinde Türklerin hakimiyeti diye gösterilmektedir. Ayrıca Bölgenin Ardahan Sancağı kesiminin "Bun-Türkler" (Otokton-Yerli Türkler) tarafından idare edildiğini yazmaktadır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alagöz Dağı’nın Çocukları / Çolaklar / »Kızılateş Sülalesi«

Merdinikli Türkmen Karaca-Oğlan...

Göle Yöresi Halk Oyunları