17 Temmuz 2019 Çarşamba

Küroğlu Kür-Han Sultan Destanı. »Köroğlu«

Küroğlu Kür-Han Sultan Destanı! »Köroğlu«



Kür er kördi altun özi yumşadı
irig sözlüg erniŋ sözi yumşadı[i]

Destan olarak yazdığım Küroğlu, günümüz yazın dünyasında pek bilinmeyen bir isim olarak, yerini Köroğlu adına terk etmiş görünüyor. Böylesi bir önsöz yazısıyla konuyu açmaya çabalıyorum. Tarihin derinliklerinde bize el sallayan bir kahraman, bir halk kahramanı olarak isim değişikliği dolayısıyla silinip gitmiştir.

Ne kadar silinip gitmiş desem de Kür sözcüğü, en eski kaynak olan Orhon Yazıtlarında, Kutadgu Bilig’de, Özbek söylencelerinde, Oğuz Han Destanında ve Kafkas yöresi halk söylencelerinde hep var olmuştur. Dolayısıyla biraz sonra isimlerle bu konuyu açıklayacağım. Bu var oluşun gerekçesi sözlü kaynaklar aracılığıyla dilden dile taşındığı için değişim yerel ağız ile yerel sesleniş hep kendisini göstermiştir.

Kür »Kura« adı bizim yöremizde çok önemli bir nehir adıdır. Bu adı biraz incelersek, tarihi kaynaklar değişik dönemlerde değişik seslenişleri aktarıyor. Bu aktarışı gelin biz Evliya Çelebi’nin kaleminden okuyalım.

»Zaten Kür nehrine, çıktığı yerden başlayarak yüz elli kadar kasabaya uğradığı halde her birini yararlandırmadığı için  “Kör” derler. Ama Moğollar bu nehre yararsız anlamına gelen “Ur” sözcüğünü söylerler. Suyu lezzetli ise de pek aşağı bir seviyede aktığı için yüksek yerleri sulayamaz.«[ii]

Şimdi bu anlatım üzere üç sesleniş veriliyor. »Kür, Kör, Ur« şimdi seslenelim, Küroğlu hemen sonra Köroğlu, ya da Ur-oğlu »Kuroğlu« üç sözcükte aynı seslenişi gündeme taşıyor. Dolayısıyla bu üç seslenişin arasında hiçbir ayrılık yok her üç seslenişte aynı kök sözcüğünü gösteriyor. »Keza kör ve kür aynı yazılışa sahiptir. Çünkü, Göktürk alfabesinde ö ve ü vokalleri aynı karakterle gösterilir«.

Kür suyunun doğduğu bu topraklardan Herodot yazdığı tarihinde, Uğuz »Oğuz« Türklerinin hakimiyetinde olan topraklar diye söz etmektedir. Ayrıca, bu bölgenin yani Ardahan/Göle »Qulha« Sancağı kesiminin »Bun-Türkler«, ya da »Otokton-Yerli Türkler« yani Oğuz Türkleri tarafından idare edilen yerler olduğu yazılmaktadır.[iii]

Oğuz Kavminin toprakları olan bu sahada Kür adıyla ilgili olan bazı söylenceleri ve yöremizdeki yer adlarını yazmalıyım. Kür ırmağının doğum yeri olan bu dağın adıyla yani, Kür Dağ’ında »Kürdevan Dağı« yaşayan bir hakan olduğu söylenilir. Kür-Han, Gür-Han veya Gur-Han olarak da tanınır. Oğuz Kağan’ın amcasıdır der yazılı kaynaklar.

Yazılı kaynaklar dediğimiz zaman şimdi buraya bu kaynaklardan biri olan, “Kür” Kelimesi Üzerine Yapı ve Anlam Bilgisi Yönünden Görüşler”. Mehmet Turgut Berbercan/ DergiPark.PDF Sayfasından aldığım bu küçük alıntıyı şimdi okuyalım.

Hive Han’ı Ebu’l Gazi Bahadur tarafından Çağatay Türkçesi ile oluşturulmuş Şecere-i Terâkime’de de kür kelimesiyle karşılaşırız:[iv] Oğuz’un amcaların-dan birinin adı “Kür-Han’dır.

»Oğuz Han Destanı, bu bahse Türklerin ilk Hükümdarının Nuh Peygamber oğlu Yâfes olduğu ifadesi ile başlanmakta ve Yâfes'in Türkçe Ulcay Han adını taşıdığı söylenmektedir. Ulcay sözünün Moğolca olduğu malûmdur. Ulcay Han, göçebe olup, İnanç şehri bölgesindeki Ortak =Ordağ) ve Kür Tak (Gür Dağ) yaylağı, aynı bölgede Porsuk'daki Kara kum adlı yer de kışlağı idi. Talaş ve Kan Sayram şehirleri de bu bölgelerde bulunuyordu. Haleflerinin ve bu arada Oğuz Han'ın da yurdu burası olmuştur.«[v]

İkinci bir alıntı daha geliyor bu alıntılar şu amaçla buraya aktarılmıştır. Kür-Han dediğimiz kişinin, kim olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Yani Kür-Han, Kara-Han’ın kardeşi, Oğuz Kağan’ın amcasıdır. Kısacası bizim bildiğimiz Köroğlu’dur…

Ebu’l Gazi Bahadur’un diğer eseri Şecere-i Türk’te ise kür kelimesinin anlamı açıklanmakta ve bu kelimenin Moğol soylu oldukları bilinen Hatayların »Karahitay« dilinde “büyük padişah” anlamına geldiği belirtilmektedir.[vi]

“Kendisine “Kür-Han” deyip lakap koydu. “kür”ün anlamı Hatay dilinde büyük (ulu) padişah demek olur.” Şecere-i Türk’te sözü geçen Han’ın kendisine kür adını lakap olarak almasının sebebi, kendi gücünü ve cesaretini övmek; iller, ülkeler istilâ etmekte gösterdiği hüneri belirtmek ve düşmana, kendisinin alt edilemeyecek derecede kurnaz ve yaman olduğunu bildirmek istemesidir.

»Gür-Han, müteakiben Karahanlı hanedanının bir kolunun hâkimiyetinde bulunan Fergana’ya müdahale etmiştir. Kaynaklarda bu seri harekâtın tarihi ve cereyan şekli hakkında maalesef bilgi yoktur. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Fergana’nın zaptından sonra Karahıtay hükümdarı Gür-Han ile Karahanlı hükümdarı Mahmud Han arasında 1137 yılında Hoçend Savaşı cereyan etmiştir. Hoçend’in Fergana yolu üzerinde bulunması, Mahmud Han’ın Fergana hükümdarına yardım için yola çıkmış olabileceği fikrini akla getirmektedir«.[vii]

Mademki en eski yazılı kaynaklara döndük, gelin şimdi bir soluk Kutadgu Bilig’e sonra da Orhon Yazıtlarına kadar uzanalım. Kür sözcüğü hakkında bazı bilgileri de oradan okuyalım.

»Harpte cesur yiğitler (kür/er) dayanmalı, düşman at salarsa, hemen korkmadan ve düzeni bozmadan toplanmalıdır.«[viii]

»Gelin kızların sevinçli anları düğün/zifaf geceleri  (küden tün);  cesur  ve kahraman erkeğin  (kür/alp)  iftihar  edeceği zamanlar ise harp günleridir.«[ix]   

»Göktürk abidelerinde geçen kür(e) güñ (i)n, kürlüg ve küre-g kelimelerinin ortak bir kür- isim kökünden türediği anlaşılmaktadır. Orijinal metne bakıldığında bu üç kelimenin de aynı şekilde yazılmış bir kür- fiil köküyle başladığı göze çarpmaktadır.«[x] bu verilen bilgiden anladığımız kadarıyla Kür sözcüğü en eski kaynak Göktürk Abidelerine kadar uzanabiliyor.

Yine o dönemi içeren bilgilerden birkaçını verilim. Şöyle ki, Kür isminin Orhon Yazıtlarında asi, isyancı, söz dinlemez, kaçak, baş kaldıran, bozguncu gibi anlamlar taşıdığı yazılıyor. Ben sadece bu verilen bilgilerin ışığıyla yazıya alıntılar yapıyorum. Dahası şöyle bir bilgi veriyor sözü edilen yazıtlar.

  1. Kürlig sözcüğü ilk okunuşta aldatıcı olarak anlamlandırılmış.
  2. Körgü sözcüğünün kör (görmek) kökünden türediği savunulmuş. Keza kör ve kür aynı yazılışa sahiptir. Çünkü, Göktürk alfabesinde ö ve ü vokalleri aynı karakterle gösterilir.
  3. Körüg “kör- (görmek) kökünden türediği savunulmuş; ajan, gözlemci izleyici olarak anlamlandırılmış.” Ayrıca şunu da demeliyiz. Göktürk abideleriyle ilişkilendirilmeden, bir başka madde başında, küreg kelimesinin “küre- fiil kökünden türediği belirtilerek, bu kelimenin, (g) eki alarak kaçak, firari anlamında kullanıldığı kaydedilmiştir.

Bu verilen bilgilerden sonra, şunu demek gerekiyor. Kür adı Orhon yazıtlarında var. Bu yazıtlarda da bir kişiden söz ediliyor. Oğuz kavminden gelen, söz dinlemez bir kişinin varlığını öğreniyoruz. Demek ki Kür adı o döneme kadar uzanabiliyor. Uzanabiliyor uzanmasına da o dönemin bir savaşçısından ve var olan düzene karşı çıkan bir isyancıdan söz ediliyor. Bu küçük alıntılar bize Kür adının kaynağını gösteriyor. Şimdi bu bilgilerden sonra, benim yerel olarak kendi yöremde yerli halk anlatılarından öğrendiğim bazı bilgileri vermeliyim.

Kür özünde bir dağın adıdır. Bu dağın eteğinde doğan ırmağa ve üstünde yaşayan bir destan kahramanına kendi adını bağışlamıştır. O gün bu gündür. Kür-Dağı’nın eteğinde doğan ırmağa Kür Irmağı, üstünde yaşayan efsanevi kahramana da Küroğlu yani Kür-Han denilmiştir. Dolayısıyla yerel ağız, şive söylemiyle değişik değişik söylemler oluşmuş olsa da köken olarak Kür Dağı ad olarak kendi sahasında esastır.

Türk Mitoloji Tarihinde Dağ Kültü:

Sözün bu evresinde dilimize dolanan “Kült” sözcüğünün niteliğinden söz edelim. Bu sözcük öz olarak, Fransızcada olan culte sözcüğüdür. Ancak bu sözcük Fransızcaya ise Latince dilinden geçmiştir. Latince dilinden bilinen “cultus” sözcüğüdür. Bununda anlamı tapınma olduğunu yazmalıyım.

Şimdi sözün bu esnasında, Altay Yaradılış Destanına göz atalım. Bu destandan küçük bir bölümü okuyalım.

Büyük bir dağ yükselir, on iki gök katından
Dağda bir kayın vardı, yaprakları altından,

Kayının altındaysa, küçük bir çukur vardı,
Bir karış bile değil, o kadar yüzlek dardı.

Türk mitolojisinde bilinen kült sözcüklerinin ikisini bu yazıya almışım. Bir Su Kültü, ikincisi Dağ kültü, bu iki kült ile birlikte, Atalar Kültü, Yada Taşı Kültü, Tulpar (At) Kültü, Boğa Kültü, Güneş Kültü, Gök Kültü, Geyik Kültü, Dağ Keçisi Kültü, Kartal Kültü, Bozkurt Kültü, Kurtağzı Kültü, Ateş Kültü, Ocak Kültü,  koyun/koç kültü, ağaç kültü, Sarıkız Kültü gibi değişik kültlerin olduğunu biliyoruz.

Sözümüz dağ kültü olduğuna göre biraz bundan söz edelim. Türk mitolojisinde dağlar Tanrı’nın mekanıdır. Yani dağlar tanrıya özgüdür. En yüce dağların adı Tanrı Dağlarıdır. Bu nedenle dağ aynı zamanda Türk mitolojisinde vatan, memleket, toprak anlamındadır.

Yaradılış söylencesinde Kara-Han yarattığı kara toprak parçası üzerine bir kuş göndermiş, gönderilen kuş »Kartal« kara toprağı pençesiyle pençelemiş, gagasıyla gagalamış işte o mekanda yine Kara-Han’ın sesiyle büyükçe bir dağ oluşmuştur. Bu dağın adı ise Kara Dağ diye anılmıştır.

Mitolojiye göre dağların içinde, yanında ve yöresinde bulunan mağaralar ise ana rahmini simgeler deniliyor. Ayrıca, kaynak su oyukları da mağara gibi bilinse de ana rahmi olarak algılanmış ve kutsiyet yüklenmiştir. Dağların oyuğunda kaynayıp çıkan akar sular her zaman kutsal su olarak algılanmıştır.

Bu anlatılan kült söylenceleri günümüz insanına biraz değişik gelebilir. Ancak mitoloji olarak binlerce yıldır Türk halkları arasında vardır ve diri bir inanç olarak yaşamaktadır.

Türk Mitoloji Tarihinde Su Kültü:

Evrensel olarak var olan tüm felsefelerde şöyle bir net anlatı vardır. Su yaşamın başlangıcıdır. Aynı zamanda da yaşamı sonlandıracak güç suyun ta kendisidir. Dolayısıyla, su tüm canlıların yaşam kaynağıdır. Evrende var olan dört önemli elementlerden birisidir.

Dede Korkut kitabındaki Salur Kazan’ın ırmağa hitaben söylediği sözler, şamanların yersu ruhlarına hitaben söyledikleri ilahilere benzemektedir.

»Çığnım çığnım kayalardan akan su,
Ağaç gemileri oynadan su
Hasan ile Hüseyin’in hasreti su
Bağ ile bostanların ziyneti su
Ayşe ile Fatma’nın nikahı su
Şahbaz atların içtiği su
Kızıl develer gelüp geçtiği su
Ag koyunlar gelüp çevresinde yattığı su
Odamın haberini verir misin degil mana
Kara başum kurban olsun suyum sana«[xi]

Su sıvıdır, yumuşaktır, sert değildir. Ancak zayıf olarak görmemeliyiz. Çok güçlüdür. Yer yüzünde ne varsa sudan yaratılmıştır. Yaratılan ne varsa suyla yok olacaktır. Bu inanç var olan dört element içinde geçerlidir. Birde Altay Yaradılış Destanına göz atalım. Bu destandan küçük bir bölümü okuyalım.

Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı,
Ne gök ne ay ne güneş ne de bir dünya vardı.

Tanrı uçar dururdu, insan oğluysa tekti,
O'da uçar, uçardı, sanki Tanrıyla eşti.

Böylelikle Türk mitolojisinde suyun kült özelliğini biliyoruz. Ayrıca Türk halkları arasında, su adı çeşitli isimlerle de biliniyor. Bunları yazarsak, Su-Issı, Su-Ana, Su-Baba, Ukulaan gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.

Bu sözleri söyledikten sonra şunu da söylemek gerekiyor. Yer su, yani toprak su ikilemi dört element içinde yaşam iksiridir. Su öz olarak yeniden doğuşu simgeler.

Sözümüzün bu noktasında söylenmesi gereken bilgileri verelim. En eski adı Kızılgedik Dağları olan bu dağların adı, Şeyh-i San'ân anlatısından sonra Allahuekber Dağları olarak anılmaya başlanmıştır. Bu dağların en yüksek tepesinin şimdiki adı Allahuekber Tepe'dir (3120 m yüksekliğindedir. Eski dönemlerde ise bu tepenin adı Kızılgedik tepesi olarak bilinirmiş.

Bugünkü adıyla Allahuekber Dağları, geniş bir alana sahiptir. Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nin Erzurum-Kars Bölümü'nde, Erzurum, Kars, Ardahan illerinin sınırlarında uzanan tektonik yapılı olan sıra dağlar, Kars ve Sarıkamış şehir merkezlerinin kuzeybatı yönünde yer alır. Bu yerleşim yeri, Şenkaya ve Göle ilçeleriyle sınırlanmıştır.

Şimdi yine sözümüzü Evliya Çelebi’ye verelim. Kür Nehri hakkında geniş bilgi edinelim. Sonra bu nehrin doğurduğu Kür Sultan Han adıyla bilinen bu destan kahramanına gelelim.

Kür »Kura« ırmağı, ülkemizin Kuzeydoğu Anadolu bölgesindeki Allahuekber Dağlarının kuzey yamaçlarından doğan Kayınlık Dere, Türkmen Dere ve Kür (Gür) Çayı’nın, Göle ovasının kuzeybatısında birleşmesiyle oluşur. Kür ya da Gür adı, bazı kaynaklarda ırmağın tümü için kullanılır.«[xii]

Özbek söylencesinde ise şöyle söz ediliyor: »Kuroğlu bir mezarda (Kur) doğduğu için bu ismi almıştır: ona can mezar içinde gelmiş, mezar ona ana olmuştur. Yedi yaşında »Dürr-i nihan« ona girmiş yani Kuroğlu bütün esrarı öğrenmiştir.«[xiii] Kur sözcüğünün mezar olduğunu veriyor Özbek söylencesi, bizim yörede de mezara Gor derler. Kur ya da gor sözcükleri çukur anlamındadır. Aynı zamanda karanlık ve derin bir yer, dahası yerin dibi, yerin altı, en alt yer anlamında olduğunu söylemeliyim.

Sümer mitolojisine göre, var olan evren iki su kütlesinden oluşmuştur. Bu iki suyu şöyle tanımlamak gerekiyor. Birincisi Ap-Su yani tatlı su, ikincisi tuzlu su anlamında Tiamat isimli suların birleşmesinden oluşmuş deniliyor.

Bir başka açıdan bakarsak Küroğlu adına. Kür: Sümerlerde yeraltı tanrısının adı Kür olarak geçer ve onun koruduğu ırmağın adı da Kür'dur. Sümerlerde Yeraltı dünyasına da bu ad verilir. Kür / Kur / Kör / Kor / Gür / Gur / Gör / Gor sözcüğü; sesleniş olarak nasıl yazarsan yaz bir kök sesin üstünde olduğunu anlıyoruz. Kür sözcüğü genel olarak güç, kuvvet, dayanıklılık, özgürlük, bağımsızlık anlamlarına gelir ki Küroğlu bu isimlerin sahibidir.

Şimdi bu açıklamalardan yol alarak şunu söylemek gerekmez mi? Sözcüğün başlangıç sesi Kür sesidir. Bu ses zamanla değişik ağız ve şivelerle değişime uğramıştır. O halde biz bu sözcüğün ilk sesine dönüyoruz ve ilk seslenişle sesleniyoruz.

Köroğlu Destanı bu topraklarda doğduğu günden bu yana vardır. Söylenilir ve dilden dile aktarılır. Dolayısıyla biz bu söylenceyi az öz demeden buraya alalım. Bu söylence Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasında Özbek Rivayetleri (Kuroğlu) başlığıyla var. Bu rivayeti az aşağıya alıyorum. Daha sonra Küroğlu rivayetini yazacağım.

Rivayetleri yazmadan önce bir konuyu yeniden yazmalıyım. Kür / Kur / Kör / Kor / Gür / Gur / Gör / Gor yazdığım bu sekiz kök sözcüğün sekizinin de Kür sözünden türediğini yazabilirim.

Orhon Yazıtlarından bu yana, Oğuz Kavminin toprakları olan bu sahada Kür adıyla ilgili olan bazı söylenceleri ve yöremizdeki yer adlarını yazmalıyım. Kür ırmağının doğum yeri olan bu saha bu ırmağa adını bağışlayan o küçücük dağın adını yeniden vermeliyim. Kür Dağı, bu dağla ilgili söylenceler oldukça ilginçtir. Bunlardan birkaçını biliyoruz. Bu dağın üstünde mesken kuran bir yiğit var bu Oğuz Kağan’ın öz be öz amcasıdır derler. Bu amcanın adı ise, Kür-Han, Gur-Han, Kor-Han, Gör-Han veya Gür-Han olarak aktarılıyor tüm söylencelerde. Şunu demenin tam zamanıdır. Bizim Köroğlu dediğimiz, başka sahalarda ise değişik isimlerle adlandırılan bu destan kahramanı aslında Oğuz Kağan’ın amcası olan Kür-Han dan başkası değildir. Zamanla çok değişime uğramış, dolayısıyla günümüze Geredeli Köroğlu olarak aktarılmıştır.

Her sahada dilden dile aktarılan ve böylelikle değişip tanınmaz olan destanlarımıza kendi adıma üzülüyorum. Bizim destanlarımızı neden biz yazmıyoruz da başkaları yazarken yok ediyor ve biz bunlara seyirci kalıyoruz.

Şimdi Özbek Rivayeti olarak bilinen Kuroğlu anlatısını okuyalım. Yukarıda da söylemiştim. Bu söylenceyi, Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasında aynen alıp buraya aktarmışım.

Kuroğlu Söylencesi:

Özbek Rivayetleri


Kuroğlu bir mezarda (Kur) doğduğu için bu ismi almıştır: ona can mezar içinde gelmiş, mezar ona ana olmuştur. Yedi yaşında »dürr-i nihan« ona girmiş yani Kuroğlu bütün esrarı öğrenmiştir.

Çembil-Bil şehrinde evvela Ağalık Han, sonra Cığalı Han, nihayet Kuroğlu Sultan hüküm görmüştür. Fakat Kuroğlu da müstakil bir Sultan değildir; o bir Tahran’dır, sonra kendisinin emrinde de doksan tane Türkmen Beyi vardır.

Kuroğlu Çembil-Bil’de kale yaptırmıştır, şehri abat kılar; otuz yaşında ve kırk yaşında »Kırk Çihlten«, »on iki İmam« ve Hızır ile görüşen Kuroğlu büyük bir şöhret kazanır. Şöhretine herkes aşık olur. O daha yirmi yaşında iken Arap Reyhan’ın kızını kaçırmıştı. Elli yaşında iken Kaf Dağı Padişahının kızı Yunus Peri, elli beşinde Hindistan’dan Miskal Peri, altmış beşinde İrem Bağı’ndan Gülnar Peri gelirler, onun karısı olurlar. Bunlardan başka Kuroğlu dokuz tane de insan kızı almıştır. Fakat hiç çocuğu olmamıştır. Onun için İsfahan şehrinde Haldar’ın oğlu Hasan Han’ı alıp kaçırıyor ve evlat ediniyor.

Kuroğlu bundan sonra, artık kırk yiğidinin hiç arzusu kalmadı zanneder. Lakin kırk Yiğit ona derler ki, »Daha bir arzumuz var, o da Hünkar Şah’ın memleketinde Bolduruk Kasap’ın güzel ve yiğit oğlu İvaz Han’dır. Onu da getirelim, senin oğlun olsun, bizim de beyzademiz« Kuroğlu razı olur. Ve gidecek olanı seçmek ister. Hasan Han’dan başka kimse bu işe cesaret edemez. Bunun üzerine Kuroğlu, Hasan Han ile beraber gitmesine mani olan ihtiyarlığına (yüz yaşına) esef ederek Kırk Yiğidi Hasan Han’a terfik eder. Kafile yola çıkar, Bedbaht Dağ’ın eteğine varır, Kuroğlu bu dağın eteğine geldiği zamanlar, dağın başı dumanlı olup olmadığına göre dağı aşıp aşmamak lazım geldiğini anlarmış.

Hasan Han ve arkadaşları akşam namazını kılarlar, yüz Elli Evliyalara yalvarırlar. Ertesi gün dağın tepesine çıkarlar. Uzaktan Gürcistan şehrini 784 minaresi, muazzam kaleleriyle görünce korkarlar; geri dönmek isterler. Hasan Han kızar kalmak için ısrar eder; lakin sözlerini dinletmeyince, babasının rızasını aldıktan sonra tekrar üzere avdete karar verir. Kırk Yiğit, Kuroğlu’nun gazabından korkarlar ve her biri bir tarafa kaçar. Hasan Han meseleyi anlatır. Kuroğlu »Ben yalnız giderim siz kalın« diyerek Kır Atına binip Bedbaht Dağ’ın eteğine varır. Orada Hızır ile mülakat yapar, ondan talimat alır ve bu talimata göre hareket eder; evvela bir çobanla elbisesini değiştirir. Kendisini Bolduruk Kasap’a İvaz’ın dayısı, Türkmen Konur Bey olarak taktim eder. O akşam Kasap’ın evinde misafir kalır. Ertesi gün İvaz’ı »Sana kara kuzuları göstereceğim« diye kandırarak Kasap ile beraber koyunları görmek üzere şehrin haricine çıkarlar. Lakin semiz bir ata binen Kasap çok geride kalır. Kuroğlu da Kır atın yanına gelir gelmez İvaz’ı alır kaçar.

Felaketi anlayan Kasap, Kızılbaşlar Padişahı Hunlar Şaha (Hünkâr Şah) haber verir. Şahın adamları birçok askerle Kuroğlu’nu takip ederler, Lakin Kuroğlu bunların hepsini kırar; zira evliyalar, erenler kendisiyle beraber harp ederler. Düşmanlarından bu suretle kurtulan Kuroğlu, İvaz ile Çembil-Bil’e varır.

Çembil-Bil İvaz Han ile yeniden hayat bulur. Bir yiğit bin yiğit gibi olur. Her hafta Hızır gelip İvaz Han’a dua eder. Artık Kuroğlu da yüz yirmi yaşına girmiş, ihtiyarlaşmıştır. Fakat zürriyet bırakmadığına her zaman esef eder.

Bir gün İvaz Han Kır Ata binerek ava gider; Hüdek Gölü civarında bir Türkmen çadırının önüne gelir. Orada bir kız görür; Bu Ahmet Serdar’ın kızıdır. İvaz Han onu almak ister. Kız delikanlıya kim olduğunu sorar. İvaz, »Kuroğlu’nun Oğluyum« deyince kız, »Kuroğlu’nun oğlu yok, senin kimin oğlu olduğun belli değil, Köle gibi bir şeysin. Ben sana varmam« der. Bundan çok müteessir olan İvaz Han dönünce Kuroğlu’na macerayı anlatır ve Serdar’dan kızı zorla alıp kendisine köle yapmasını ister. Eğer bu isteği olmazsa Çembil-Bil’de durmayacağını söyler.

Kuroğlu doksan Türkmen Beyi’ni toplar, onlarla istişare eder. Bunlar hem Kuroğlu’ndan hem de Ahmet Serdar’dan korktukları için hiç seslerini çıkarmazlar. Yalnız, Yarti Bey Aksakal, rica eder, »Beyleri gönderme, Ahmet Serdar hepsini öldürür«. Der. Bunun üzerine, bir yanda Beylerle Kırk Yiğit ve Kuroğlu sarhoş yatarlarken, ümit ettiği muaveneti bulamayan İvaz Han büyük bir infialle, yalnız Yunus Peri ile vedalaşır ve Mecnun Gök Ata biner, Çembil-Bil’i terk eder. Gürcistan’a doğru yollanır. Diğer taraftan, uyuyan yiğitlerle Kuroğlu İvaz’ın gaybubetinden çok müteessir olurlar ve İvaz’ı tekrar göstermesi için Allah’a niyaz ederler.

İvaz Han Gürcistan’a varır. Onun Şahın huzuruna çıkarırlar. Şah İvaz’ı tanır ve kırk gün salıvermez. Kırkıncı gün İvaz anasının yanına gitmek üzere izin alacağı sırada Şah ona »Atın, yerin, dinin, yiğidin iyisi nerede?« diye bir sual sorar. Bütün bunlara İvaz’ın, Çembil-Bil’de« cevabını vermesi üzerine Şah, eski dinini bırakmış olan İvaz Han’ı öldürmeye karar verir. Onun için bir tek kurtuluş yolu vardır. Eski dinine dönmek. Lakin İvaz Han bu teklifi kabul etmektense ölmeye razı olur. Şah onun derhal idamını isterse de sergerderler ve vezir »Kırk gün hapsedelim, belki nasihat dinler«. Diyerek Şah’ı bu karardan vazgeçirirler. Bu müddet zarfında İvaz Han zindanda Şah’ın sergerderlerinin nasihatlarına ve kız kardeşi Bal Ayım’ın gözyaşlarına ve yalvarmalarına rağmen dininden dönmeye razı olmaz.

İvaz’ın hapsinden otuz gün sonra ağlayıp figan etmekte olan Kırk Yiğide, Kuroğlu, »Hep böyle ağlamak fayda vermez, kalkın Hödek gölüne gidip avlanalım«, der. O göl civarında bir kervana rasgelirler ve İvaz’ın felaketi haberini alırlar. Bunun üzerine atlarına binip Gürcistan’a yollanırlar. Şehre tam idam günü yetişirler. (Azeri rivayetindeki sahne burada da aynıdır.) İlk evvela kendilerini tanıtmazlar. İvaz’ın gözleri sarılıdır. Yanında bulunan Gül Ayım »Bu yiğitler acaba kim«? diye sorunca İvaz gözlerini açtırır ve Kuroğlu ile Kırk Yiğidi tanır. Artık harp başlar, Kuroğlu Hunhar Şah’ı kalesine tıkar ve devletini yıkar. Sonra yine dost olurlar. Hazineyi paylaşırlar. Kuroğlu ve Kırk Yiğit İvaz ile hazinelerle Çembil-Bil’e dönerler. İvaz Han Çembil-Bil’in Sultanı olur. Ondan sonra ölünceye kadar mesut yaşarlar.[xiv]

Şimdi konumuz olan Küroğlu Söylencesine sözümüzü getirelim. Bu söylence benim bazı yazılarımda ve şiirlerimde işlenmiştir. Bende söylence olarak dinlediğim ve sadece bildiğim kadarını yazıyorum.

Benim daha önce yazıp ve yayınladığım, » Köroğlu Destanı Kars, Göle Anlatımı.« adıyla olan söylenceden çok farklı bir anlatımı yoktur. Sadece Küroğlu, değişime uğrayıp Köroğlu oluyor. Yazıda aktarıyorum bazı isimlerde değişiklik oluyor. Ötesi hemen hemen aynıdır.

Küroğlu Söylencesi

Ali erdi munda basaqı talu
Kür ersig yüreklig meŋesi tolu[xv]

Kafkas söylencelerinde Küroğlu'nun adı, Kuşan Ali'dir. Köroğlu'nun baba adı Deli Yusuf, Küroğlu'nun silah ustasının adı ise Deli Yusuf'tur. Köroğlu'nun silah ustası Koca Bey'dir. Küroğlu'nun dedesinin adı ise, Dede Sultan'dır.

Küroğlu kendi hanlığı içinde yaşarken küçük yaşlarda iken, at binmeyi. Ok atmayı öğrendiği bir talim sırasında o hanlığın topraklarını Moğol ordusu basar ve kim var kim yok kılıçtan geçirmeye başlar. Bir yandan Moğol ordularına karşı direnenler diğer bir yandan ise yaşlı ve çocuk olanlar, kaçıp canını kurtarmaya çalışanlar görülüyordu.

Bu baskın esnasında, bu keşmekeş içinde kaçmak yerine sadece saklanmayı aklından geçiriyordu. Atıyla birlikte Kür suyunu karşıya geçip, oralarda gizlenmek istemişti. Bu düşünce ile tezce atıyla suya daldı. Bu çocuk atıyla beraber suyun içinde, sazlıkların arasında sessizce bekledi Moğol ordusu kıracağını kırdı, alacağını aldı ve çekildi gitti. Ortam sakinleşince, saklanan insanlar, saklandığı yerden çıkmaya başladılar.

Hanlık adına ne kadar insan varsa hepsi toparlandı. Ölüler sayılıyor, yaralılar çadırlara taşınıyordu. Herkes birbirine kayıplarını soruyordu. İşte bu arada atıyla beraber bulunamayan Han oğlunu aramaya başladılar.

Han oğlunu kır atıyla Kür suyunun içinde buldular ve sudan çıkması için ona seslendiler. Hanoğlu Kır Atın kuyruğuna tutunarak Kür suyundan yüzerek kenara çıktı. Yorgundu, bitkindi. Öylece çadıra taşıdılar. Çadırda bulunan kavmin en yaşlısı ve bu çocuğun dedesi olan Dede Sultan bekliyordu. Çocuğu ve atı orada Dede Sultan’a teslim edip kenara çekildiler.

Moğol Ordusunun saldırısından kurtulan ne kadar canlı varsa hepsi uzun bir süre sessizleştiler ve saygılı oldular. Bu saygıdan dolayı yukarıda değindiğim Su kültü bağlamında ise suyun içinden çıkanlara bir başka saygılı oldular. İşin özünü yine kavmin yani hanlığın en yaşlısı olan Dede Sultan belirliyordu.

Bir zaman sonra Dede Sultan bu çocuğa ve bu çocuğun atına da Kür suyunun adını verdi. Dedi ki; »Bugünden sonra bu çocuk Kür suyunun oğludur. Bu çocuğun atı da Kür suyunun atıdır. Bundan sonra bu çocuğa Küroğlu, Atına da Kür At demeliyiz«. Böylece bu çocuğun adı Küroğlu, atının adı da Kür At olarak anılmaya başlandı.

Kür suyunun çıkış sahası ve o sahada bulunan ve o günkü adı Kür Dağı olarak bilinen dağın üstünde mesken kuran bu yiğit, Oğuz Kağan’ın öz be öz amcasıdır diyor yazılı kaynaklar. Bu amcanın adı ise, Kür-Han, Gur-Han, Kor-Han, Gör-Han veya Gür-Han olarak aktarılıyor tüm söylencelerde. Bir diğer adıyla Küroğlu,  Kuroğlu, Köroğlu, Koroğlu gibi isimleri saymak gerekiyor.

Bir koçaklamasında şöyle seslenir:

Kür Atımı[xvi]

İndi bir merd deli gerek,
Tapsın menim Dür-Atımı
Alsın düşmanın elinden,
Binip gelsin Kür-Atımı

Kişneyip meydanda gezen,
Herden sağa-sola süzen,
Düşmanın başını üzen,
Bir esremiş Ner-Atımı

Koroğlu’yam, yol güderem,
Düşman bağrını diderem,
Atlanıp özüm gederem,
Çekin benim Kır-Atımı

Küroğlu Sudan doğan, Kür ırmağından doğan olduğu için ona suyun içinde her şey verilmiştir. Bu inanç her konuda kendisini tamamladı. Halk sesiyle ne denilse o güç suyla verilmiştir. Suyun içindeyken içtiği yudum yudum su buna yiğitlik, Hanlık, Ozanlık, aklına ne geliyorsa hepsini bağışlamıştır.

Türk Mitolojisinde var olan su kültü, hemen sonrası dağ kültü bu olayda tam anlamıyla yerini almıştır. Kür-Han denilen bu kişi Oğuz Kağan’ın amcasıdır. O dönem Türk Budunu arasında verilen savaş taht savaşı değil din ve inanç savaşıdır. »Oğuz Kağan tek bir varlığa yani Tanrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve eli ise puta tapıyordu. Bu yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu, kanlı bir çarpışmaya kadar gitti.«

Oğuzun babası Kara-Han, kardeşi Kür-Han, Küz-Han, (Ur) Or-Han ve ötekiler eski Türk inancını korumak adına savaştıkları ve Oğuz Kağan’a karşı yenildiklerini kaynaklardan okuyoruz. Bu sözlerime kaynak olarak bir alıntı vermeliyim. Şimdi, »Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.« çalışmasından küçük bir alıntı:

»Bu Oğuznâme'de, Türkler'in yaşadıkları yerler arasında olmak üzere, Altay ve Orkun bölgeleri ile ilgili herhangi bir söz yoktur. Burada, yukarıdaki adlardan anlaşılacağı üzere, Türkler'in en eski yurdu olarak Talaş (Taraz) ve Sayram (eski adı Isficab) bölgeleri ve bunlara komşu yerler, yani umumiyetle Balhaş-Aral gölleri arası ve çevresi olan topraklar kabul edilmiştir.

Ulcay Han'dan sonra yerine Dib Yavku geçiyor. Dib sözünün taht ve Yavku'nun da ilin başı, ulusu anlamında olduğu kaydedilmektedir. Fakat ikinci rivayet bölümünde çok geçecek olan Yavku'nun hükümdarlık unvanı olduğu kesin olarak bilinmemektedir.

Dib Yavku'nun dört oğlu vardı bunlar, Kara-Han, Kür-Han, Küz-Han, (Ur) Or-Han, bu dört oğuldan biri olan, Kara-Han halef oluyor. Kara-Han ve ondan önceki Dib Yavku, hükümdar adları olarak ileride bir daha geçecektir. Oğuz Han, işte bu Kara-Han’ın oğludur. Oğuz olağan üstün bir şekilde doğuyor; bir yaşında konuşmaya başlayarak "sarayda doğduğum için, benim adım Oğuz konmalıdır" diyor. Oğuz ergenlik çağına girince tek bir varlığa yani Tanrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve ili ise puta tapıyordu. Bu yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu, kanlı bir çarpışmaya kadar gitti. Savaşı Oğuz kazandı. Babası Kara-Han, amcalarından Kür-Han ve Küz-Han? öldüler. Oğuz babasının yerine geçti.«[xvii]

»Kara-Han'ın kardeşleri Kür-Han, Küz-Han ve (Urhan) Or-Han'dır. Bunlardan, Kür-Han, »Gür-Han« bilindiği üzere, Kara Hitay hükümdarlarının unvanıdır. Oğuz Han'ın babası ile savaşının dinî bir sebebe atfedilmesi de bu işlem ile ilgilidir. Oğuz Han ile babası Kara-Han'ın savaşmaları yalnız bu öteki nüshalarda da böyledir ki, onların bu nüshaya bağlı oldukları anlaşılıyor.«[xviii]

Bu bilgileri verdikten sonra Oğuz Kağan destanında geçen metni aynen buraya alıyorum. Bu ek bilgi ile sözümüzün ne olduğunu betimleyelim. Az yukarıda sözünü etmiştim. Bu savaşa bir baba oğul savaşıdır dememeliyiz. Bu yetmiş yıl süren bir savaştır. Özünde bir din savaşıdır. Şimdi bu konuyu betimlemeliyim.

»Oğuz’un Babasına, Amcalarına, Hısım ve Akrabalarına karşı savaşı ve Oğuz’un Düşmanlarını Yenmesi:

Oğuz avdan dönüp evin yakınlarına gelince babası ve amcalarını kendi yakınları ile birlikte savaşa hazır halde buldu. Kendi nökerlerinin başında onlarla çarpıştı. Bu savaş sırasında babası Kara-Han, amcaları Kür-Han ve Küz-Han öldüler. Oğuz yerinde dayandı ve yetmiş yıl amcalarının Uruğları ile daima çarpıştı. Nihayet onları yenip ezdi. Onların vilayeti ve uluslarını ta Karakurum ötelerine kadar kendi idaresine aldı. Kılıç artıkları nihayet onun hakimiyetini kabul ettiler. Dediler ki; biz senin aslından ve soyundanız, aynı kökten türeyen dal-budaklarız ve onların yemişleriyiz. Niçin bizi yok etmek için bu kadar uğraşıyorsun?

Oğuz dedi ki; eğer sizler Tanrı’ya inanır, birliğini kabul ederseniz canınız aman bulur. Ve size oturmak için Türkistan’ı veririz. Fakat onlar inkar gösterdiler. Oğuz onları Karakurum’a kadar sürdü. Onlar da ister istemez yoksulluk içinde Tuğla ırmağı kenarında çöl ve vadilere göçüp yaşamaya devam ettiler. Orasını kendilerine yaylak ve kışlak yaptılar. Bunlar fakirlik, yoksulluk acz ve kırıklıktan her vakit üzüntülü ve gamlı idiler.

Oğuz onlara Muval diye ad verdi; yani her zaman kaygılı, gönlü dar ve zavallı olunuz; köpek derisi giyip av eti yiyiniz, bundan sonra artık Türkistan’a gelmeyiniz. Bu yüzden Türkmenlerin inanışına göre Moğollar Kür-Han, Küz-Han ve Or-Han’ın neslinden türemiş ve doğu taraflarına sahip olmuşlardır. Amma onların ne oldukları hususu doğru olarak belli değil.

Öteki iki kızın durumu, Tanrı’nın birliğini kabul edip etmedikleri ve Oğuz’un onları kendi yanına alıp almadığı da bilinmiyor.

Oğuz bu savaşlardan sonra atından inince altın evin kurulmasını buyurdu ve orada kendi taraftar ve dostlarıyla bir toy yaptı. Kendisine yardım etmek üzere iltihak etmiş olan bir kavme Uygur adını verdi. Türk dilinde izinden giden, uyan demektir. Diğer bir kavme de düşmanları yağma edip ganimet, olcay alındığında, hayvanlar bunları taşımak için yetişmediğinden »Oanglı«lar yaptılar. Bundan evvel tekerlek yoktu »arabayı« ilk defa bunlar inşa ettiler. Levazım ağırlık ve »olcay«ları bunun üzerine koyarak taşıdılar, gittiler.

Oğuz bundan dolayı onlara Qanglı (yani arabalı)lar adını verdi. Talas, Sayram ve o tarafların askerleri, Oğuz’un ülkesinde dik başlılık gösterdiler. Oğuz onların üzerine yürüyüp yendi Talas ve Sayram’dan başlayıp Maveraünnehir, Buhara ve Horezm’e kadar zaptedip idaresine aldı. Memleketin dört bir tarafında oturan yakınları ile anlaşmasını yeniledi ki, evine ve yakınlarına saldırmasınlar ve o da cihangirliğine güvenle girişebilsin.«[xix]

Şunu demenin tam zamanıdır. Bizim Köroğlu dediğimiz, başka sahalarda ise değişik isimlerle adlandırılan bu destan kahramanı aslında Oğuz Kağan’ın amcası olan Kür-Han denilen isimden başkası değildir. Zamanla çok değişime uğramış, dolayısıyla günümüze Celali Köroğlu olarak aktarılmıştır.

İşte bizim bu çalışmada destanını yazdığımız ve bugüne kadar adıyla yaşayıp gelen Küroğlu destanının başlangıcı böyledir. Bu hükümdarın adına bende Nehir Şiir sistemiyle yazdığım bu Kür-Oğlu Destanı, yani, Kür-Han Sultan çalışmasını saygıyla sunuyorum.

                         Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş«



Küroğlu / Kür-Han Sultan Destanı.




[i] Kutadgu Bilig: Altın görünce, pek yürekli insanlar bile yumuşar; kaba sözlü insanların da sözü nazikleşir.
[ii] Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kür Irmağı.
[iii] Herodot Tarihi…
[iv] Kargı Ölmez, Şecere-i Terakime (Giriş – Metin – Dizin), Simurg Yay., Ankara 1996.
[v] Oğuzlara Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer
[vi] G. Doerfer, age., s. 634
[vii]  Osman G. Özgüdenli, Sultan Sencer ve Karahıtaylar, s. 37-38
[viii] Kutadgu Bilig…
[ix] Kutadgu Bilig’in mahiyeti ve Türk kültür tarihindeki yeri hakkında ayrıntılı bilgi için bk, A. Dilaçar, Kutadgu Bilig incelemesi, TDK Yay, Ankara 1988, s.145-198; Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig I Metin, (Haz. Reşit Rahmeti Arat), TDK Yay, İstanbul 1947, s. VII-XLII.
[x] Ayrıca bk. C. Alyılmaz, Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Kurmay Yay., Ankara 2005
[xi] A. İnan; Makaleler ve İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987, sh. 492.
[xii] Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kür Irmağı…
[xiii] Pertev Naili Boratav'ın Köroğlu Destanı…
[xiv] Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasından aktarılmıştır.
[xv] Kutadgu Bilig: Ondan sonra seçkin, cesur, yiğit, kahraman ve akıllı Ali vardı
[xvi] Koroğlu’nun Ballıca Seferi…
[xvii] Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.
[xviii] Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.
[xix] A.  Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan/ Oğuz Destanı/ Reşieddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili/ Enderun Kitapevi. Sayfa 19.20.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sarı Gelin Ezgisi!

Sarı Gelin Ezgisi! Bu dağlar Kızılgedik Dağları Vay Sinan Ölsün Sarı Gelin! Geçtim tüm kapıları ansızın Pencereleri öylece Dolaştım sokak...