20 Haziran 2019 Perşembe

Zincirsiz Kölenin Şiiri


Zincirsiz Kölenin Şiiri

Köç-köç oldu köçdü eller obalar
Yol saldılar bu dağ o dağ üstünden[i]


Yüzünde dolanan sarı ışığın
Karşısında bir dikenli dal mısın?
Şu anda sen nesin?
Şu anda,
Yarınlara, umutlara, kurtuluşuna
Hiçbir sözüm yok
Şu anda sen nesin?

Steele[ii] sokaklarında
Son sigara tütüyor dudaklarında
Gözlerin senden izinsiz
Orta çağ resimlerine dalıp gidiyor
Yirmi beş yıl misafir[iii] işçilik de cabası
Gurbetin harcını sağlam kardın desene

Para değil
Özlemleri taşıyorsun ceplerinde
Yirmisinden bu yana
Bugün sen,
Kırk beş yaşını arkada bırakırken
Sıkılmış bir limonu andırıyor bedenin

Bazen olur ya,
Varlığını duyarsın yaşamın
Kana susamış makineler karşısında
Bazen yoksun, yok oluyorsun
Boşlukta dağılan bir nefes gibi
Yolunu kaybeden tiz bir ses gibi
Eriyip bitiyorsun Steele sokaklarında

Oğlun, taş işçiliği yapıyor
Kızın, Sercan bitpazarında
Yirmi beş yılın hesabı Köroğlu’nun koynunda
Taşların üstünde serin yağmur kokusu
Vampir dişli yaratıklar taze kana susamış
Senin kanın bayatladı
Oğlunun da kızının da

Yol boyu kestane ağaçları altında
Her sabah taşınırsın
Öylesine kör,
Öylesine perişan ekmek kapısına
Rüzgarın içinde yağmur sesi var
Kaçış,
Doru kısrağıma binsem diyorsun
Sonra gülüyorsun motor gürültüsüne

Yelpaze içinde dönen bir oyun
Bir işçi hayatı nasıl kucaklar
Ufuklarla gelen umut[iv]
Bitmeyen güneşin ışığına benziyor
Anılar zincirinde yaşlanan kadın
Anımsar ki, tüm süreçler
Zenci köle taşıyan sapsarı bir motordur.

Ey, makinelerin zincirsiz kölesi
Şimdi Anadolu,
Balaban yüzlü çocuklar doğuruyor
Kıvırcık saçlarıyla toprağın üzerine
Kuytularda dondurulmuş esmer tenli kadınlar
Arzuları,
İstemleri eteklerine dökülüyor
Uğultulu bir ormanın sessizliğiyle

Çalışınca fermansız işlerin adamısın
Ama
Yaşamak zorlaşıyor gün be gün
Kambur kambur üstüne
Çekilir gibi değil
Hayatın bu kertiği
Yanağını ıslatan yağmur değil
Kar değil
Süzülen gözyaşıdır

Yerleşik bir düzenin olmadı[v]
Hayal gemilerine bindin
»Seksen Günde Devr-i Alem« teranesi
Bir kavramla yüz bin sevda çürüsün
Yasak bir kitabın ortasına gömülürken
Gözlerimin ışığı
Netseler şimdi,
Ne deseler boş laf
Bir nefesin hesabı ödeniyor gün be gün

Şimdi senin,
Yenik ve yıkık olan gözlerindir
Çünkü sen,
Yağmalardan,
Yangınlardan çıkıp geldin
Kulaklarında çınlıyor açlığın fırtınası
Teke tek işgücün de yenemiyor
Yenilmiyor okyanusun boşluğu

Ne tavşanın,
Ne tazının ar damarı çatlasın
Kavga alabildiğine derin
Sökülsün kıl çadırlar
Uzun yolun dönüşü, kim bilir belki bir gün
Sıcak bir tas çorbanın kokusunu duyarken
Bir nefesin hesabıyla her şey ödenir.


Orhan Bahçıvan
»Şiiristan Merhaba, Memleket Yayınları, 1989«




[i] Aslı & Kerem Destanından, Aslı-Han adına söylenilen şiirin ilk iki dizesi.
[ii] Essen Şehrinin bir semti
[iii] Göçmen işçilere genelde Almanya halkı ve resmi makamlarınca »Misafir işçi« olarak adlandırıyorlar. Yasalarda da böyle geçiyor. Bütün izinler bu minval üzerine kurgulanıyor.
[iv] 1980’li yıllarda işçiler arasında geri dönüş umudu son derece yaygındı. Her sabah işe giden işçiler, birbirlerine selamlamaya eş olarak »Dönünce kurtuluruz,« derlerdi.
[v] Hollanda’nın bir televizyon kanalında, Türkiyeli işçilerle yapılan sohbet esnasında yaşlıca birine, Moderatör sormuştu: »Ne zaman geri dönmeyi düşünüyorsunuz?« Cevap şöyleydi: »Biz sekizyüzlü yıllarda Çin’den yola çıktık. Bin iki yüz yıl yürüyüp buralara geldik. Bu süreçte hiç geriye dönmedik. Üzülmeyin, bu ellerde de kalıcı değiliz. Soluklanmak için durduk. « Moderatör: yönlendirici, olay yöneticisidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sarı Gelin Ezgisi!

Sarı Gelin Ezgisi! Bu dağlar Kızılgedik Dağları Vay Sinan Ölsün Sarı Gelin! Geçtim tüm kapıları ansızın Pencereleri öylece Dolaştım sokak...