Küroğlu Kür-Han
Sultan Destanı! »Köroğlu«
Kür er kördi altun özi yumşadı
Destan
olarak yazdığım Küroğlu, günümüz yazın dünyasında pek bilinmeyen bir isim
olarak, yerini Köroğlu adına terk etmiş görünüyor. Böylesi bir önsöz yazısıyla
konuyu açmaya çabalıyorum. Tarihin derinliklerinde bize el sallayan bir
kahraman, bir halk kahramanı olarak isim değişikliği dolayısıyla silinip
gitmiştir.
Ne kadar
silinip gitmiş desem de Kür sözcüğü, en eski kaynak olan Orhon Yazıtlarında, Kutadgu
Bilig’de, Özbek söylencelerinde, Oğuz Han Destanında ve Kafkas yöresi halk söylencelerinde hep var olmuştur.
Dolayısıyla biraz sonra isimlerle bu konuyu açıklayacağım. Bu var oluşun
gerekçesi sözlü kaynaklar aracılığıyla dilden dile taşındığı için değişim yerel
ağız ile yerel sesleniş hep kendisini göstermiştir.
Kür »Kura«
adı bizim yöremizde çok önemli bir nehir adıdır. Bu adı biraz incelersek,
tarihi kaynaklar değişik dönemlerde değişik seslenişleri aktarıyor. Bu aktarışı
gelin biz Evliya Çelebi’nin kaleminden okuyalım.
»Zaten Kür
nehrine, çıktığı yerden başlayarak yüz elli kadar kasabaya uğradığı halde her
birini yararlandırmadığı için “Kör”
derler. Ama Moğollar bu nehre yararsız anlamına gelen “Ur” sözcüğünü söylerler.
Suyu lezzetli ise de pek aşağı bir seviyede aktığı için yüksek yerleri
sulayamaz.«[ii]
Şimdi bu
anlatım üzere üç sesleniş veriliyor. »Kür, Kör, Ur« şimdi seslenelim,
Küroğlu hemen sonra Köroğlu, ya da Ur-oğlu »Kuroğlu« üç sözcükte aynı seslenişi
gündeme taşıyor. Dolayısıyla bu üç seslenişin arasında hiçbir ayrılık yok her
üç seslenişte aynı kök sözcüğünü gösteriyor. »Keza kör ve kür aynı yazılışa
sahiptir. Çünkü, Göktürk alfabesinde ö ve ü vokalleri aynı karakterle
gösterilir«.
Kür
suyunun doğduğu bu topraklardan Herodot yazdığı tarihinde, Uğuz »Oğuz« Türklerinin
hakimiyetinde olan topraklar diye söz etmektedir. Ayrıca, bu bölgenin yani
Ardahan/Göle »Qulha« Sancağı kesiminin »Bun-Türkler«, ya da »Otokton-Yerli
Türkler« yani Oğuz Türkleri tarafından idare edilen yerler olduğu yazılmaktadır.[iii]
Oğuz
Kavminin toprakları olan bu sahada Kür adıyla ilgili olan bazı söylenceleri ve
yöremizdeki yer adlarını yazmalıyım. Kür ırmağının doğum yeri olan bu dağın
adıyla yani, Kür Dağ’ında »Kürdevan Dağı« yaşayan bir hakan olduğu söylenilir. Kür-Han, Gür-Han veya Gur-Han
olarak da tanınır. Oğuz Kağan’ın amcasıdır der yazılı kaynaklar.
Yazılı
kaynaklar dediğimiz zaman şimdi buraya bu kaynaklardan biri olan, “Kür”
Kelimesi Üzerine Yapı ve Anlam Bilgisi Yönünden Görüşler”. Mehmet Turgut
Berbercan/ DergiPark.PDF Sayfasından aldığım bu küçük alıntıyı şimdi okuyalım.
Hive Han’ı Ebu’l Gazi Bahadur
tarafından Çağatay Türkçesi ile oluşturulmuş Şecere-i Terâkime’de de kür
kelimesiyle karşılaşırız:[iv]
Oğuz’un amcaların-dan birinin adı “Kür-Han’dır.
»Oğuz Han Destanı, bu bahse
Türklerin ilk Hükümdarının Nuh Peygamber oğlu Yâfes olduğu ifadesi ile
başlanmakta ve Yâfes'in Türkçe Ulcay Han adını taşıdığı söylenmektedir. Ulcay
sözünün Moğolca olduğu malûmdur. Ulcay Han, göçebe olup, İnanç şehri
bölgesindeki Ortak =Ordağ) ve Kür Tak (Gür Dağ) yaylağı, aynı bölgede
Porsuk'daki Kara kum adlı yer de kışlağı idi. Talaş ve Kan Sayram şehirleri de
bu bölgelerde bulunuyordu. Haleflerinin ve bu arada Oğuz Han'ın da yurdu burası
olmuştur.«[v]
İkinci bir alıntı daha geliyor bu
alıntılar şu amaçla buraya aktarılmıştır. Kür-Han dediğimiz kişinin, kim
olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Yani Kür-Han, Kara-Han’ın kardeşi, Oğuz
Kağan’ın amcasıdır. Kısacası bizim bildiğimiz Köroğlu’dur…
Ebu’l Gazi Bahadur’un diğer eseri
Şecere-i Türk’te ise kür kelimesinin anlamı açıklanmakta ve bu kelimenin Moğol
soylu oldukları bilinen Hatayların »Karahitay« dilinde “büyük padişah”
anlamına geldiği belirtilmektedir.[vi]
“Kendisine “Kür-Han” deyip lakap
koydu. “kür”ün anlamı Hatay dilinde büyük (ulu) padişah demek olur.” Şecere-i
Türk’te sözü geçen Han’ın kendisine kür adını lakap olarak almasının
sebebi, kendi gücünü ve cesaretini övmek; iller, ülkeler istilâ etmekte
gösterdiği hüneri belirtmek ve düşmana, kendisinin alt edilemeyecek derecede
kurnaz ve yaman olduğunu bildirmek istemesidir.
»Gür-Han, müteakiben Karahanlı
hanedanının bir kolunun hâkimiyetinde bulunan Fergana’ya müdahale etmiştir.
Kaynaklarda bu seri harekâtın tarihi ve cereyan şekli hakkında maalesef bilgi
yoktur. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Fergana’nın zaptından sonra Karahıtay
hükümdarı Gür-Han ile Karahanlı hükümdarı Mahmud Han arasında 1137 yılında
Hoçend Savaşı cereyan etmiştir. Hoçend’in Fergana yolu üzerinde bulunması,
Mahmud Han’ın Fergana hükümdarına yardım için yola çıkmış olabileceği fikrini
akla getirmektedir«.[vii]
Mademki
en eski yazılı kaynaklara döndük, gelin şimdi bir soluk Kutadgu Bilig’e
sonra da Orhon Yazıtlarına kadar uzanalım. Kür sözcüğü
hakkında bazı bilgileri de oradan okuyalım.
»Harpte cesur yiğitler (kür/er)
dayanmalı, düşman at salarsa, hemen korkmadan ve düzeni bozmadan toplanmalıdır.«[viii]
»Gelin kızların sevinçli anları
düğün/zifaf geceleri (küden tün); cesur
ve kahraman erkeğin (kür/alp) iftihar
edeceği zamanlar ise harp günleridir.«[ix]
»Göktürk
abidelerinde geçen kür(e) güñ (i)n, kürlüg ve küre-g kelimelerinin ortak bir
kür- isim kökünden türediği anlaşılmaktadır. Orijinal metne bakıldığında bu üç
kelimenin de aynı şekilde yazılmış bir kür- fiil köküyle başladığı göze
çarpmaktadır.«[x] bu verilen bilgiden anladığımız kadarıyla Kür sözcüğü en eski
kaynak Göktürk Abidelerine kadar uzanabiliyor.
Yine o
dönemi içeren bilgilerden birkaçını verilim. Şöyle ki, Kür isminin Orhon
Yazıtlarında asi, isyancı, söz dinlemez, kaçak, baş kaldıran, bozguncu gibi
anlamlar taşıdığı yazılıyor. Ben sadece bu verilen bilgilerin ışığıyla yazıya
alıntılar yapıyorum. Dahası şöyle bir bilgi veriyor sözü edilen yazıtlar.
- Kürlig sözcüğü ilk okunuşta aldatıcı olarak anlamlandırılmış.
- Körgü sözcüğünün kör (görmek) kökünden türediği savunulmuş. Keza kör ve kür aynı yazılışa sahiptir. Çünkü, Göktürk alfabesinde ö ve ü vokalleri aynı karakterle gösterilir.
- Körüg “kör- (görmek) kökünden türediği savunulmuş; ajan, gözlemci izleyici olarak anlamlandırılmış.” Ayrıca şunu da demeliyiz. Göktürk abideleriyle ilişkilendirilmeden, bir başka madde başında, küreg kelimesinin “küre- fiil kökünden türediği belirtilerek, bu kelimenin, (g) eki alarak kaçak, firari anlamında kullanıldığı kaydedilmiştir.
Bu verilen
bilgilerden sonra, şunu demek gerekiyor. Kür adı Orhon yazıtlarında var. Bu
yazıtlarda da bir kişiden söz ediliyor. Oğuz kavminden gelen, söz dinlemez bir
kişinin varlığını öğreniyoruz. Demek ki Kür adı o döneme kadar uzanabiliyor.
Uzanabiliyor uzanmasına da o dönemin bir savaşçısından ve var olan düzene karşı
çıkan bir isyancıdan söz ediliyor. Bu küçük alıntılar bize Kür adının kaynağını
gösteriyor. Şimdi bu bilgilerden sonra, benim yerel olarak kendi yöremde yerli
halk anlatılarından öğrendiğim bazı bilgileri vermeliyim.
Kür özünde
bir dağın adıdır. Bu dağın eteğinde doğan ırmağa ve üstünde yaşayan bir destan
kahramanına kendi adını bağışlamıştır. O gün bu gündür. Kür-Dağı’nın eteğinde
doğan ırmağa Kür Irmağı, üstünde yaşayan efsanevi kahramana da Küroğlu yani Kür-Han
denilmiştir. Dolayısıyla yerel ağız, şive söylemiyle değişik değişik söylemler
oluşmuş olsa da köken olarak Kür Dağı ad olarak kendi sahasında esastır.
Türk Mitoloji Tarihinde Dağ
Kültü:
Sözün bu
evresinde dilimize dolanan “Kült” sözcüğünün niteliğinden söz edelim. Bu sözcük
öz olarak, Fransızcada olan culte sözcüğüdür. Ancak bu sözcük Fransızcaya ise
Latince dilinden geçmiştir. Latince dilinden bilinen “cultus” sözcüğüdür.
Bununda anlamı tapınma olduğunu yazmalıyım.
Şimdi
sözün bu esnasında, Altay Yaradılış Destanına göz atalım. Bu destandan
küçük bir bölümü okuyalım.
Büyük
bir dağ yükselir, on iki gök katından
Dağda
bir kayın vardı, yaprakları altından,
Kayının
altındaysa, küçük bir çukur vardı,
Bir
karış bile değil, o kadar yüzlek dardı.
Türk
mitolojisinde bilinen kült sözcüklerinin ikisini bu yazıya almışım. Bir Su Kültü, ikincisi Dağ kültü, bu iki kült ile birlikte, Atalar Kültü, Yada Taşı
Kültü, Tulpar (At) Kültü, Boğa Kültü, Güneş Kültü, Gök Kültü, Geyik Kültü, Dağ Keçisi Kültü,
Kartal Kültü, Bozkurt Kültü, Kurtağzı Kültü, Ateş Kültü, Ocak Kültü, koyun/koç kültü,
ağaç kültü, Sarıkız
Kültü gibi değişik kültlerin olduğunu biliyoruz.
Sözümüz dağ kültü olduğuna göre
biraz bundan söz edelim. Türk mitolojisinde dağlar Tanrı’nın mekanıdır. Yani
dağlar tanrıya özgüdür. En yüce dağların adı Tanrı Dağlarıdır. Bu
nedenle dağ aynı zamanda Türk mitolojisinde vatan, memleket, toprak
anlamındadır.
Yaradılış
söylencesinde Kara-Han yarattığı kara toprak parçası üzerine bir kuş göndermiş,
gönderilen kuş »Kartal« kara toprağı pençesiyle pençelemiş, gagasıyla
gagalamış işte o mekanda yine Kara-Han’ın sesiyle büyükçe bir dağ oluşmuştur.
Bu dağın adı ise Kara Dağ diye anılmıştır.
Mitolojiye
göre dağların içinde, yanında ve yöresinde bulunan mağaralar ise ana rahmini
simgeler deniliyor. Ayrıca, kaynak su oyukları da mağara gibi bilinse de ana
rahmi olarak algılanmış ve kutsiyet yüklenmiştir. Dağların oyuğunda kaynayıp
çıkan akar sular her zaman kutsal su olarak algılanmıştır.
Bu
anlatılan kült söylenceleri günümüz insanına biraz değişik gelebilir. Ancak
mitoloji olarak binlerce yıldır Türk halkları arasında vardır ve diri bir inanç
olarak yaşamaktadır.
Türk Mitoloji Tarihinde Su Kültü:
Evrensel olarak var olan tüm
felsefelerde şöyle bir net anlatı vardır. Su yaşamın başlangıcıdır. Aynı
zamanda da yaşamı sonlandıracak güç suyun ta kendisidir. Dolayısıyla, su tüm
canlıların yaşam kaynağıdır. Evrende var olan dört önemli elementlerden
birisidir.
Dede Korkut kitabındaki Salur
Kazan’ın ırmağa hitaben söylediği sözler, şamanların yersu ruhlarına hitaben
söyledikleri ilahilere benzemektedir.
»Çığnım çığnım kayalardan akan
su,
Ağaç gemileri oynadan su
Hasan ile Hüseyin’in hasreti su
Bağ ile bostanların ziyneti su
Ayşe ile Fatma’nın nikahı su
Şahbaz atların içtiği su
Kızıl develer gelüp geçtiği su
Ag koyunlar gelüp çevresinde
yattığı su
Odamın haberini verir misin degil
mana
Kara başum kurban olsun suyum
sana«[xi]
Su sıvıdır, yumuşaktır, sert
değildir. Ancak zayıf olarak görmemeliyiz. Çok güçlüdür. Yer yüzünde ne varsa
sudan yaratılmıştır. Yaratılan ne varsa suyla yok olacaktır. Bu inanç var olan
dört element içinde geçerlidir. Birde Altay Yaradılış Destanına göz atalım. Bu
destandan küçük bir bölümü okuyalım.
Yerin yer olduğunda, sular
yeri sarardı,
Ne gök ne ay ne güneş ne de
bir dünya vardı.
Tanrı uçar dururdu, insan
oğluysa tekti,
O'da uçar, uçardı, sanki
Tanrıyla eşti.
Böylelikle Türk mitolojisinde
suyun kült özelliğini biliyoruz. Ayrıca Türk halkları arasında, su adı çeşitli
isimlerle de biliniyor. Bunları yazarsak, Su-Issı, Su-Ana, Su-Baba, Ukulaan
gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.
Bu sözleri söyledikten sonra şunu
da söylemek gerekiyor. Yer su, yani toprak su ikilemi dört element içinde yaşam
iksiridir. Su öz olarak yeniden doğuşu simgeler.
Sözümüzün bu noktasında
söylenmesi gereken bilgileri verelim. En eski adı Kızılgedik Dağları olan bu
dağların adı, Şeyh-i San'ân
anlatısından sonra Allahuekber Dağları olarak anılmaya başlanmıştır. Bu
dağların en yüksek tepesinin şimdiki adı Allahuekber Tepe'dir (3120 m
yüksekliğindedir. Eski dönemlerde ise bu tepenin adı Kızılgedik tepesi olarak
bilinirmiş.
Bugünkü adıyla Allahuekber
Dağları, geniş bir alana sahiptir. Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nin
Erzurum-Kars Bölümü'nde, Erzurum, Kars, Ardahan illerinin sınırlarında uzanan
tektonik yapılı olan sıra dağlar, Kars ve Sarıkamış şehir merkezlerinin
kuzeybatı yönünde yer alır. Bu yerleşim yeri, Şenkaya ve Göle ilçeleriyle
sınırlanmıştır.
Şimdi yine
sözümüzü Evliya Çelebi’ye verelim. Kür Nehri hakkında geniş bilgi edinelim.
Sonra bu nehrin doğurduğu Kür Sultan Han adıyla bilinen bu destan kahramanına
gelelim.
Kür »Kura«
ırmağı, ülkemizin Kuzeydoğu Anadolu bölgesindeki
Allahuekber Dağlarının kuzey yamaçlarından doğan Kayınlık Dere, Türkmen
Dere ve Kür (Gür) Çayı’nın, Göle ovasının kuzeybatısında birleşmesiyle oluşur.
Kür ya da Gür adı, bazı kaynaklarda ırmağın tümü için kullanılır.«[xii]
Özbek söylencesinde ise şöyle söz
ediliyor: »Kuroğlu bir mezarda (Kur) doğduğu için bu ismi almıştır: ona can
mezar içinde gelmiş, mezar ona ana olmuştur. Yedi yaşında »Dürr-i nihan« ona
girmiş yani Kuroğlu bütün esrarı öğrenmiştir.«[xiii]
Kur sözcüğünün mezar olduğunu veriyor Özbek söylencesi, bizim yörede de mezara
Gor derler. Kur ya da gor sözcükleri çukur anlamındadır. Aynı zamanda karanlık
ve derin bir yer, dahası yerin dibi, yerin altı, en alt yer anlamında olduğunu
söylemeliyim.
Sümer mitolojisine göre, var olan
evren iki su kütlesinden oluşmuştur. Bu iki suyu şöyle tanımlamak gerekiyor.
Birincisi Ap-Su yani tatlı su, ikincisi tuzlu su anlamında Tiamat
isimli suların birleşmesinden oluşmuş deniliyor.
Bir başka
açıdan bakarsak Küroğlu adına. Kür: Sümerlerde yeraltı
tanrısının adı Kür olarak geçer ve onun koruduğu ırmağın adı da Kür'dur.
Sümerlerde Yeraltı dünyasına da bu ad verilir. Kür / Kur / Kör / Kor / Gür /
Gur / Gör / Gor sözcüğü; sesleniş olarak nasıl yazarsan yaz bir kök sesin
üstünde olduğunu anlıyoruz. Kür sözcüğü genel olarak güç, kuvvet, dayanıklılık,
özgürlük, bağımsızlık anlamlarına gelir ki Küroğlu bu isimlerin sahibidir.
Şimdi bu açıklamalardan yol
alarak şunu söylemek gerekmez mi? Sözcüğün başlangıç sesi Kür sesidir. Bu ses
zamanla değişik ağız ve şivelerle değişime uğramıştır. O halde biz bu sözcüğün
ilk sesine dönüyoruz ve ilk seslenişle sesleniyoruz.
Köroğlu Destanı bu topraklarda
doğduğu günden bu yana vardır. Söylenilir ve dilden dile aktarılır. Dolayısıyla
biz bu söylenceyi az öz demeden buraya alalım. Bu söylence Pertev Naili
Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla
yayınladığı kitap çalışmasında Özbek Rivayetleri (Kuroğlu) başlığıyla var. Bu
rivayeti az aşağıya alıyorum. Daha sonra Küroğlu rivayetini yazacağım.
Rivayetleri
yazmadan önce bir konuyu yeniden yazmalıyım. Kür / Kur / Kör / Kor / Gür / Gur / Gör / Gor yazdığım
bu sekiz kök sözcüğün sekizinin de Kür sözünden türediğini yazabilirim.
Orhon
Yazıtlarından bu yana, Oğuz Kavminin toprakları olan bu sahada Kür adıyla
ilgili olan bazı söylenceleri ve yöremizdeki yer adlarını yazmalıyım. Kür
ırmağının doğum yeri olan bu saha bu ırmağa adını bağışlayan o küçücük dağın
adını yeniden vermeliyim. Kür Dağı, bu dağla ilgili söylenceler oldukça
ilginçtir. Bunlardan birkaçını biliyoruz. Bu dağın üstünde mesken kuran bir
yiğit var bu Oğuz Kağan’ın öz be öz amcasıdır derler. Bu amcanın adı ise, Kür-Han,
Gur-Han, Kor-Han, Gör-Han veya Gür-Han olarak aktarılıyor tüm söylencelerde.
Şunu demenin tam zamanıdır. Bizim Köroğlu dediğimiz, başka sahalarda ise
değişik isimlerle adlandırılan bu destan kahramanı aslında Oğuz Kağan’ın amcası
olan Kür-Han dan başkası değildir. Zamanla çok değişime uğramış, dolayısıyla
günümüze Geredeli Köroğlu olarak aktarılmıştır.
Her sahada
dilden dile aktarılan ve böylelikle değişip tanınmaz olan destanlarımıza kendi
adıma üzülüyorum. Bizim destanlarımızı neden biz yazmıyoruz da başkaları
yazarken yok ediyor ve biz bunlara seyirci kalıyoruz.
Şimdi
Özbek Rivayeti olarak bilinen Kuroğlu anlatısını okuyalım. Yukarıda da
söylemiştim. Bu söylenceyi, Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasında aynen alıp
buraya aktarmışım.
Kuroğlu Söylencesi:
Özbek
Rivayetleri
Kuroğlu bir mezarda (Kur) doğduğu
için bu ismi almıştır: ona can mezar içinde gelmiş, mezar ona ana olmuştur.
Yedi yaşında »dürr-i nihan« ona girmiş yani Kuroğlu bütün esrarı öğrenmiştir.
Çembil-Bil şehrinde evvela Ağalık
Han, sonra Cığalı Han, nihayet Kuroğlu Sultan hüküm görmüştür. Fakat Kuroğlu da
müstakil bir Sultan değildir; o bir Tahran’dır, sonra kendisinin emrinde de
doksan tane Türkmen Beyi vardır.
Kuroğlu Çembil-Bil’de kale
yaptırmıştır, şehri abat kılar; otuz yaşında ve kırk yaşında »Kırk Çihlten«,
»on iki İmam« ve Hızır ile görüşen Kuroğlu büyük bir şöhret kazanır. Şöhretine
herkes aşık olur. O daha yirmi yaşında iken Arap Reyhan’ın kızını kaçırmıştı.
Elli yaşında iken Kaf Dağı Padişahının kızı Yunus Peri, elli beşinde Hindistan’dan
Miskal Peri, altmış beşinde İrem Bağı’ndan Gülnar Peri gelirler, onun karısı
olurlar. Bunlardan başka Kuroğlu dokuz tane de insan kızı almıştır. Fakat hiç
çocuğu olmamıştır. Onun için İsfahan şehrinde Haldar’ın oğlu Hasan Han’ı alıp
kaçırıyor ve evlat ediniyor.
Kuroğlu bundan sonra, artık kırk
yiğidinin hiç arzusu kalmadı zanneder. Lakin kırk Yiğit ona derler ki, »Daha
bir arzumuz var, o da Hünkar Şah’ın memleketinde Bolduruk Kasap’ın güzel ve
yiğit oğlu İvaz Han’dır. Onu da getirelim, senin oğlun olsun, bizim de
beyzademiz« Kuroğlu razı olur. Ve gidecek olanı seçmek ister. Hasan Han’dan
başka kimse bu işe cesaret edemez. Bunun üzerine Kuroğlu, Hasan Han ile beraber
gitmesine mani olan ihtiyarlığına (yüz yaşına) esef ederek Kırk Yiğidi Hasan
Han’a terfik eder. Kafile yola çıkar, Bedbaht Dağ’ın eteğine varır, Kuroğlu bu
dağın eteğine geldiği zamanlar, dağın başı dumanlı olup olmadığına göre dağı
aşıp aşmamak lazım geldiğini anlarmış.
Hasan Han ve arkadaşları akşam
namazını kılarlar, yüz Elli Evliyalara yalvarırlar. Ertesi gün dağın tepesine
çıkarlar. Uzaktan Gürcistan şehrini 784 minaresi, muazzam kaleleriyle görünce
korkarlar; geri dönmek isterler. Hasan Han kızar kalmak için ısrar eder; lakin
sözlerini dinletmeyince, babasının rızasını aldıktan sonra tekrar üzere avdete
karar verir. Kırk Yiğit, Kuroğlu’nun gazabından korkarlar ve her biri bir
tarafa kaçar. Hasan Han meseleyi anlatır. Kuroğlu »Ben yalnız giderim siz
kalın« diyerek Kır Atına binip Bedbaht Dağ’ın eteğine varır. Orada Hızır ile
mülakat yapar, ondan talimat alır ve bu talimata göre hareket eder; evvela bir
çobanla elbisesini değiştirir. Kendisini Bolduruk Kasap’a İvaz’ın dayısı,
Türkmen Konur Bey olarak taktim eder. O akşam Kasap’ın evinde misafir kalır.
Ertesi gün İvaz’ı »Sana kara kuzuları göstereceğim« diye kandırarak Kasap ile
beraber koyunları görmek üzere şehrin haricine çıkarlar. Lakin semiz bir ata
binen Kasap çok geride kalır. Kuroğlu da Kır atın yanına gelir gelmez İvaz’ı
alır kaçar.
Felaketi anlayan Kasap,
Kızılbaşlar Padişahı Hunlar Şaha (Hünkâr Şah) haber verir. Şahın adamları
birçok askerle Kuroğlu’nu takip ederler, Lakin Kuroğlu bunların hepsini kırar;
zira evliyalar, erenler kendisiyle beraber harp ederler. Düşmanlarından bu
suretle kurtulan Kuroğlu, İvaz ile Çembil-Bil’e varır.
Çembil-Bil İvaz Han ile yeniden
hayat bulur. Bir yiğit bin yiğit gibi olur. Her hafta Hızır gelip İvaz Han’a
dua eder. Artık Kuroğlu da yüz yirmi yaşına girmiş, ihtiyarlaşmıştır. Fakat
zürriyet bırakmadığına her zaman esef eder.
Bir gün İvaz Han Kır Ata binerek
ava gider; Hüdek Gölü civarında bir Türkmen çadırının önüne gelir. Orada bir
kız görür; Bu Ahmet Serdar’ın kızıdır. İvaz Han onu almak ister. Kız
delikanlıya kim olduğunu sorar. İvaz, »Kuroğlu’nun Oğluyum« deyince kız,
»Kuroğlu’nun oğlu yok, senin kimin oğlu olduğun belli değil, Köle gibi bir
şeysin. Ben sana varmam« der. Bundan çok müteessir olan İvaz Han dönünce
Kuroğlu’na macerayı anlatır ve Serdar’dan kızı zorla alıp kendisine köle
yapmasını ister. Eğer bu isteği olmazsa Çembil-Bil’de durmayacağını söyler.
Kuroğlu doksan Türkmen Beyi’ni
toplar, onlarla istişare eder. Bunlar hem Kuroğlu’ndan hem de Ahmet Serdar’dan
korktukları için hiç seslerini çıkarmazlar. Yalnız, Yarti Bey Aksakal, rica
eder, »Beyleri gönderme, Ahmet Serdar hepsini öldürür«. Der. Bunun üzerine, bir
yanda Beylerle Kırk Yiğit ve Kuroğlu sarhoş yatarlarken, ümit ettiği muaveneti
bulamayan İvaz Han büyük bir infialle, yalnız Yunus Peri ile vedalaşır ve
Mecnun Gök Ata biner, Çembil-Bil’i terk eder. Gürcistan’a doğru yollanır. Diğer
taraftan, uyuyan yiğitlerle Kuroğlu İvaz’ın gaybubetinden çok müteessir olurlar
ve İvaz’ı tekrar göstermesi için Allah’a niyaz ederler.
İvaz Han Gürcistan’a varır. Onun
Şahın huzuruna çıkarırlar. Şah İvaz’ı tanır ve kırk gün salıvermez. Kırkıncı
gün İvaz anasının yanına gitmek üzere izin alacağı sırada Şah ona »Atın, yerin,
dinin, yiğidin iyisi nerede?« diye bir sual sorar. Bütün bunlara İvaz’ın,
Çembil-Bil’de« cevabını vermesi üzerine Şah, eski dinini bırakmış olan İvaz
Han’ı öldürmeye karar verir. Onun için bir tek kurtuluş yolu vardır. Eski
dinine dönmek. Lakin İvaz Han bu teklifi kabul etmektense ölmeye razı olur. Şah
onun derhal idamını isterse de sergerderler ve vezir »Kırk gün hapsedelim,
belki nasihat dinler«. Diyerek Şah’ı bu karardan vazgeçirirler. Bu müddet
zarfında İvaz Han zindanda Şah’ın sergerderlerinin nasihatlarına ve kız kardeşi
Bal Ayım’ın gözyaşlarına ve yalvarmalarına rağmen dininden dönmeye razı olmaz.
İvaz’ın hapsinden otuz gün sonra
ağlayıp figan etmekte olan Kırk Yiğide, Kuroğlu, »Hep böyle ağlamak fayda
vermez, kalkın Hödek gölüne gidip avlanalım«, der. O göl civarında bir kervana
rasgelirler ve İvaz’ın felaketi haberini alırlar. Bunun üzerine atlarına binip
Gürcistan’a yollanırlar. Şehre tam idam günü yetişirler. (Azeri rivayetindeki
sahne burada da aynıdır.) İlk evvela kendilerini tanıtmazlar. İvaz’ın gözleri
sarılıdır. Yanında bulunan Gül Ayım »Bu yiğitler acaba kim«? diye sorunca İvaz
gözlerini açtırır ve Kuroğlu ile Kırk Yiğidi tanır. Artık harp başlar, Kuroğlu
Hunhar Şah’ı kalesine tıkar ve devletini yıkar. Sonra yine dost olurlar.
Hazineyi paylaşırlar. Kuroğlu ve Kırk Yiğit İvaz ile hazinelerle Çembil-Bil’e
dönerler. İvaz Han Çembil-Bil’in Sultanı olur. Ondan sonra ölünceye kadar mesut
yaşarlar.[xiv]
Şimdi
konumuz olan Küroğlu Söylencesine sözümüzü getirelim. Bu söylence benim bazı
yazılarımda ve şiirlerimde işlenmiştir. Bende söylence olarak dinlediğim ve
sadece bildiğim kadarını yazıyorum.
Benim daha
önce yazıp ve yayınladığım, » Köroğlu Destanı
Kars, Göle Anlatımı.« adıyla olan söylenceden çok farklı bir anlatımı yoktur.
Sadece Küroğlu, değişime uğrayıp Köroğlu oluyor. Yazıda aktarıyorum bazı
isimlerde değişiklik oluyor. Ötesi hemen hemen aynıdır.
Küroğlu
Söylencesi
Ali
erdi munda basaqı talu
Kafkas
söylencelerinde Küroğlu'nun adı, Kuşan Ali'dir. Köroğlu'nun baba adı Deli
Yusuf, Küroğlu'nun silah ustasının adı ise Deli Yusuf'tur. Köroğlu'nun silah
ustası Koca Bey'dir. Küroğlu'nun dedesinin adı ise, Dede Sultan'dır.
Küroğlu kendi hanlığı içinde
yaşarken küçük yaşlarda iken, at binmeyi. Ok atmayı öğrendiği bir talim
sırasında o hanlığın topraklarını Moğol ordusu basar ve kim var kim yok
kılıçtan geçirmeye başlar. Bir yandan Moğol ordularına karşı direnenler diğer
bir yandan ise yaşlı ve çocuk olanlar, kaçıp canını kurtarmaya çalışanlar
görülüyordu.
Bu baskın esnasında, bu keşmekeş
içinde kaçmak yerine sadece saklanmayı aklından geçiriyordu. Atıyla birlikte
Kür suyunu karşıya geçip, oralarda gizlenmek istemişti. Bu düşünce ile tezce
atıyla suya daldı. Bu çocuk atıyla beraber suyun içinde, sazlıkların arasında
sessizce bekledi Moğol ordusu kıracağını kırdı, alacağını aldı ve çekildi
gitti. Ortam sakinleşince, saklanan insanlar, saklandığı yerden çıkmaya
başladılar.
Hanlık adına ne kadar insan varsa
hepsi toparlandı. Ölüler sayılıyor, yaralılar çadırlara taşınıyordu. Herkes
birbirine kayıplarını soruyordu. İşte bu arada atıyla beraber bulunamayan Han
oğlunu aramaya başladılar.
Han oğlunu kır atıyla Kür suyunun
içinde buldular ve sudan çıkması için ona seslendiler. Hanoğlu Kır Atın
kuyruğuna tutunarak Kür suyundan yüzerek kenara çıktı. Yorgundu, bitkindi.
Öylece çadıra taşıdılar. Çadırda bulunan kavmin en yaşlısı ve bu çocuğun dedesi
olan Dede Sultan bekliyordu. Çocuğu ve atı orada Dede Sultan’a teslim edip
kenara çekildiler.
Moğol Ordusunun saldırısından
kurtulan ne kadar canlı varsa hepsi uzun bir süre sessizleştiler ve saygılı
oldular. Bu saygıdan dolayı yukarıda değindiğim Su kültü bağlamında ise suyun
içinden çıkanlara bir başka saygılı oldular. İşin özünü yine kavmin yani
hanlığın en yaşlısı olan Dede Sultan belirliyordu.
Bir zaman sonra Dede Sultan bu
çocuğa ve bu çocuğun atına da Kür suyunun adını verdi. Dedi ki; »Bugünden
sonra bu çocuk Kür suyunun oğludur. Bu çocuğun atı da Kür suyunun atıdır.
Bundan sonra bu çocuğa Küroğlu, Atına da Kür At demeliyiz«. Böylece bu
çocuğun adı Küroğlu, atının adı da Kür At olarak anılmaya başlandı.
Kür suyunun çıkış sahası ve o
sahada bulunan ve o günkü adı Kür Dağı olarak bilinen dağın üstünde mesken kuran bu yiğit, Oğuz Kağan’ın öz be öz
amcasıdır diyor yazılı kaynaklar. Bu amcanın adı ise, Kür-Han, Gur-Han,
Kor-Han, Gör-Han veya Gür-Han olarak aktarılıyor tüm söylencelerde. Bir diğer
adıyla Küroğlu, Kuroğlu, Köroğlu,
Koroğlu gibi isimleri saymak gerekiyor.
Bir koçaklamasında şöyle
seslenir:
Kür Atımı[xvi]
İndi bir merd deli gerek,
Tapsın menim Dür-Atımı
Alsın düşmanın elinden,
Binip gelsin Kür-Atımı
Kişneyip meydanda gezen,
Herden sağa-sola süzen,
Düşmanın başını üzen,
Bir esremiş Ner-Atımı
Koroğlu’yam, yol güderem,
Düşman bağrını diderem,
Atlanıp özüm gederem,
Çekin benim Kır-Atımı
Küroğlu Sudan doğan, Kür ırmağından
doğan olduğu için ona suyun içinde her şey verilmiştir. Bu inanç her konuda
kendisini tamamladı. Halk sesiyle ne denilse o güç suyla verilmiştir. Suyun
içindeyken içtiği yudum yudum su buna yiğitlik, Hanlık, Ozanlık, aklına ne
geliyorsa hepsini bağışlamıştır.
Türk Mitolojisinde var olan su
kültü, hemen sonrası dağ kültü bu olayda tam anlamıyla yerini almıştır. Kür-Han
denilen bu kişi Oğuz Kağan’ın amcasıdır. O dönem Türk Budunu arasında verilen
savaş taht savaşı değil din ve inanç savaşıdır. »Oğuz Kağan tek bir varlığa
yani Tanrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve eli ise puta tapıyordu. Bu
yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu, kanlı bir çarpışmaya
kadar gitti.«
Oğuzun babası Kara-Han, kardeşi
Kür-Han, Küz-Han, (Ur) Or-Han ve ötekiler eski Türk inancını korumak adına
savaştıkları ve Oğuz Kağan’a karşı yenildiklerini kaynaklardan okuyoruz. Bu
sözlerime kaynak olarak bir alıntı vermeliyim. Şimdi, »Oğuzlar'a Ait Destani
Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.« çalışmasından küçük bir alıntı:
»Bu Oğuznâme'de, Türkler'in
yaşadıkları yerler arasında olmak üzere, Altay ve Orkun bölgeleri ile ilgili
herhangi bir söz yoktur. Burada, yukarıdaki adlardan anlaşılacağı üzere,
Türkler'in en eski yurdu olarak Talaş (Taraz) ve Sayram (eski adı Isficab)
bölgeleri ve bunlara komşu yerler, yani umumiyetle Balhaş-Aral gölleri arası ve
çevresi olan topraklar kabul edilmiştir.
Ulcay Han'dan sonra yerine Dib
Yavku geçiyor. Dib sözünün taht ve Yavku'nun da ilin başı, ulusu anlamında
olduğu kaydedilmektedir. Fakat ikinci rivayet bölümünde çok geçecek olan
Yavku'nun hükümdarlık unvanı olduğu kesin olarak bilinmemektedir.
Dib Yavku'nun dört oğlu vardı
bunlar, Kara-Han, Kür-Han, Küz-Han, (Ur) Or-Han, bu dört oğuldan biri olan, Kara-Han
halef oluyor. Kara-Han ve ondan önceki Dib Yavku, hükümdar adları olarak
ileride bir daha geçecektir. Oğuz Han, işte bu Kara-Han’ın oğludur. Oğuz olağan
üstün bir şekilde doğuyor; bir yaşında konuşmaya başlayarak "sarayda
doğduğum için, benim adım Oğuz konmalıdır" diyor. Oğuz ergenlik çağına
girince tek bir varlığa yani Tanrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve ili ise
puta tapıyordu. Bu yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu,
kanlı bir çarpışmaya kadar gitti. Savaşı Oğuz kazandı. Babası Kara-Han,
amcalarından Kür-Han ve Küz-Han? öldüler. Oğuz babasının yerine geçti.«[xvii]
»Kara-Han'ın kardeşleri Kür-Han, Küz-Han
ve (Urhan) Or-Han'dır. Bunlardan, Kür-Han, »Gür-Han« bilindiği üzere,
Kara Hitay hükümdarlarının unvanıdır. Oğuz Han'ın babası ile savaşının dinî bir
sebebe atfedilmesi de bu işlem ile ilgilidir. Oğuz Han ile babası Kara-Han'ın
savaşmaları yalnız bu öteki nüshalarda da böyledir ki, onların bu nüshaya bağlı
oldukları anlaşılıyor.«[xviii]
Bu
bilgileri verdikten sonra Oğuz Kağan destanında geçen metni aynen buraya alıyorum.
Bu ek bilgi ile sözümüzün ne olduğunu betimleyelim. Az yukarıda sözünü
etmiştim. Bu savaşa bir baba oğul savaşıdır dememeliyiz. Bu yetmiş yıl süren bir
savaştır. Özünde bir din savaşıdır. Şimdi bu konuyu betimlemeliyim.
»Oğuz’un
Babasına, Amcalarına, Hısım ve Akrabalarına karşı savaşı ve Oğuz’un
Düşmanlarını Yenmesi:
Oğuz avdan
dönüp evin yakınlarına gelince babası ve amcalarını kendi yakınları ile
birlikte savaşa hazır halde buldu. Kendi nökerlerinin başında onlarla çarpıştı.
Bu savaş sırasında babası Kara-Han, amcaları Kür-Han ve Küz-Han öldüler. Oğuz
yerinde dayandı ve yetmiş yıl amcalarının Uruğları ile daima çarpıştı. Nihayet
onları yenip ezdi. Onların vilayeti ve uluslarını ta Karakurum ötelerine kadar
kendi idaresine aldı. Kılıç artıkları nihayet onun hakimiyetini kabul ettiler.
Dediler ki; biz senin aslından ve soyundanız, aynı kökten türeyen
dal-budaklarız ve onların yemişleriyiz. Niçin bizi yok etmek için bu kadar
uğraşıyorsun?
Oğuz dedi
ki; eğer sizler Tanrı’ya inanır, birliğini kabul ederseniz canınız aman bulur.
Ve size oturmak için Türkistan’ı veririz. Fakat onlar inkar gösterdiler. Oğuz
onları Karakurum’a kadar sürdü. Onlar da ister istemez yoksulluk içinde Tuğla
ırmağı kenarında çöl ve vadilere göçüp yaşamaya devam ettiler. Orasını
kendilerine yaylak ve kışlak yaptılar. Bunlar fakirlik, yoksulluk acz ve kırıklıktan
her vakit üzüntülü ve gamlı idiler.
Oğuz
onlara Muval diye ad verdi; yani her zaman kaygılı, gönlü dar ve zavallı
olunuz; köpek derisi giyip av eti yiyiniz, bundan sonra artık Türkistan’a
gelmeyiniz. Bu yüzden Türkmenlerin inanışına göre Moğollar Kür-Han, Küz-Han ve
Or-Han’ın neslinden türemiş ve doğu taraflarına sahip olmuşlardır. Amma onların
ne oldukları hususu doğru olarak belli değil.
Öteki iki
kızın durumu, Tanrı’nın birliğini kabul edip etmedikleri ve Oğuz’un onları
kendi yanına alıp almadığı da bilinmiyor.
Oğuz bu
savaşlardan sonra atından inince altın evin kurulmasını buyurdu ve orada kendi
taraftar ve dostlarıyla bir toy yaptı. Kendisine yardım etmek üzere iltihak
etmiş olan bir kavme Uygur adını verdi. Türk dilinde izinden giden, uyan
demektir. Diğer bir kavme de düşmanları yağma edip ganimet, olcay alındığında,
hayvanlar bunları taşımak için yetişmediğinden »Oanglı«lar yaptılar. Bundan
evvel tekerlek yoktu »arabayı« ilk defa bunlar inşa ettiler. Levazım ağırlık ve
»olcay«ları bunun üzerine koyarak taşıdılar, gittiler.
Oğuz
bundan dolayı onlara Qanglı (yani arabalı)lar adını verdi. Talas, Sayram ve o
tarafların askerleri, Oğuz’un ülkesinde dik başlılık gösterdiler. Oğuz onların
üzerine yürüyüp yendi Talas ve Sayram’dan başlayıp Maveraünnehir, Buhara ve
Horezm’e kadar zaptedip idaresine aldı. Memleketin dört bir tarafında oturan
yakınları ile anlaşmasını yeniledi ki, evine ve yakınlarına saldırmasınlar ve o
da cihangirliğine güvenle girişebilsin.«[xix]
Şunu
demenin tam zamanıdır. Bizim Köroğlu dediğimiz, başka sahalarda ise değişik
isimlerle adlandırılan bu destan kahramanı aslında Oğuz Kağan’ın amcası olan
Kür-Han denilen isimden başkası değildir. Zamanla çok değişime uğramış,
dolayısıyla günümüze Celali Köroğlu olarak aktarılmıştır.
İşte bizim bu çalışmada destanını
yazdığımız ve bugüne kadar adıyla yaşayıp gelen Küroğlu destanının başlangıcı
böyledir. Bu hükümdarın adına bende Nehir Şiir sistemiyle yazdığım bu Kür-Oğlu
Destanı, yani, Kür-Han Sultan çalışmasını saygıyla sunuyorum.
Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş«
[i]
Kutadgu Bilig: Altın görünce, pek yürekli insanlar bile yumuşar; kaba sözlü
insanların da sözü nazikleşir.
[ii]
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kür Irmağı.
[iii]
Herodot Tarihi…
[iv]
Kargı Ölmez, Şecere-i Terakime (Giriş – Metin – Dizin), Simurg Yay., Ankara
1996.
[v]
Oğuzlara Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer
[vi]
G. Doerfer, age., s. 634
[vii] Osman G. Özgüdenli, Sultan Sencer ve
Karahıtaylar, s. 37-38
[viii]
Kutadgu Bilig…
[ix]
Kutadgu Bilig’in mahiyeti ve Türk kültür tarihindeki yeri hakkında ayrıntılı
bilgi için bk, A. Dilaçar, Kutadgu Bilig incelemesi, TDK Yay, Ankara 1988,
s.145-198; Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig I Metin, (Haz. Reşit Rahmeti Arat),
TDK Yay, İstanbul 1947, s. VII-XLII.
[x]
Ayrıca bk. C. Alyılmaz, Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Kurmay Yay., Ankara
2005
[xi]
A. İnan; Makaleler ve İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987,
sh. 492.
[xii]
Evliya Çelebi
Seyahatnamesinde Kür Irmağı…
[xiii]
Pertev Naili Boratav'ın Köroğlu Destanı…
[xiv]
Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasından
aktarılmıştır.
[xv]
Kutadgu Bilig: Ondan sonra seçkin, cesur, yiğit, kahraman ve akıllı Ali vardı
[xvi]
Koroğlu’nun Ballıca Seferi…
[xvii]
Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.
[xviii]
Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk
Sümer.
[xix]
A. Ord.
Prof. Dr. Zeki Velidi Togan/ Oğuz Destanı/ Reşieddin Oğuznamesi, Tercüme ve
Tahlili/ Enderun Kitapevi. Sayfa 19.20.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder