31 Mart 2022 Perşembe

Göleli Ozan Sırrı Arpaç.


Göleli Ozan Sırrı Arpaç.

İnsanoğlu eğer bana sorarsan
Yürekten sıkılan eli severim
Gün gelir de dediğimi yorarsan
Gerçeği söyleyen dili severim 

1958 - 2022 yılında Göle’nin Poladik (şimdiki adı Kayaaltı) köyünde doğdu. İlköğrenimini köyünde, orta öğrenimini Ardahan’da, yükseköğrenimini Ankara’da tamamladı. 

Aşıklık geleneği ve şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. Köylerine gelip giden aşıklar ve okuduğu kitaplar aracılığıyla kendini geliştirip bilgisini pekiştirdi. 

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. Çeşitli gazetelerde muhabirlik, köşe yazarlığı, vakıf ve derneklerde yöneticilik yaptı. 

2003 yılından bu yana Çankaya Halk Eğitim Müdürü olarak görev yapmakta olan Sırrı Arpaç’ın şiirleri değişik gazete, dergi ve araştırmalarda yayınlandı. 

Sırrı Arpaç’ın şiirlerinin bir bölümün yer aldığı »Az Düşünün Çok Gülün«, »Mesaj« ve »Her Biri« ve »Unutursam Ayıp Olur« (2007) adlı kitapları bulunmaktadır. 

Sırrı Arpaç’ın bu araştırmada yer alan tüm şiirleri ilk kez yayınlanmaktadır.

* * *
Beni 

Kara talih senle yoldaş mı oldum
Cambaz gibi telde gezdirme beni
Tuzağına düştüm tazeyken soldum
Canımdan tenimden bezdirme beni 

Şu dünyaya geldik bir gün görelim
Düğüne bayrama biz de varalım
Eşe dosta soframızı serelim
Ele rüsva edip ezdirme beni 

Her işin bitti de bana kaldıysa
Nasibim kesilip vadem dolduysa
Sırrı Arpaç eğer sonun geldiyse
Hal bilmez ağyara yazdırma beni

* * *
Biri Var 

Doksan altı yılı bir yaz ayında
Merdiven başında gördüm biri var
Sanki dersin paşa beyin soyunda
Aslını neslini sordum biri var 

Güzel dili vardır sade konuşur
Her fırsatta benim ile danışır
Zora düşünce de hemen savuşur
Öylece gönlümü verdim biri var 

Feda oldum ben de onun yoluna
Bir gün geldi girdi benim koluma
Şöyle bir baktım da sağım soluma
Yoluna yün halı serdim biri var 

Uzunca bir zaman geçti aradan
Bir gün geldi geçti bizim buradan
Bize yardımcı ol ulu yaradan
Sanki yarasını derdim biri var 

Her zaman yardımı eder düşküne
Sırrı sevdalandı yarın aşkına
Neler oldu birden döndü şaşkına
Belki de rüyada erdim biri var

* * *
Gidiyorum 

Bu gönlümün feryadını
Yaza yaza gidiyorum
Sevdiğimin zor halini
Seze seze gidiyorum 

Bu dünyayı saydım hiçe
Katıldım bir ulu göçe
Her saniye içten içe
Sıza sıza gidiyorum 

Çok şeyler geçer elime
Hep sahip oldum dilime
Demedim bir kem kelime
Yaza yaza gidiyorum 

Sırrı Arpaç der bahane
Bu dünya da kalmaz sana
İncileri tane tane
Dize dize gidiyorum

* * *
Severim 

İnsanoğlu eğer bana sorarsan
Yürekten sıkılan eli severim
Gün gelir de dediğimi yorarsan
Gerçeği söyleyen dili severim 

Dostlarla bal olur gerçeğin tadı
Söz ile ün alır insanın adı
Meyvesiz bahçede bülbül feryadı
Dikeni batsa da gülü severim 

Sevgiden güç alır iyiy’ ararım
Doğru söyleyenle dostluk kurarım
Nadan diyarından durmaz kaçarım
Hep dostluğa varan yolu severim 

Sırrı bu sözlerin yarar mı yarar
Dostlarını gözü görmezse arar
İnceden eleyip daim sık tarar
Sırmayla örülmüş teli severim 

 

Bekir Karadeniz / Orhan Bahçıvan
Doğulu Halk Şairleri


 

20 Mart 2022 Pazar

Nevruz / Bahar / Kara Saban-Ekin Bayramı!


Nevruz / Bahar / Kara Saban-Ekin Bayramı

Asya Toplumlarında Yılgayak.
Bizde ise Kara Saban-Ekin bayramı. 

Nevruz iki sözcükten oluşan ve Yeni Gün anlamına gelen Fars »İran« dil kökenli bir sözcüktür. Bu sözcüğün Fars dilinde yazılışı Nouruz'dur. Ancak Türkçe söylenişi ise Nevruz olarak dillerde dolaşıyor. 

Mart 21. gününü Mart 22. gününe bağlayan ve gece ile gündüzün eşitlendiği, 21. Mart gününe rastlar. Bu nedenle baharın başlangıcı olarak değerlendirilir. Oysa anlamının derinliklerinde, zulmün ve zorbalığın sona erdiği, hak, hukuk ve adalet kavramlarının ön plana çıktığı, yaşanılır olan aydınlık günlerin başlangıcıdır. Öz olarak dondurucu kış günlerinin bitişi yani yaz-bahar aylarının gelişi. 

Nevruz sözcüğünün tanımladığı ve Anadolu ile ön Asya halkları arasında bayram niteliğinde kutlanılan bu geleneğin başlangıç noktasını, tarihi kaynaklar M.S. 2. yüzyılda Pers İmparatorluğu tarihi kayıtlarında yazıldığını söylüyorlar. 

Bu tarihin öncesinin de olduğunu yazmalıyım. Şöyle bir olaydan söz edelim. Yaklaşık M.Ö. 648- 330 yılları arasında Pers İmparatorluğu egemenliğinde bulunan değişik halklar tarafından, Pers Şahına Nevruz Bayramında değişik hediyeler sunulduğuna dair bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgilere göre, Nevruz bayramının kutlanış tarihi M.Ö. 648 ve 330 lu yıllarına ve daha ötelere kadar uzanıyor diyebilirim. 

Gelelim en yaygın anlatım olan söylenceye. Söylence şöyle: Eski Fars, günümüz söylemiyle İran söylencesine göre halkın şikâyetçi olmadığı Kral Cemşit devrilir ve yerine zalim bir kral olan Dehak gelir. Yeni kral kısa zamanda etrafa saldığı dehşetle adından söz ettirir. Efsaneye göre şeytan, aşçı ve hizmetçi kılığında Dehak`a hizmet eder. Ona güzel yemekler yapar. Bu nedenle Dehak ondan memnundur ve bir dileği olursa yerine getireceğini söyler. Şeytan da bunu fırsat bilerek onu, iki omzundan öpmek istediğini söyler. Dehak buna izin verir. Şeytan Dehak`ın iki omzundan öptükten sonra aniden ortadan kaybolur. Dehak`ın omuzlarının öpülen yerlerinden iki yılan belirir. Dehak yılanları hemen kestirir, ama kestikçe yeniden çıkarlar ve Bu iki yılan Kral Dehak’a korkunç acılar verir. 

Ülkedeki bütün hekimler çağrılır, ama hiçbiri bu derde çare bulamaz. Şeytan bu kez Doktor kılığında saraya gelir. Bu acıların dinmesi için, yılanların her gün iki genç insanın beyni ile beslenmeleri gerektiğini söyler. Böylece insanlığa karşı kötülük amaçlanıyor ve şeytan amacına da ulaşıyor. Dehak adamlarına emir verir; her gün iki genç insan saraya getirilir, başları kesilir ve beyinleri yılanlara yedirilir. Zamanla binlerce genç insanın ölümü halk arasında büyük tepkilere neden olur. 

Halk korku ve dehşet içindedir. Sonraları Dehak`ın sarayına aşçılık için alınan iki iyi niyetli insan; Armail ve Karmail, her gün getirilen iki genci saklarlar ve onların yerine iki koyun beynini Dehak`a götürürler. Ölümden kurtulan gençler dağlara sığınırlar. Bu durumun 30 yıl kadar sürdüğü söylenilir. Bir gün, 12 oğlundan 11 oğlunu Dehak`a kurban veren Demirci Kawa adındaki demirci, son çocuğu da istenince buna isyan eder. Halkını ve bunca yıldır dağlara sığınan insanları örgütler, hep birlikte Dehak`a saldırırlar. Demirci Kawa önderliğindeki bu halk ayaklanması zaferle sonuçlanır. Saray ele geçirilir ve Dehak öldürülür. 

Bu olaydan sonra Krallığa, adil kişiliği ile bilinen Feridun getirilir. M.Ö. 21 Mart 612 de vukuu bulan bu hadise büyük ateşlerin yakılması ile kutlanılır. Bu olayların göstergesi olarak, yeşil, kırmızı ve sarı renklerden yapılmış Demirci Kawa`nın peştamalı zaferden sonra sarayın burçlarına asılır. Diğer bir söylentiye göre de Demirci Kawa`nın deriden olan peştamalı, Dehak`tan sonra Demirci Kawa’nın önayak olmasıyla başa getirilen yeni Kral Feridun tarafından renkli taşlarla süslenerek sarayın burçlarına asılır. Bu bayrak yüzyıllar boyu Mezopotamya'dan İç Asya'ya kadar zulme karşı direnen isyancıların bayrağı olmuştur. 

Bu anlatıdan sonra ben bu yazının içine bir başka söylenceyi daha almalıyım. İnternet sayfalarına göz atınca, bir değil, Demirci Kawa adıyla anlatılan onlarca isyan çeşitlemelerinden söz edildiğini okuyabilirsiniz. Bunlardan bir tanesi de Ninovalı Demirci Kawa olayıdır. Ben buraya o anlatıyı, Vikipedi Özgür Ansiklopedi sayfasından  kopyala yapıştır sistemiyle eklemeliyim.

»Ninova'lı Demirci Kawa'nın Söylencesi: 

Bir diğer söylenceye göre de Demirci Kawa, 20 Mart'ı 21 Mart'a bağlayan gece sabaha kadar demir ocağının başında sabahlar ve oğlunu zalim Asur kralı Dehak’ın katliamından kurtarmak için çareler düşünür. İsim olarak, Dehak bazı yazılı kaynaklara göre de, Zuhak olarak yazılan bu seslenişi en eski yazılı kaynakların Asur Kralı olarak verdiğini yazmalıyım. Şimdi ben sözün bu noktasında Ninova  ile Asur devleti hakkında az bilgi vermeliyim.

Asur Devleti'nin merkezi olan Ninova; Dicle nehrinin karşısında ve doğu yönünde, Musul'un yanı başındadır. Ninova şehrini kuran Ninova veya Ninos. Ninova, Asurluların hükümdarı olup 52 sene hükümran olmuştur. Asur Devleti yaklaşık 1300 yıl varlığını sürdürmüştür. 

Demirci Kawa  bu zalim Dehak’ın yaptığı katliamlardan kurtulmayı düşünürken imdadına göğün yedinci katındaki iyiliğin temsilcisi Hürmüz yetişir. Ninova'lı Demirci Kawa’nın yüreğini sevgi ve umutla doldurur ve bileğine güç, aklına ışık verir. Ona Zalim Dehak'tan kurtuluşun yolunu öğretir. 

21 Mart sabahı, gün doğduğunda, Demirci Kawa oğlunu kendi eliyle Dehak’a teslim etmek ister ve zulmün ve kötülüğün kalesi olan Dehak'ın sarayına girer. Oğlunu Dehak’ın huzuruna çıkarırken yanında getirdiği çekicini Dehak’ın kafasına vurur. Dehak’ın ölü bedeni Demirci Kawa’nın önüne düştüğü anda kötülüğün alevi söner. Kısa sürede bütün Ninowa ve bölge halkı isyan eder ve ateşler yakarak saraya yürürler. 

Zulme karşı isyanı başlatan Demirci Kawa demir ocağında çalışırken giydiği yeşil önlüğü yırtılınca, demirci önlüğüne sarı bir yama yapar, o yama da yırtıldığında üstüne kırmızı bir yama yapar. İşte o günden sonra yeşil, sarı, kırmızı; isyanın bayrağının renkleri, ocağındaki ateşi ise özgürlük meşalesi olur. Ninowa cayır cayır yanarken meşaleler elden ele dolaşır, dağ başlarında ateşler yakılır ve kurtuluş coşkusu günlerce devam eder. 

Dehak’tan kurtulan Ninova halkı ve zamanla bu sahada yer alan tüm halklar 21 Mart’ı özgürlüğün, kurtuluşun ve halkların bayramı olarak kutlarlar. Demirci Kawa; başkaldırı kahramanı, Nevruz ise; direniş ve başkaldırı günü olarak tarihe geçer.« 

21 Mart'ta kutlanan bayramın Nevruz mu? Yoksa Newroz mu? Olduğunun sorun edilmesi durumunun gerekçesi sadece anlamsal olabilir. Ama bu problem Türkiye'de bazı politik tahribatlar yarattığı kesindir. Kelime anlamı "yeni gün" olan Newroz, Ortadoğu'daki pek çok Kürt için birleştirici, ulusal varlıklarını ayakta tutan ve kültürel kimliklerinin sembolü olan bir anlam taşıyor. Yıllardır kutlanan Nevroz Bayramı 1980 ve 1990 lı yılların ortalarına doğru »yasadışı eylem« olarak değerlendirilerek yasaklanmıştı. 

Bu Bayramı kutlamaya çalışan birçok insanın tutuklandığını hepimiz hatırlıyoruz. Yasaklara rağmen kutlanmaya devam eden ve zaman zaman çatışma ortamına kadar gelen bu geleneğe karşı Ankara 1990 lı yılların ortalarında başlamak üzere Türk kültür dernekleri, politikacılar ve devlet kurumları büyük bir çaba ile bu bayramının Newroz değil, Nevruz olduğunu, dolayısıyla Türklerin Bayramı olduğunu kabul ederek kutlamaya başladılar. 

Aslında Asya toplumlarında yaygın bir şekilde Yılgayak ya da Cılgayak adıyla kutlanan bu baharı karşılama törenleri değişik adlarla tüm Asya toplumlarında var. Mezopotamya bu toplumların dışında olmamalı bence. Sümer kaynaklarında ve Asur kaynaklarında da vardır bu kutlamalar. Bu olayı az genişletirsek Hurriler, Hititler dahası, Mısır topraklarına kadar uzanan bir yeni yılın gelişini kutlama geleneği diyebiliriz. 

Nevruz Bayramı Anadolu, Mezopotamya ile Asya toprakları üstünde yaşayan değişik Türk halkları arasında, baharın gelişi olarak kutlanılır. Bu kutlamaya ek olarak Göktürklerin Ergenekon’dan çıkıldığı gün olarak kabul edilir. Bu nedenle bu güne Ergenekon Bayramı da deniliyor. 

Soğuk kış günlerinin bitişi ve baharın gelişi özünde insanların toprakla, yeşil ile bütünleşmesi olayı olarak tarla sürmek, bağ bellemek, ekin ekmek olayı öne taşınıyor. Kafkas halkları bu olayı o dönem ekin ekme aracı olan kara saban ile eşleştirerek ve bu bayrama Kara Saban bayramı demişler. 

Sözün bu noktasında şöyle demeliyim. Yılgayak ya da Cılgayak adıyla anılan Asya toplumlarının yerel kültürlerinde binlerce yıldır var olan ve değişik adlandırmalarla seslendirilen bu kutlamalardan söz etmeliyim. 

»Yılgayak, Türk ve Altay halk kültüründe yeni yıl başlangıcı olarak biliniyor. Nevruzla eşanlamlı olarak kullanılsa da Yılgayak kavramının Nevruzdan en önemli farkı, sadece bir anlık olmasıdır. Bu kutlama gününe Cılgayak da deniliyor. 

Yıl/Cıl) kökünden türemiştir. Yıl sözcüğünden gelmektedir. Yılın geçişi demektir. Yıl ve kaymak sözcüklerinin bileşimi olduğu da dikkate alınmalıdır. Sözü dolandırmadan ben size bir liste sunmalıyım. 

Değişik halkların konuştuğu değişik dil yapılarına göre bu bayram nasıl isimlendiriliyor. Bir liste vermeliyim. Bu liste değişik internet sitelerinde yer alıyor. Bende oralardan toparlayıp yazının bu bölümüne ekledim. Demem şu, bu özünde Bahar bayramı olan kutlamanın tarih süreci içinde değişik isimler alması ve değişik ulusların dillerine göre adlandırılması çok normal bir olaydır. 

Nevruzun değişik Halk dillerine göre adları: 

Altay Türklerinde ki adı: Cılgayak Bayramı
Azerbaycan Türklerinde ise Ergenekon ya da Bozkurt Bayramı.
Başkurdistan topraklarında Ekin Bayramı
Doğu Türkistan’da yeni gün ya da Baş Bahar
Gagavuzlarda İlkyaz
Hakas Türklerinde Cılsırtı ya da Ulu Gün
Kafkaslarda Kara Saban-Ekin, Çiftçi Bayramı
Karaçay Malkar Türklerinde, Gollü Gutan, Saban, Toy, ya da Togri Toy.
Kazak Türklerinde Ulus Günü.
Kazan Türkleri ile Karakalpaklarda Terekeme ya da Ergenekon Bayramı.
Kumuk Türklerinde Yazbaş,
Nogay Türklerinde Kara Saban, Nevroz, veya Toy,
Türkmenlerde Teze Yıl,
Uygur Türklerinde ise Yeni Gün olarak kutlamalar yapılır.

Her ne adla kutlanılırsa kutlanılsın, zorlu kış günlerinin bitişi, gece ile gündüzün eşitlendiği zamana, anlam bakımından bahar bayramı denilmektedir. Bu bayramın anlamı üzerine, önemli tarihi olayları yüklemek günümüz anlatımıyla, bir Batini geleneği olduğunu söylemeliyim.

Yılın ilk günüdür. Bahar bayramı olarak kutlanılır. 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece gündönümüdür. Gece ve Gündüz eşitlenmiştir. Dünyanın yeniden doğumu olarak algılanabilir. O gece tam o anda bütün doğa ve tüm kainat bir anlık bir uykuya dalar. Irmaklar bir an için durur sonra yeniden akmaya başlar. “Evrenin Uyuduğu Bille” (Alemin Yattığı Zaman) adı verilen bu anda canlı cansız tüm varlıklar bir anlık bir uykuya dalarlar. Başka bir deyişle bir an için ölüp geri dirilirler. O bir anlık vakit aslında yaradılıştan bu yana o anda geçen tüm zamanları içinde barındıran bir andır. Dünya sanki yeni baştan yaratılır. Yaratılıştaki kaosun bitip, düzenin yeniden başladığına bir anlamda mutluluk duyulur. Dünyanın soluğu ısınır, yeryüzüne yemyeşil ipek bir halı serilir.

Nevruz sözcüğü Farsçada Yenigün demektir. Uluğ Bey takviminde de yılın ilk günüdür. Diğer adı Uluğgün (Ulu Gün)’dür. Gündüz ve Gece eşitlenir. O gece evdeki tüm kap- kacak taze su ile yıkanır. Gün doğarken insanlar gidip akarsuda veya pınarlarda ellerini yüzlerini yıkarlar. 

Dahası İslam inancıyla bağlantılı olduğunu söyleyerek abdest alır, yeni yıl namazı kılarlar. Bir inanışa göre Tanrı insanı bugünde yaratmıştır. Adem ile Havva bugünde yeryüzünde kavuşmuştur. Ali’nin bugün doğduğu varsayılır. Ergenekon’dan Bozkurt’un önderliğinde bugün çıkılmıştır. 

Yeni yılın ilk ayına Oşlak Ay adı verilir. Daha başka pek çok isim kullanılır: Ekin Bayramı, Gollu, Gutan, Tagrıtoy, Ulus Günü, Yazbaş, Mereke, Yılsırtı, Yışak, Ihıyah, Isıyah, Bozkurt Bayramı, Özgürlük Bayramı gibi.« 

İster Newroz ve isterse Nevruz olsun. İster Bahar Bayramı istersen Kara Saban Ekin bayramı, İsterse Özgürlük Bayramı olsun. İster Yılgayak isterse Cılgayak bayramı olsun. Bilinen şudur. Kutlama törenleri hemen hemen aynı. Anlatılan söylence aynı yani kısacası her şey aynısı sadece dil kurallarına göre her toplum kendi diliyle anlatıyor. Kim nasıl söylerse söylesin bu bayram Tüm Halkların birleştiği, kardeşliğin, barışın hakim olduğu bir bayram olsun.

Son söz olarak değişik gazete ve dergilerde verilen haberleri aktarırsam, şunu demek gerekiyor. 2010 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, tarihi süreç olarak üç bin yıldan daha uzun bir süredir kutlanmakta olan Nevruz Bayramını Pers yani İran Kökenli bir şenlik olarak, dünya Nevruz Bayramı ilen etmiştir.

28 Eylül – 2 Ekim 2009 tarihleri içerisinde Abu Dhabi'de hükümetler arası toplanan Birleşmiş Milletler Manevi Kültür Mirası Koruma Kurulu, Nevruz’u Dünya Manevi Kültür Mirası Listesine dahil etmiştir. 2010'dan başlayarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 21 Mart'ı "Dünya, Nevruz Bayramını Pers yani İran kökenli bir şenlik olarak kabul etmektedir. 
»21 Mart  2017«

 

Orhan Bahçıvan. »Halis Kızılateş«


18 Mart 2022 Cuma

Bağdatlı Şair Fazlî, »Fuzûlî’nin Oğlu«

Bağdatlı Şair Fazlî, »Fuzûlî’nin Oğlu«

...

 

Bağdatlı Şair Fazlî,
Mehemmed Fuzûlî’nin Oğludur. 

Bağdat, ? - Bağdat, (51. 1605) yılıyla tanıtılan, XVI. yüzyıl Azerbaycan şairlerinden olan Fuzulizade Fazlî divan şairi (51. 1605). Fuzuli’nin oğludur. Şair Fuzuli Kerbelalı olarak bilinir. Oğlu ise Bağdatlı olarak bilinir. 

Yazın dünyasında sürekli çeşitleme olarak verilen Azerbaycan yazını, Türkiye yazını, Kazakistan yazını, Türkmenistan yazını, Özbekistan yazını gibi ayrıştırmalara karşı olduğumu yazmalıyım. Kim hangi sahada yazıyorsa yazabilir, ancak tüm yazarlar Türkeli’nin yazarları, ozanlarıdır bu böyle bilinmelidir. Sadece doğduğu yerin adı yazılırsa bence doğru olanı yazmış oluruz. Bu yazar, ozan, sanatçı, ressam şu şehirde doğdu, şu şehirde öldü tanımlaması yeterlidir. 

Şair Fazlî Bağdat'da yaşamış ve oradaki Azerbaycan şiirinin güçlü temsilcilerinden biri olmuştur. 1605 li yıllarda Bağdat Azerbaycan toprağıydı. Kerbela dahil o topraklar Osmanlı ile Azerbaycan arasında sürekli el değiştirmesine rağmen bu topraklar genelde Azerbaycan toprağı sayılıyordu. 

Şair Fazlî’de Babası Mehemmed Fuzûlî gibi Oğuzlar'ın Bayat boyuna mensup olan bir şairdir. Şair Fazlî  ilk derslerini babasından almıştır. Yaşamı boyunca şiir ve tasavvuf alanında ün kazandı, özellikle, tarih düşürme ve muammada başarılı örnekler verdi. Bu nedenle Ruhi Bağdadî, bu şairi değerlendirme yazısında, tarih düşürme sanatındaki başarısını değerlendirerek kendisine zamanın tarihçisi adını vermiştir. 

Ahdi Bağdadî "Gülşenü'ş-Şuarâ" adlı tezkiresinde Fazlî'nin Azerbaycan Türkçesi ile şiirler yazdığı gibi, Arapça ve Farsça da şiirler yazdığını, muamma ve tarih düşürmeleri bulunduğunu, aşk ve duygu yüklü lirik şiirlerinin değerli olduğunu belirtmiştir. Onun bazı lirik şiirleri cönkler aracılığıyla günümüze kadar ulaşmıştır. 

Gazellerinin en önemli özelliği sanatlı dili ve samimiyetidir. Fazlî, Azerbaycan Türkçesiyle müstezatlar yazan ilk şairlerdendir. Halk şiirinin etkisiyle kaleme aldığı koşmaları dikkate değerdir. 

Hayatı ve eserleriyle ilgili bilgiler Mühteser Azerbaycan Edebiyyatı Tarihi (Baku 1943, C.l) ve Hamid Araslı'nın Büyük Azerbaycan Şairi Fuzûlî (Baku 1958) adlı eserlerinde mevcuttur. 

Bağdat valisi Murad Paşa tarafından 1569’da Kazımeyn minarelerinden birinin onarımı üzerine düşürdüğü tarih beyti oldukça ünlüdür. 

Yine Murad Paşanın Bağdat’ta yaptırdığı Muradiye camiinin kitabesini yazdı. Bilinen kitabeler bunlar olmasına rağmen Şair Fazlî daha kaç caminin minaresine kitabe yazdı bilemiyoruz. 

Azerbaycan Türkçesiyle bir büyük Divan’ı olduğunu yazıyor kaynaklar.[i] 

Bu tanıtım yazısının sonuna küçük bir not eklemeliyim. Babası Mehemmed Fuzûlî ile sürekli karıştırılan şairin en öne çıkan yanı yukarı da sözünü ettiğim Fazlî, Azerbaycan Türkçesiyle müstezatlar yazan ilk şairlerdendir. Halk şiirinin etkisiyle kaleme aldığı koşmaları dikkate değerdir. Kanımca babasından ayrılan en önemli yanı da burasıdır.

***** 

Ben Yandım El Yanmasın 

Fazlî Divanı 

Bir güzeli meth edeyim bari alem yanmasın
Pervaneler gibi her dem can-u alem yanmasın
Hüsnüne mağrurlanırsın Yusuf-u Kenan'mısın
Mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın 

Ebruların şem’i ile yanmakta pervaneler
Al yanağın gamzesine dizilmiş durdaneler
Zülcelalın hikmetinden ne doğurur anneler
Mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın 

Gözlerin inkara benzer ebrular keman olur
Her kaçan yüzüne baksam katlime ferman olur
Yüzünü görse bir kafir şüphesiz iman bulur
Mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın 

Ey Fazili yeter gayrı eyledin bunca cefa
Serimi yoluna koydum gelmedin sen insafa
Güzellerin padişahı ya Muhammet Mustafa
Mah yüzüne bir nikap çek ben yandım el yanmasın[ii]
***** 

Beni Candan Usandırdı.[iii] 

Semai 

Beni candan usandırdı
Cefadan yar usanmaz mı
Felekler ahımdan yandı
Selvi’nin canı yanmaz mı 

Selvi olsun cana canan
Devayı dert etsin ihsan
Anda bana kılsın derman
Beni hastası sanmaz mı 

Gülüm bahçasında kaldu
Kaynadı gözlerim doldu
Habibim seyrini buldu
Gönül buna inanmaz mı

Gamı pünhan edip kılmam
Ben gamdan nasibim almam
Desen ol bi-vefa bilmem
Vefa bilenler kanmaz mı 

Fazıli özün haydadır[iv]
Selvihan Sultan toydadır
Deyin ki o ne huydadır
Yılda bir bizi anmaz mı
***** 

Olmaq Gerek 

Koşma 

Dünyâda gözeller de'visin qılan
Değil, ane nece yar olmaq gerek
Xülq-xoyi melek, sureti insan
Şeker sözlü, şîrin kâr olmaq gerek 

Sürahi gerdenli, lebleri qonce
Sedr vâseh ola, ol beli ince,
Mîyâne boyl'ola, dalsı kenekee
Ol püste dehânı dar olmaq gerek 

Qırmızısı qırmızı, ağa tay ola
Ol qarası qara, qaşı yay ola
Gül yanağı bedirlenmiş ay ola
Sinesinde qoşa nar olmaq gerek 

Gözleri nergis tek şö'levâr ola
Müjganları çövresinde xâr ola
Alıcı terlan tek sebükbâr ola
Me'rifetden xeberdâr olmaq gerek 

On beş yaşlı ola miyâne boylu
Çox lağer olmaya, qucağa dolu
Qolu uzun, ağ elleri qmalı
Sinesi hem taze qar olmaq gerek 

Şekk olmaya anın esil-soyuna
Âqil-dânâ ola xülq ü xoyun
Can aslı ola zülf ü mûyuna
…………………………. [v] 

Xoş ana kim, ola bir bele yân,
Her kimin yox, men tek olubdur zarı,
Fezlî'ya, sen çağır ulu cebbarı,
Sene mehşer günü yâr olmaq gerek
***** 

Bahtımız Açıldı 

Koşma 

Bahtımız açıldı minnet Huda’ya
Şimden geri gönül meydan bizimdir
Feryadımız çıksın arş-ı alâya
Bülbüller ötmesin figan bizimdir 

Hep güzeller bir araya derildi
Yâr evinde ulu divan kuruldu
Gördüm rakip bu dergâhtan sürüldü
Şimden geri huri gılman bizimdir 

Gel gönül derd-i ferdadan geçelim
Aşk ile muhabbet babın açalım
Saki doldur peymaneyi içelim
Devlet hünkârındır devran bizimdir 

Çok şükür muradım aldım Hüda’dan
Hacetim kalmadı bay ü gedadan
Gel fariğ ol Fazlî kuru duadan
Âlem padişahın seyran bizimdir
***** 

Merdümleri Gözün ki 

Gazel 

Merdümleri gözün ki, bulaşdırdı qanlara
Cellâd imiş ki, yazığı gelmez cavanlara 

Derd ü qem ü elem çü yüz verdi, ey gönül
Xoşhâl olub tevâzeh eyle, get hem anlara 

Âh, o periden ayrılalı önce ağladım
Gözüm yaşıyla seller axar bâğbanlara 

Zâhid, eğer xetâ ise ol zülfü sevdiyim
Qebrim içinde yalvarayim qoy ilanlara 

Ey Fazlî, söyle derdin bir xezef itirmezem
Qanh yaşımla yazım anı bir divanlara.
***** 

Sebrim Tükendi. 

Gazel 

Sebrim tükendi, möhnete qatlana bilmezem
Su başdan aşdı, eşq oduna yane bilmezem 

Sen serv boylu dilberi tek etmezem eğer
Ömrüm budağı cövr ile utana bilmezem 

Yarın başına ay ile gün peyke çevrilir,
Ol şem'e menden özgeni pervane bilmezem 

Âlem bilir ki, şol senemi sevmişem, reqib
Başım gederse men bu işi dana bümezem 

Vergil bu Fazlî kamu... ferdâye qoymagil
Yoxdur vefası Ömrümün, inane bilmezem
***** 

Xeberlerin 

Gazel

Buldum saçında leylerü'1-esrâ xeberîerin
Sordum lebinde mö'ciz-i İsâ xeberlerin 

Bâd-i sebâya zülf peyâmm getir dedim
Geldi, getirdi başıma sevda xeberlerin 

Mecnûn oturdu, iller ile baxdı yollara
Bir kimse doğru vermedi Leylâ xeberlerin 

Dîdâre tâqet ede bilir misen, ey gönül
Eşitmedin mi nûr-i tecellâ xeberlerin 

Kipriklerin ki, leşkerini yığdı bir yere
Ol saldı Fazlî canına qovqâ xeberlerin
***** 

Veremi Derdi Benim 

Gazel 

Veremi derdi benim derdime derman veremi
Vaktidir dem be dem artar yüreğimin elemi 

Yüzünü görebilsem mürailerden sanmada
Ey kızıl gül sana kim çekti dibinden haremi 

Yüzüm yerlere sürüp ta geceler yalvarayım
Kâfire verir muradın ya bana vermeye mi 

Hayli demdir ben anın gözlerinin hastasıyım
Süre gelse yüzümün üstüne bassa kademi 

Fazlî sen mahı seversen yüzünü dergâha tut
Böyle mahzun koya mı çoktur Allah’ın keremi
***** 

Saçının Zıll-ı Hüması. 

Gazel 

Saçının zıll-ı hüması tac-ı devlettir bana
Game ile baktığı ayn-ı inayettir bana 

Kirpiği kaşı saçı ağzı dudağı dişleri
Mushaf’ı Hak’tır ki her harfi bin ayettir bana 

Hatt u halinde sebilullaha yol ayırduğum
Kimseden minnet değil Hak’tan hidayettir bana 

Dilberin cevrin görüp tan etmeye nâdân rakib
Kim anın cevr ü cefası çok inayettir bana 

Ger selamet gömleğin aşkında giysem gam değil
Bu muhabbet kisveti Hak’tan hidayettir bana 

Fazıli maşuk sırrın gayr edime nitekim
Fazl-ı Rabb-ül âlemin vermiş nedamettir bana
***** 

Ey Serv i  Sehi 

Müstezad Şiir 

Ey serv-i sehî, sen geleli seyr ile bağe
Çox âlinesebler özünü saldi eyağe
qul oldu senuber 

Sünbül özünü zülfüne benzetdi nigârm
gördü ki, xetâdir
Dağlarda bizer yüzi qara, başı aşağe
qayquîu, mükedder 

Şol xâlm üçün zülfüne çoxlar dolaşıbdır
ancaq meni bilmen
Pervane üçün ger nece quş düşdü düzağe
dam oldu müsexxer 

Ey rûz-i qiyâmet gününe münkir olanlar
dilber geder oldu
Eşitmemisen sûr-i revani çalındı qulağe
qopdu mene meşher 

Ey nûr-i tecellâ güneşi perde üzünden-
bir gece götürsen
Pervane kimi özü yana şem' ü çirâğe,
göylerdeki exter 

Sen tek perinin menzili vîrâne gerekdir,
yâ çeşmeler üsti
Könlüm kimi vîrâne, gözüm kimi bulağe
gel hey peripeyker 

Bir bade şerab istedim ol sâqi lebinden
serxoş mudur bilmen
Çeşmin meni öldürmeye yapışdı biçağe
çekdi mene xençer 

Zülfün sarıdan könlüme sevda yeli esdi
reyhan midi bilmen
Xansı çiçeğin xoxudur doldu qulağe
cân oldu müetter 

Dünyâdan eğer Fazlî gözü sayğulu
getse, yüzün hevesinden
Rehmet yağışı torpağmın üstüne yağe
qebri ola enber
***** 

Matla-i Hüsnünde 

Gazel 

Matla-i hüsnünde tâli oldu tâ şems-i duha
Tuttu eşyanın vücudu serbeser nur-i ziya 

İçeli şirin hadisin şerbetin ben haste dil
Bulmuşam elhamdülillah cehl derdinden şifa 

Ederim daim tavaf-ı vechin ey can nitekim
Kâbe-i tehkik imiş yüzün alâ ehl-i safa 

Sensin ol Hak’tan gelen lâreybe fih olan kitab
Kim cemalin mushafı bilmüttakin oldu Hüda 

Zülfün esrarı eder “inna fetahna-lek” beyan
Arızın şeridir errahman “alel arş üstüva” 

Ta muhatab olmuşam Hak’tan be-emr-i üscüdu
Kaşların mihrabına olur sücudum daima 

Fazıli endişe kılmaz tane-i cihhâlden
Ta yakin ile kılıbdur fazl-ı Hakk’ı mülteca
***** 

Bende-i Âli Abâyım 

Tesdis 

Bende-i âli abâyım ezeli Mustafavi
Ehli beyti severim gelmişim ikrara kavi
Ateş-i aşk-ı muhabbetle yanıp kalbim evim
        Şem’i aşk-ı Hüseyin’im Aleviyim Alevi
        Ru-yı adâ’i yakar ateş-i aşkım alevi 

Gelicek âli abâ yâdıma her sabah u şâm
Sayha-i nâlim erer arşa alâdan alâ
Her Muharremde tutup matemi şah-ı şüheda
        Kerbela’ya yetişür saika-i ah u bela
        Hamdülillah ki dilim kuvvet-i Haydarla kuvâ 

İhtiyarım gider elden gönül eyler nâle
Nice takat getüre guş bu kıyl ü kale
Nice lanet okumayım o güruh-ı hayale
        Ne reva razı (?) tabiri muhibbi âle
        Ki yezid olana neseb deme sen sünvi(?) 

Çekdiğini âli abâ sanman cihanda el-hak
Çekmemiş çekmeyecektir dahi kimse mutlak
Nice rade olmaya buna dil sözüme bak
        Ebr olur ahım olup teşne şüheda ancakba
        Bağır birbirine lanet Mervan-ı Emevi 

Ehli beytin kuluyum düşman-ı âli Süfyan
Lanet olsun Mervan-ı Emevi her dem ve an
Bağ-ı âlemde şehide şeb ü ruz et efgan
        Eyledi Fazlî’yı bülbül gibi zar u nalân
        Ol iki neşve feta-i bağ-ı nebevi
***** 

Rahm Eder Yok Bana 

Tesdis 

Rahm eder yok bana hiç nalelerimden gayrı
Hiçbir ağlar bulunur mu çeşm-i terimden gayrı
Hemdemim yok dahi ah-ı şererimden gayrı
Beni yoklar bulunur mu kederimden gayrı

                    Bir niyazım yok benim çün ciğerimden gayrı
                    Bir ağlar bulunur mu didelerimden gayrı 

Beni şad yele deyü kimler feryad edeyim
Kime takririmi gamı dili şad edeyim
Dahi kimseden talep himmet imdad edeyim
Dil-naşadı bu halinde nice şad edeyim
                    Bir niyazım yok benim çün ciğerimden gayrı
                    Bir ağlar bulunur mu didelerimden gayrı 

Ah u zar etmediğim hâsılı bir dem yoktur
Yine bir şefkat eder halime âdem yoktur
Güya şimdi bu cihan içre ki âlem yoktu
Derd ü hicr ü elem ü mihnete mehlem yoktur

                    Bir niyazım yok benim çün ciğerimden gayrı
                    Bir ağlar bulunur mu didelerimden gayrı 

Mürde feyzi Huda derdime bir çare medet
Ateş-i mihnete yanmıştı bu biçare medet
Sen eğer etmez isen dideme bir çare medet
Ya kim etsin dil-i mihnet keş-i gaş çare medet

                    Bir niyazım yok benim çün ciğerimden gayrı
                    Bir ağlar bulunur mu didelerimden gayrı 

Ne arar var ne sorar var hali dil-i naşadı
Bi-hûde sen şimdi vefasızlığa olup münadi
Kimseye hiç işittiremedi Fazlî feryadı
Kaldı hem fenada merhametin bir adı

                    Bir niyazım yok benim çün ciğerimden gayrı
                    Bir ağlar bulunur mu didelerimden gayrı

 

Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş« 



[i] Fuzulizade Fazlı ile ilgili bilgiler Biyografi "Azerbaycan Sovyet Ansiklopediyasi, Baku 1986, C. IX. S. 530'dan, metinler Divan'ından genel redaktör tarafından alınmıştır.
[ii] Bu şiir aynı zamanda Fuzuli adına da kayıtlıdır. Ancak Baba oğul olarak sürekli Şiirleri karıştırılmıştır. Ancak, Halk şiiri türünü Oğul yazmıştır kaynaklar böyle veriyor.
[iii] Bu türkü/nefes çeşitli ezgilerle söylenmektedir. Bütün kaynaklarda Fuzuli mahlaslı olarak verilmektedir.
[iv] Bazı şiirlerde mahlas olarak, kanımca hece uyumundan dolayı farklı isimler kullanmıştır. Bu isimler, Fazili, Fezali, Fezli olarak veriliyor.
[v] Son dize eksik yazılmamış.

Sen Kal Burda Ayrılık!

Sen Kal Burda Ayrılık! Düşünce denen bir şey vardır Beynimizin o ilkel noktasında Ya fabrikadayız ya da tarlada Ya demiri un ediyoruz Ya...