Ozanlık Geleneği Üstüne
Düşüncelerim…
Halk Edebiyatı Sahasına
Eleştiri Gözüyle Bir Bakış
Kuzeydoğu Anadolu diye adlandırılan ve Kafkasların eteği
konumunda olan bu dağlık saha aşıklık geleneğinin merkezlerinden biri olarak
sayılır. Edebiyat tarihçileri böyle tanımlar. Bizler tarafından da böyle kabul
görüyor. Gel gör ki bu saha, ozanlık bazında son yüzyılın en kötü dönemini
yaşamaktadır.
Oğuz boylarının en güçlü ozanı sayılan Dede Korkut bu
yörenin ozanıdır. Kimilerine göre Bayburtlu, kimilerine göre Kağızmanlı,
kimilerine göre de Iğdırlı. Son günlerde bazı yazarların sesine kulak asılırsa
Dede Korkut yani Korkut Ata Karslıdır. Kağızman ile Iğdır yörelerini mesken
gösteriyorlar. Bu değişik yer adlarına son zamanlarda Ardahan ili de ekleniyor.
Bu eklenti kendi bünyesinde yerli kültürünü öne taşıyor. Dede Korkut esas
adıyla Korkut Ata Bun Türklerin ozanıdır deniliyor. O halde Bun Türkler hakkında bazı sözler söylemeliyim.
Kars, Ardahan dediğimiz bu yörede, yerli adıyla anılan bir
kavmin var olduğunu hep söyleriz. Bu insanlara halen yerli dediğimizi
söylemeliyim. Dahası bu söylenceleri onların dilinden dinlediğimizi söylemekte
yarar var.
Bazı araştırmacılara göre Karadeniz bölgesine ilk olarak
M.Ö. 3. bin ile 2. bin yılları arasında gelip yerleşenler Oğuzların öncü
kollarından olan »Gas/Kas« ve »Gud/Gutiler« olduğu ifade edilmektedir. M.Ö. 3.
bin yılının sonlarına ait Anadolu' da Hattuşaş arşivinde bulunan ve
H.G
Güterbock tarafından »
Zeitschrift fiir Assyriologie'de« yayınlanan
bir belgede, Anadolu'da Türklerin bulunduğunu ve kralları İlşu Nail'in
Anadolu'ya girmek isteyen Akadlar'la savaştığını kaydetmektedir.«
[i]
Dahası, bu toprakları Herodotyazdığı tarihinde, Uğuz
»Oğuz« Türklerinin hakimiyetinde olan topraklar diye söz etmektedir. Ayrıca,
bu bölgenin yani Ardahan/Göle »Qulha« Sancağı kesiminin »Bun-Türkler«,
ya da »Otokton-Yerli Türkler« yani Uğuzlar tarafından idare edildiği yazılmaktadır.[ii]
Yerli halk Ural Altay dili olarak
adlandırılan bu dili, yöre tanımıyla »Yerlice« denilen dili konuşan
ahali »Eski Uğuz'ca« adıyla tanımlanan bu dili halen konuşurlar. Bu
yerlice denilen dile zaman zaman değişik adlar verilse de yerli ve yerlice adı
hiç değişmemiştir. Hangi kaynaktan bakarsan bak, »Eski Uğuz« tanımı hep vardır. Yörede anlatılan masal,
destan, söylence ve benzeri seslerin eski Oğuz konulu anlatılar olduğunu hep
söylemiş ve yazmışımdır. Yöremizde yüzlerce Oğuz boylarına özgü olan
söylenceleri dinlemek, derlemek mümkündür. Dede Korkut destansı anlatıları da
yöremizde Oğuz boylarını anlatan masalımsı bir niteliğine dönüşmüş olan
seslerdir.
Bir başka tanımlama da şudur: »1068’
de Selçuklu sultanı Ardahan ile çevresini fethederken buralara »Nemrut İbn
Ken’an ın Yurdu« denilmesine bu kulede oturan »Nembrod« soyundan »Kentuniler«
denilen eski Oğuzların davranışı sebep olmuştur« denilmektedir.[iii]
MÖ 753–735 Urartu Kralı 2. Sardur’un bu
yöreyi ele geçirdiğini, yani işgal ettiğini, bu sahada Kars'ın
kuzeyinde, Çıldır gölünün güneyinde, Ardahan sahasında bulunan kayalıklarda
kazdırdığı Çivi yazılı kitabede Kulki/Kulka adı ile Yunan kaynaklarında
Kolk/Kolkit olarak bahsedilen.«
[iv]
yerli bir kavmi yendiğini ve bu yöreyi nasıl talan
ettiğini anlatan, fetih yazısı bulunmaktadır.
Sözü edilen bu insanlar bugün de bu topraklarda varlar ve
yaşıyorlar. Bu insanlara halen yerli denildiği gibi, konuştukları dile de
yerlice deniliyor. Yani bir başka anlatımla bu insanlar Eski Oğuz tanımıyla
tanınırlar. Korkut Ata dediğimiz ozanın dili de bu yerli insanların dili ile
örtüşür.
Yörede bulunan tüm eski yazıtlar ve halk arasında anlatıla
gelen söylenceler, dahası yapılan tüm araştırmalarda ve derlenen Ardahan yöresi
masallarındaki kültürel benzerlik en ön saflara taşınıyor. Yani Dede Korkut
anlatısı destanlarla Ardahan yöresinde derlenen masalların benzerlik göstermesi
önemlidir deniliyor.
Kuzeydoğu Anadolu sahasında hangi şehrin ve yerleşim yerinin
adını yazarsan yaz, yazılan adların çokluğu değil yörenin tekil oluşu
önemlidir. Yani, Dede Korkut bu yörenin ozanıdır. O halde ozanlık geleneği Dede
Korkut ile başlıyorsa demek ki ozanlık geleneği de bu sahada başlamıştır.
İşin aslına bakılırsa, ozanlık geleneği Şamanlık geleneğiyle
eş-anlamlı olarak yazılır. Şaman hocalarının aynı zamanda birer ozan oldukları
artık biliniyor. Nereden bakarsan bak, MÖ 5. yüzyıllara kadar uzanan bir
geçmişten söz etmek gerekiyor.
Bu denli köklü bir geleneğe sahip olan bu kuruma ne oldu da
böylesine yozlaştı. Evet ne oldu ki, böylesine halktan kopuk, kendisini var
eden halkı dışlayan bir kurum haline geldi. Ya da getirildi.
Kuzeydoğu Anadolu sahasına baktığımız zaman, sözü edilen bu
saha iyi kötü güçlü ozanlar çıkartmasını bilmiştir. Birinci Dünya Savaşından
önce, bu sahanın sınırsız ve kolay ulaşılır olması nedeniyle yöremiz
ozanlarının da Azerbaycan aşıklık dünyasıyla iç içe yürüdüğü görülmektedir.
Ancak yeni dönemde yapılan çalışmalar ele alındığı zaman,
görülen manzaranın hiç de iç açıcı olduğunu söyleyemem. Nedeni ise ozanlık
sahasında kendilerini »uzman araştırmacı« sayanların olmasıdır. Sözüm ona bu
»uzman araştırmacılar«, gerçek ozanlık sahasında yüz yılların birikimi olan
kültürden habersiz kendi basit dünya görüşlerine göre araştırıp yazmalarıdır.
Bu konuyu araştırmacılar açısından biraz gerilere götürmekte
yarar var. Bir zamanlar kendilerini araştırmacı olarak görenler, Ercişli Emrah
hikayesini bilmedikleri için, Emrah adına ne bulduysalar Erzurumlu Emrah’a, -ki
onun da sonraki yıllarda Bayburtlu olduğu ortaya çıkması ise ilginç bir davranış
olarak yazılmalı. Daha sonraki yıllarda ise Ercişli Emrah gerçeğini örtbas
edemeyince Erzurumlu Emrah’ı sahte şöhretli olarak yazmalarına neden olmuştur.
Ozanlık sahası çok geniş bir sahadır. Bu geniş sahayı alıp
küçücük bir politik tercihin şemsiyesi altında imiş gibi göstermek yalnızca
sıradan bir ayıp değil, bilimsel çalışma adına yapılmış kabul edilemez bir
gaftır. Genel itibariyle bu tür hataları yapan bir ortaokul öğrencisinin (bu
benzetme için ortaokul öğrencilerinden özür dilerim) bu denli sıradan bir ozan
değerlendirmesi yapması, Türkçe dersinden sınıftan geçemeyeceği anlamına gelir.
Oysa bu işin »uzman« kişileri bilimin değil bilginin en sıradan biçimde kullanılmasına
bile uymayan bir keyifle başka boyutta kendilerini ifade etme yeteneğinden
yoksun olan birilerinin işi ozanlık geleneğiyle bağlantı kurarak açıklamaya
çalışması sanırım şark (Doğu değil) kültürüne özgü bir aymazlık olmalı.
Sözü edilen ozanlık geleneği öyle bir ya da iki siyasi
düşüncenin şemsiyesi altında olmuş olsaydı bugün ozanlık geleneğinden ve halk
ozanlığından söz edilmezdi. Böylesi basit, böylesi anlamsız yazıların kısır bir
döngüden ibaret olduğunu herkes biliyor.
Sözün özgül ağırlığını kendi kişisel hırsları uğruna yok
etmek, hiçbir araştırmacının görevi olmamalı. Bugün taraf oldukları »ilginç«
dünya görüşlerini yüz yıllar ve hatta bin yıllar öncesi ozanların şiirleriyle
anlatmaya çalışmak, buna uygun kanıt bulmaya zorlamak kanımca hataların en
büyüğüdür.
Yöresinde rüşdünü her alanda ispatlamış bunca ozanın nedense
yazdığı ve söylediği onca eserin içinde cımbızla seçilmiş ve tarihi olayların
akışıyla yazılan bir ya da birkaç eserini gün yüzüne taşıyanlar bu
yaptıklarıyla ozanlık sahasına hizmet yerine hizmetsizlik ettiklerinin
farkındadırlar sanıyorum.
Bu ozanları kendi dünya görüşlerine uygun şiirler
söylemeleri için zorlama ve bütün ozanlara tek tip elbise giydirme olayının
neleri getirip, neleri götürdüğünü anlamak için özel bir zeka düzeyine
gereksinim yoktur.
Bu anlayış bizleri rahatsız ettiği kadar günümüz ozanlarını
da rahatsız ediyor sanırız. Buna yüzlerce örnek vermek mümkündür. Örnek
vermekten öte genele yansıyan yaklaşımları dile getirelim. Yöre kalıpları içine
sıkıştırılmış ve onları o kalıp içinde kalmalarını mecbur kılmış düşüncelerin
karşısına şu sözleri koymak gerekir. Yerel topraklara ayak basmış ozanlar,
ayakları altındaki topraklarla cezalandırılmıştır. Oysa oturduğu yerde verdiği
eserlerle evrensel kültürün içinde rüşdünü ispatladıkları halde, nedense bizim
bu »uzman« araştırmacıların değerlendirmeleriyle radyolarda ulusal sanatçı
olarak bile değer bulamıyorlar.
Evrensel olayını biraz açmakta yarar var. Birkaç isim
yazalım. Kerem, Köroğlu, Karac-Oğlan, Yunus İmre (Emre değil) ve daha niceleri
eserleriyle evrensel kültürün birer değerleri oldukları bilinir. Bilinir de
nedense kendi kişisel dürtüleri uğruna bunları vura vura yok edenler de hep
ortalarda olurlar. Özellikle her iktidarın en önemli dostları olmayı da becerirler
nasıl oluyorsa.
Ozanlar dünyasını yalan hikayelerle dolduranlar, bir koşmayı
12 ozanın sorgusuzca sahiplenmesiyle, dahası, anonim yani La Edri
olarak bilinen eserleri bir kalem kendi hanesine yazdıranların, geleneksel
Kerem mahlaslı ezgileri ve halk içinde derlediği eserleri çekinmeden kendi
mahlaslarıyla sahiplenenler, kendilerini ozan ve ozan dünyasında var
olduklarını sanıyorlar. Oysa bu ozanlar bu sahada hiç olmadıklarını bilmeliler.
Bin tane koşması olduğunu söyleyen bir ozanın halk arasında tek bir türküsü
okunmuyorsa. Ozanlık sahasında elli altmış yıl saz çalıp en üst düzeyde türkü
okuyacaksın sonra birden her şeyinle yok olacaksın. Böylesi ozanlara ise kendi
gitti sesi bitti deniliyor.
İşin ilginç yanı Ozan dünyasında ismini andığımız onlarca
ozan ümmi olarak bilinir. Yani ilkokul aydınlığı bile görmeyenler, kısacası Okuma
yazma bilmeyenlerin oluşturduğu bir edebiyat ne derece gerçek edebiyat olur.
Rüyada bade içenler ise eserlerini rüyasına gelen pirlere söylesinler.
Çağımızın insanları bu tür uyduruk hikayelere inanmıyorlar.
Şunu açık ve net söylüyorum. En azından bir ozanın iyi ya da
kötü okuma yazma bilmesi gerekiyor demeliyim. Tarikat çukurunda boğulanlar, Şeyh, Şıh, Pir, Dede gibi şahsiyetlerin memesini emenler çağdaş görünümlü ozan olmaları
bence hayaldir. Bu tür ozanlar kendi çağlarıyla eriyip gittiler. Günümüz
ozanları ise eriyeceklerini bilmeliler. Yani kendi sesleri gidince, her şeyin
biteceğini lütfen bilsinler. Omuzlarında taşıdıkları saz denilen şeyi bile
doğru dürüst çalmasını bilemeyenler, nota, makam, usul düzen gibi sayılan
konulardan bihaber olan günümüz ozanları lütfen şunu çok iyi bilsinler onlar
sadece kendi çevrelerinde hatır görül ozanlarıdırlar, asla ve asla edebiyata
konu olamazlar, zaman denilen kavram onları bir solukta bitirir.
Günümüzde bir türkünün aynı yörede onlarca hikayesi
anlatılıyor. Oysa o türkü o yöreye bile ait olmayabiliyor. Sahte isimli
ozanlar, Nerede ne zaman yaşadığı bir türlü bulunamayan, on altıncı yüz yılın
ozanı olduğunu söylenilen bir ozanın günümüz Türkçesiyle eser yazıp yayınlaması
çok ilginçtir kanımca. Yani sahte anlatıları, sahte şiirlerle doldurmak yerine
araştırmacı olarak biraz olsun gerçeklere dönmek gerekir. Bu sözü edilen
gerçekler ne kadar acı olursa olsun, onu kabullenmek erdemlerin en güzelidir.
Geçmişe doğru yolculuk ederken, illaki araştırmacının beyninde var olan bugünkü
düşünceye yamamak olmamalı.
Bundan yüz yıl önce yaşamış bir ozanın söyledikleri, günümüz
siyasetiyle örtüşmeyebilir, örtüşmesi de gerekmez. Bunu kabullenmek her araştırmacının
görevidir. Değiştirmek ve kendi düşüncesine göre uyarlamak kanımca kültürel bir
kayıp olarak görülmelidir. Yer ve saha adları değiştirilerek destanları,
türküleri, ozanları anlamsız bir ortama taşıyanlar, sonra da kendileri bile
koydukları şeyi bulamıyorlar.
Ozan demek özgün bir birikim demektir. Ozan demek,
tekrardan, taklitten çok kendine has anlatım demektir. Günümüz ozanlarında bunu
çok az görüyoruz. Kimi parti sevdasına düşmüş, kimi tarikat sevdasına. Kimisi
ise piyasada ne bulursa kendi hanesine not etme sevdasına.
Bunca sözü söyledikten sonra başka sözlerde söylemek
gerekiyor. Yazın dünyasında ozanlık geleneği köklü bir gelenektir. Bu köklü
gelenek üstünde var olan ve kendisine ozanım diyenler ne olursa olsun bunlar
ozanlık geleneğinin birer temsilcileridir. Bu yanlarına saygıyla yaklaşılmalı.
Dahası, ozanlık geleneğine özgü eserler vermelerini beklememiz gerekiyor.
Özgün olmasını başaramayan ozanlar, bilmiş olsunlar ki,
kendileri aramızdan ayrılınca sesleri de bir zaman sonra aramızdan ayrılacaktır.
Adı üstünde, halk ozanı olmak gerekiyor. Nerede ve ne şartlarda olursa olsun
bunu başaranlar kalıcıdır demekle yetineyim.
Halk ozanlığı yerine, bilmem hangi araştırmacının
düşüncesine uyum sağlayan ya da herhangi bir siyasi görüşe taparcasına bağlı kalan
ve yalnızca o görüş içinde eser üretenler o mekanda kalırlar asla ve asla halk
ozanı olamazlar.
Son Söz:
Halk Ozanı Olmayan Ozanın,
Halkın Teknesine El Uzatmaya Hakkı Yoktur. (02.11.2004)
Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«
[i] Trabzon
& Rize Tarihi
[iv] Kırzıoğlu
M. Fahrettin- KarsTarihi-sh. 36-43/
Gerçekli yazan kalemler hep var olacaktır.Ercişli Aşık Emrah vurgulanması tam ders niteliğinde de iyi ki varsınız hocam
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum. Önemsediğim bir konu. Sağol.
YanıtlaSil