Anadolu Türk Halk
Ezgileri Hakkında Düşüncelerim.
»Birinci Yazı«.
»Birinci Yazı«.
Yine Bir Gülnihal Allı Turna Ve Diğer
Ezgiler
İsim önemli değil, geçen senelerde Urfa Türküleri adına bana
bir gazeli dinleyip sözlerini yazmamı istediler. Bende o gazeli dinledim ve
sözlerini yazıya geçirince şunu gördüm. Bana verilen ve sözlerini yazmamı
istedikleri gazel, beş beyitten oluşuyor. Bu beş beyit üç ayrı gazelden karışık
dizelerle okunmuştur. Gazeli soran kişiye ne kadar anlattıysam bir türlü
anlatamadım. O yine de var olan gazeli aynen alıp yazmayı tercih etti
sanıyorum. Dipnot falan düşmeden. Bence derleme bu değildir. Hatalar
ayrıştırılmalıdır ve dipnotla belirtilmelidir. Yazım hataları en aza
indirilmelidir. Kaynak kişinin kültür yapısına göre, eserin söz dizimi ele
alınmalıdır. Kaynak kişi tam olarak veriyorsa mesele yok, karışık veriyorsa bu
mutlak gözden geçirilmeli ve dipnot sistemiyle anlatılmalı.
Güney Anadolu olarak bildiğimiz bölge, özellikle Antep,
Urfa, Diyarbakır yöreleri bağrında Kaşkay kültürünü barındırır. Kaşkaylar bir
Türk boyudur. Kaşkay kültürü Fars, Kürt ve Arap kültürüyle iç içe girince,
biraz değişime uğramıştır. Bu değişiklik şu an Kaşkay kültüründe görülen
eğlence sistemini sahada devam eden şekliyle yani, değişik bir başka versiyonu
olarak yöreye yansımasıdır. Orta oyunları, çift mendil sallamaları, oyun
figürleri olarak çift mendil tekil savrulmaları bildiğimiz Kaşkay kültürünün
özüdür. Bizim ülkemizde Kerkük, Musul adıyla tanınan, bir başka adıyla da
Bayır-Bucak Türkmenleri olarak bilinse de dediğim gibi bu yöre kültürü öz
olarak Kaşkay kültürüdür. Bu şehirlerde derlenen halk türküleri sistem olarak
Kaşkay türkülerinin günümüz, yöre ağzıyla söylenme şeklidir. Bu konuda da
onlarca örnek vermek mümkündür. Her
neyse Antep, Urfa, Diyarbakır ve o yörelerde söylenilen birçok türkünün sözleri
karışıktır. Ozan geleneği dışlandığı için mutfaksız yemek hazırlamak gibi bir
şey.
Her yörede bir başka isimle varlığını
sürdüren bu eğlence sistemi, Antep, Urfa, Diyarbakır yöresinde bilinen sıra
ekipli, kebaplı, çiğ köfteli, mırralı aslına uygun sıra gecelerinin varlığını
biliriz. Bildiğimiz bir başka olay daha var, bu gecelerde okunan ezgiler,
dinleyicilere sıkıntı vermemesi adına kısa kısa okunur. Bazen de biri bitmeden
ötekine geçilir. Geçişli yani Potpuri denilen sistem gibi. Genelde okunan
ezgiler Türkçe olduğu için yerel ses olarak Kaşkay ezgilerinin devamıdır.
Sistem bu kadar karışınca elde kalan görüntü neyi nerden değil, neyi ne kadar
biliyorsak o kadar verilme olayıdır.
Anadolu geleneğinde var olan ve her yörenin kendi geleneğine göre bir isim vermesiyle oluşan eğlence gecelerinin isimlerini yazabilirim. Bu eğlence sisteminin adı, Antep, Urfa, Diyarbakır adıyla yazdığım bu yörede ise, sıra geceleri olarak bilinir. Sıra gecelerinde görev alan ekipler gece boyunca söylediği her türküyü tam okumazlar. Ortasından bir yerinden başlar okurlar. Bu okuma sistemleri, yeni yeni türküler üretme geleneği üstüne kurulu bir sistem değildir. Var olan türkülerin harmanlama sistemiyle karışık ve o güne uyarlanmış sözleriyle söylenilir. Bu okuma sistemi halk arasında sarhoş sistemi olarak bilinir. Yani hiçbir türkü tam ve düzgün okunmaz.
Anadolu geleneğinde var olan ve her yörenin kendi geleneğine göre bir isim vermesiyle oluşan eğlence gecelerinin isimlerini yazabilirim. Bu eğlence sisteminin adı, Antep, Urfa, Diyarbakır adıyla yazdığım bu yörede ise, sıra geceleri olarak bilinir. Sıra gecelerinde görev alan ekipler gece boyunca söylediği her türküyü tam okumazlar. Ortasından bir yerinden başlar okurlar. Bu okuma sistemleri, yeni yeni türküler üretme geleneği üstüne kurulu bir sistem değildir. Var olan türkülerin harmanlama sistemiyle karışık ve o güne uyarlanmış sözleriyle söylenilir. Bu okuma sistemi halk arasında sarhoş sistemi olarak bilinir. Yani hiçbir türkü tam ve düzgün okunmaz.
Türkü sözlerinin değiştirilerek okunduğu bir yer daha var.
Bu yer askerlerin eğitim yerleridir. Yani asker ocaklarında sabah koşularında
var olan türkü sözlerini değiştirerek askeri sisteme uyarlayarak okurlar. Onlarca
değiştirilmiş türküyü her sabah bizde söylerdik. Bu türkülerin birisi de şuydu,
»Uyandım sabah ile« ezgisi, biz bu ezginin
sözlerini değişik bir şekilde söylerdik. »uyandım
sabah ile koğuş kalk diye diye, Çavuş kapıyı çaldı içtimalar var diye« bu ezgi gibi onlarca ezgiyi askeri sisteme uyarlayıp öyle seslendirirdik. Adı
geçen yörede ise bildiğimiz sıra gecelerinde yaptığı bu sistemi zorlamak. Çünkü
biz her zaman söyledik bu sahada yani sıra gecelerinde bulunan sanatçıların
genelde okuma yazma bilmedikleri ve bilseler de sadece ilkokul düzeyinde. Bu
nedenle türkü sözlerini okuyarak değil kulaktan dolma yoluyla öğrenme işlemi
olunca sözcükleri de hatalı anlama olayı kendiliğinden gündeme geliyor. Yani
şunu demek istiyorum. İltica sözcüğünün kulaktan kulağa seslenişi irtica olarak
benimsenirse olayın ciddiyeti de anlaşılmış olur.
Bırak sıradan türkülerin sözlerini düzenli okumayı, böylesi
hatalı okumalarla doludur bizim ezgiler dünyası. Vadinin bu yakası böyle olunca
öte yakası nasıl olur, onu düşünmek bile istemiyorum. Öte yakası derken, divan
edebiyatından söz ediyorum. Bir de divan edebiyatı dilini nasıl bilecekler. Yani
o anda ezginin gelişine göre uygun sözleri sallama işidir. Bu olay hem şiiri
hem de kültürü yaralar.
»Ölürsem kabrime gelme
istemem« özünde bir Abdullah Yüce eseridir ve »Söylemem derdimi bilme istemem« dizesiyle başlayan bu şarkı oldu
Urfa türküsü ve bilmem kimin bestesi gibi her yerde o adla anılıyor. Bu komedi
ne zamana kadar sürer bilemiyorum. Bildiğim bir şey bu güzelim eserlerimize
yazık ediyoruz, aynı zamanda Abdullah Yüce gibi sanatçıları da harcamış
oluyoruz. Bu ezgiyi başka sanatçılar şöyle okuyor.
Söylemem derdimi bilme istemem
Perişan halimi görme istemem
Akan yaşlarımı silme istemem
Acıyıp lütfedip sevme istemem
Ölürsem kabrime gelme istemem
İnim inim inle ölme istemem
Söz: Müzehher Yurdak / Müzik: Abdullah Yüce.
Bir başka türkü hakkında da bilgi vereyim. »Drama Köprüsü Bre Hasan Dardır Geçilmez«
türküsünü de okumuşlar »Heyo Hasan« diye, bu tür hatalar eleştirilmezse
sürekliliğini korur ve giderek yasal hale gelir. İsteyen istediği şekilde böler
parçalar söyler.
Sözlerini Neyzen Tevfik’in yazdığı ve müziğini Devran
Baba’nın yaptığı sevda vadisi isimli deyişin, normal seyrindeki hatalı
okumaları geçelim sadece bağlantı dizelerindeki ilginç aktarımı da yazalım.
Olay şu: Neyzen Tevfik der ki:
Merhamet et halime her şey'e agahım Ali
Var mı senden başka söyle ilticagahım Ali[i]
Bu sözleri Ali Ekber Çiçek ve birçok sanatçı şöyle söylüyor.
Merhamet et halime her şeye agahım Ali
Var mı senden başka söyle irticagahım Ali
Şunu demekle yetinelim. Ali dedikleri kişi her kimse o büyük
bir irtica imiş. Biz böylece irticanın kim ve ne olduğunu öğreniyoruz. Teşekkürler
Ali Ekber Çiçek. İltica ile irtica arasındaki farkı bilmeyen bir sanatçı.
Böylesi bozuk okuma sistemi bu yöre ve bu sanatçılar için
geçerli olduğu görülüyor. Peki benim içinde geçerli olur mu? Şimdi ben istiklal
marşının ortasından bir yerinde başlayıp okursam azıcıkta değişik ses verirsem
benim yöreme ait bir türkü olur mu? Lütfen bu tür hataları TRT’den temizleyiniz
demeliyim. TRT bu sistemi aşmak zorundadır. Eleştiri bir kurumu diri tutar
demeliyim. Demek bir yana bu bilinen bir gerçektir.
Eğer bir araştırmacı ya da derlemeci Aşık Veysel kaynaklı
“Necip Bey” türküsünün “Necip Bey ile Telli Hanım” hikayesinden geçtiğini
bilirse türkü her ne kadar Sivaslı Aşık Veysel dilinden derlenmiş olsa da o
türkü yöresine verilmelidir. Dip not olarak kaynak Aşık Veysel Sivas derlemesi
olarak yazılmalıdır. Yanı kısacası türkü yerine iade edilmelidir.
Bir de İç Anadolu yöresinde Keskin ezgisi olarak derlenmiş
Hacı Taşan kaynaklı Allı Turnam olayı
var ki. İçler acısı. Ezginin bir Kerem ezgisi olduğunu ben en az on kez
yazmışımdır. Şu an benim arşivimde dört ayrı çeşitlemesi bulunan bu ezginin bir
çeşitlemesi de Ercişli Emrah adına kayıtlı olup, yayınlanmış kitaplarda yer
alıyor. Gel gör ki, halen Abdal ağzı bozuk sözlerle verilen ezgi dillere destan
olmuş. Gerçek ezginin sözleri çoktan unutulmuş. Allı Turnam ezgisinin sözlerini buraya almalıyım. Çünkü bu güzel
sözlerin öylesi uyduruk sözlerle yok edilmesini istemiyorum.
Allı turnam bizim ele gidersen
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle
Han Aslı'ya benden selam edersen
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle
Allı turnam hele yekin havaya
Gel döndür yönünü yeşil ovaya
Rast gelirsen benim ana babaya
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle
Allı turnam sen gidersen Aktaş'a
Selam söyle eşe dosta yoldaşa
Dertli Kerem der
ki bacı kardaşa
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle
Hiçbir ülkede okuma yazma bilmeyene, ne kadar üstün zekaya
sahip olursa olsun, o kişiye ülkenin kültürünü emanet etmezler. Emanetin sahibi
o işin uzmanı olmalıdır. Eğer uzman değilse, bu işin mektebi var, sen önce git
bu işin mektebinde oku, diplomanı al uzmanlığını belgele ondan sonra gel
derler. Okumayana ekmek yok. Olay şu, bir iş yapılırken o işin diploması
alınmalı yoksa tarikat sistemi olur ki, tekkeyi bekleyen çorbayı içer
mantığıyla yürütülen işler, imparatorluğa kadar gider.
Benim en çok üzüldüğüm nokta, ulusal kültür niteliğinde olan
ezgilerimiz bir hata sonucu, tarikat girdisine savrulmuştur. Böylelikle o güzel
ezgiler heder olup gitmiştir. Bunca makam, bunca ezgi, bunca tür silindi çöp
sepetine atıldı. Sadece deyiş ve ilahi türüyle tarikat girdisinden sallanıp
kaldık. Tarikat deyişlerini türkü diye bize yutturdular. Oysa türkü deyiş
değildir. Deyiş tekke ibadetinde var olan bir hu çekme sistemidir. Ulusal bir
niteliği yoktur. Saz deyişlere cumhuriyet döneminde eklenmiştir ve tarih olarak
verebilirim 1930 yıllarına denk gelen bir dönemde eklenmiştir.
Bazı konularda örnek vermek gerekiyorsa, şunu demeliyim.
Safiye Ayla, Zehra Bilir gibi o dönem sahne sanatçılarının ezgilerinde saz
yoktur. Daha sonraki sanatçılarda da yoktur. Alevi, Bektaşi dediğimiz tarikat deyişlerinde de yoktur. Saz sadece
ozan kültürünün bir sesidir o dönemlerde yani aşıklar saz çalıyordu.
Muzaffer Sarısözen ile başlayan koro sistemi, çok sesli
değil, çok sazlı bir sistemdir. Arka planda onlarca bağlamanın aynı perdeden
ses verip çalması çok seslilik değil, az önce de söylediğim gibi çok bağlamalı
bir eylemdir. Bu çoğulculuk sistemi ezgilerimizi ileri bir düzeye taşımadığını
biliyoruz. Ezgilerin yanında olan tüm çalgıları dışlayıp, sadece saz ve sazın
da en basit sistemi olan RE karar sesi üzerinden gönül eğlendirerek tarikat
seslenişiyle koca bir yüz yılı bitirdik. Gönül ister ki bu sistem tekrar geriye
dönsün, ezgilerin arkasında var olan tüm çalgılar ses versin. Ben o günlerinde
geleceğine inanıyorum.
Şimdi biraz gerilere gidelim. Geriler derken Köy Enstitüleri
dediğimiz öğretim kurumlarına gidelim diyorum. Bu kurumlarda görev yapan, Türk Dili
ve edebiyatı ile müzik öğretmenlerinin, Köy Enstitülerinde okuyan köy çocukları
üstünden yaptığı ezgi, masal, öykü, söylence ve değişik konulu derlemeler, bu
kurumlar kapatılınca, bu derlemeler kimlerin eline geçti ve kimler bu
derlemeleri kendi adına sunum yaptı.
Bazı kişiler ödüllendirilmiştir. Bazı
kişiler ise, yerel sanatçı ya da yöre ekibi adıyla değerlendirip ve bu varlığı
bir türlü bilinmeyen sanatçıların ağzından derlenmiş gibi tüm ezgilere
sahiplenip, hiçbir derlemesinde derleme tarihi bulunmayan bir sistemle
yarattığı TRT gırtlağı kendine has bir yöntemle tüm ezgilerimizi heder
etmiştir.
Ulusal kültür kendi öz benliğini dil olarak ulusal bir yapıyla sunmalıdır. En güzel Türkçeyi konuşan sanatçılar Neşet Ertaş şivesini taklit etme komikliğinden de vazgeçmelidir. Yani şunu demek istiyorum, türkülerde bu tür şehir romantizmi sevdasından vaz geçilmelidir. Bu olay Özay Gönlüm anlatımıyla bir başka boyuta çekilmişti. Dil ulusal nitelik kazanmalı, küçük küçük kekemeliğe bulaştırılmamalıdır. Ben bu olayı bir başka yazımda da eleştirmiştim. Demiştim ki bizim kültürümüz böyle küçük küçük harmanlarla büyük harmana geçemez.
Ulusal kültür kendi öz benliğini dil olarak ulusal bir yapıyla sunmalıdır. En güzel Türkçeyi konuşan sanatçılar Neşet Ertaş şivesini taklit etme komikliğinden de vazgeçmelidir. Yani şunu demek istiyorum, türkülerde bu tür şehir romantizmi sevdasından vaz geçilmelidir. Bu olay Özay Gönlüm anlatımıyla bir başka boyuta çekilmişti. Dil ulusal nitelik kazanmalı, küçük küçük kekemeliğe bulaştırılmamalıdır. Ben bu olayı bir başka yazımda da eleştirmiştim. Demiştim ki bizim kültürümüz böyle küçük küçük harmanlarla büyük harmana geçemez.
Bizim TRT verileri içinde müzik dediğimiz sistem, Türküler
ve şarkılar olarak ikiye bölünmüş, böylece olay çözülmüş. Diğer müzik adları
ise sadece müzik piyasasında var. Bu ikili sistem içinde yer almıyor.
Dolayısıyla onlardan pek söz etmedim.
Şimdi ben sözün bu noktasında derdimi bir kez daha anlatayım
istiyorum. Onlarca ses sanatçısının seslendirdiği ve az önce de benimde
dinlediğim ezgi yani gazel türü bir sesleniş. »Ateşin ruhleri Yaktı bu gönlümü« dizesiyle başlayan gazel, »Yine bir Gülnihal« eserinin çürük bir
kopyasıdır.
Birçok sanatçının seslendirdiği» Ateşin ruhleri Yaktı bu
gönlümü«, kaynak kişi olarak Celal Güzelses diye verilen ezginin birçok
internet sayfalarında sadece iki dizeden ibaret olduğunu görebilirsiniz. Dolayısıyla
sözlerin tümünü yazarsanız gerçek anlaşılır, böyle bırakırsanız bir başka türkü
gibi varlığını sürdürür. Bir iki dizeninde yeri değiştirilmiştir, ayak uyak
sistemi ise yok edilmiştir. Sıralama sistemi olarak sese uygun döşenmiş
dizeler. Şimdi sözünü ettiğim bu Şarkının sözlerini yazayım
Ateşin Ruhleri
Ateş-i ruhların yaktı şu gönlümü
El eman pek yaman nerde var bir güzel[ii]
Bu iki dizeden başka şu sözlerle de okunuyor. Hüzzam şarkı
olarak. Söz müzik, Celal Güzelses olarak veriliyor. Bizim ülkemizde bir gelenek
haline getirilmiş. Okuyucunun her okuduğu eserin sahibi konumundan sunulması.
Dolayısıyla bir eserin şairi, bestecisi yok sayılıyor. Bu keyfiyet, yazın
dünyasını çıkmazlara sürüklüyor demeliyim.
Ateşi ruhların / Yaktı şu gönlümü
Elaman pek yaman / Her zaman bir güzel
Bezmime lütfedip / Gel beyim bir gece
Korkma ben söylemem / Kimseler duymasın
Nice ben sevmiyim / Kimseden var mıdır
Böyle kaş, böyle göz / Böyle eda kimde var
Söz / Müzik: Celal Güzelses / Diyarbakır
Sözlerin verilişine dikkat edilirse, »Ölürsem kabrime gelme istemem« olayındaki
gibi ortadan böl parçala ve kendine özgü anlatımla sunma olayı aynen tekrar
edilmiştir. Yine bir ezginin ortasından bir yerden dizeler alınarak başka bir
ezgiymiş gibi veriliyor. Bu olayı onlarca ezgide görüp dinlemek mümkündür. Bu
sistem ezgilerin sözlerinde yozlaşmayı getiriyor.
Türkü diye derlenen eser bir başka eserin ortasından,
kenarından çekilip seslendirilmiştir. Dolayısıyla dizeler içindeki var olan,
Farsça ve Arapça sözcükler de dışlanmış yerine bazı sözler eklenmiştir. Bu
sistem sıra gecelerinde oldukça sık görülen bir olaydır. Kanımca buralarda
okunan ve buralardan derlenen eserler çok iyi incelenmeli yoksa gerçek eser yok
oluyor böylece bu uyduruk eserler gündeme geliyor.
Hal böyle olunca hece, durak, uyak, nefes sistemi tamamen
yok sayılmıştır. Oysa şiir bir sistemler birliğidir. Sözünü ettiğim gazel bir
Hammamizade İsmail Dede Efendi bestesidir. Şiir ise, Saray Hekimbaşısı Halil
Paşa adıyla bilinen şaire aittir. Lütfen böyle yazılması ve böyle bilinmesinde
yarar vardır demeliyim.
Yine Bir Gülnihal adıyla bilinen şarkının hikayesini yazının
bu bölümüne alayım istedim. Bu şarkının Şairi olan Saray Hekimbaşısı Halil Paşa
ve bestecisi olan Hammamizade İsmail Dede Efendi hakkında bildiklerimizi
yazalım. Hemen sonra Yine Bir Gülnihal şarkısının kısaca hikayesini yazalım.
Sonra düşündüm, tekrara ne gerek var. Onlarca internet sitesinde onlarca
yazarın kalemiyle yazılan bu hikaye bir de benim kalemimle tekrar tekrar
yazılsın istemedim. Bunun için sadece küçük bir bilgi notuyla bu olayı aktarayım
istedim. Şair ve gazel hakkında küçük bir bilgi vermeyi tercih ettim.
»Gülnihal kalfa, Sultan Abdülmecid'in hasekisi yani eşi olan
Beyhan Sultan'ın yardımcılarından biridir. Hammamîzade İsmail Dede Efendi'nin
değil, onun yakın dostu olan ve hastalığında ona çok iyi bakan ve onu yaptığı
tedavilerle hayata döndürmüş olan Saray Hekimbaşısı Halil Paşa'nın gönlünü
çalmış bir dilberdir.«[iii]
Yine Bir Gülnihal
fâ‟ilün / fâ‟ilün /fâ‟ilün /fâ‟ilün
Yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü
Sim ten gonca fem bibedel ol güzel
Ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü
Pür eda pür cefa pek küçük pek güzel
Görmedim kimsede böyle bir dilruba
Böyle kaş böyle göz böyle el böyle yüz
Aşıkın bağrını üzmeye göz süzer
El aman pek yaman her zaman ol güzel
Güfte: Saray Hekimbaşısı Halil Paşa
Beste: Hammamizade İsmail Dede Efendi
Makam: Rast / Usul: Semai
Özünde yukarıya aldığım sözler, böylesi bir sistemle
sunuluyor. Oysa gazelin söz döşeme sistemine bakılınca çok acemice yazılmış bir
gazel görünümünü taşıyor. Gazelde olması gereken ayak ve uyak sistemi tam
değil. Kanımca sözcükler değiştirilmiştir. Gazel üstüne çok söz söylemek
gerekiyor ancak ben şimdilik bunu geçiyorum. Bu yazdıklarımla şimdilik
yetiniyorum demeliyim.
Bu yazının içine hatalı yazılan tüm türkü sözlerini alma olanağım
olmadığı gibi, ozanlar arası çelişkileri, anonim sözlerin sahiplenilmesi gibi bir
olguyu yazmadım. Gerçi Kerem mahlaslı sözlerin ve ezgilerin yani Kerem
makamlarının nasıl talan edildiğini birkaç yazımda anlatmıştım onun için bu
yazıda anlatma gereği duymadım.
Anonim ezgi sözlerinin bazı ozanların üstüne nasıl
aktarıldığını hiç mi hiç yazmadım. Örnek 1960’lı yıllarda anonim olan onlarca
koşma sihirli bazı eller tarafından nasıl bir ozana mal edildiğine değinmedim.
Ezgilerde var olan zaman olayına değinme gereği bile duymadım.
Ezgi sözlerinin uyduruk hikayelerle, hatta aynı ezginin aynı
yörede onlarca uyduruk hikaye ile verildiğini görüyorum. Bu tür hatalı
anlatımlara birileri mutlaka dur demelidir. Bu birileri kişiler değil devlet
olmalı.
Bir ezgiyi 25 kişinin üstüne nasıl noter ve mahkeme kaydıyla
geçirildiğine ise hiç akıl ermiyor. Benim ulaşamadığım ve bilemediğin onlarca
ezginin sözleri ise saklı kalsın. Ozanlar ve sanatçılar her zaman gönül
rahatlığıyla yaşayabilirler.
»İrençberler
hoşça tutun öküzü« ayak sistemiyle bilinen şiirin şu an 12 mahlas sahibine
yani 12 ozanın üstüne yazıldığını bilen var mı? En ilginç olanı ise, Can Hatayi, Şah Hatai, Pir
Sultan, Abdal Pir Sultan, Kul Derviş, Derviş Muhammed, Derviş
Mehmed, Kul Himmet gibi mahlasların
sahiplendiğini ve değişik çeşitlemelerinin olduğunu yazmalıyım. Bizim halk
yazınında artık kanıksanmış bir davranış olarak varlığını gösteriyor. Bu tür
yazılımları görmemezlikten gelmek bizim ayıbımızdır. Biz ne zamana kadar bu tür çelişkileri yazın
dünyasında barındıracağız. Bu dönemeçten bir çıkış yolu olmalı.
Şu bir doğrudur tarikat kuralları içinde sadece kendi
müritlerine seslenme yöntemi artık bitmeli. Anadolu Halk ezgileri üstünde var
olan bu sistem tamamen yok edilmelidir. Gerçi bu düşüncem olanaksızdır. Böyle
bir şeyin olacağını hiç mi hiç düşünmedim. Düşündüğüm bir şey var onu bu tür
yazıların içinde dile getirmek. Gelecek kuşaklar mantıklı bir sorgulama yaparsa
beni bu tür yazılar savunsun istiyorum.
Yüz yıldır ulus devlet geleneğiyle yaşayan bir milletiz, gel
gör ki, Anadolu halk ezgilerinde bu gelenek tamamen yok edilmiştir. Yoktan var
edilen tarikat sinsilesi bütün ezgilerimizi silip süpürmüştür. Anadolu’da sanki
bir başka düşünce yokmuş gibi her ezgiyi tek mantıkla insanlara aktarmak
hatasından geri çekilmeliyiz.
Anadolu halk ezgileri mutlaka ama mutlaka bu tarikat
denilen, tekke zaviye, dergah ozanlarının köhne düşüncelerinden ayrılmalıdır. Edebiyat
derslerinde böylesi bir anlatım olayı var. Yani ozan edebiyatı ve tekke
edebiyatı olarak anlatırdık okullarda. Günümüzde edebiyat derslerinde böylesi
bir anlatı olsa da normal ezgiler dünyasına bakıldığı zaman farklı bir görünüm
var demeliyim.
Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«
[i] Neyzen
Tevfik’in 12 / 12 / 1901 yılında İkrarname adıyla kaleme aldığı bir şiirdir
[ii] Hüzzam
Şarkı. Söz ve müzik Celal Güzelses'e aittir. Diyarbakır Müziği ve Folkloru /
Vedat Güldoğan, Kripto Kitaplar, Araştırma İnceleme Dizisi: 34, Genel Yayın No:
45, Birinci Baskı, Ankara - 2011, s.29.
[iii] Saray
Hekimbaşısı Halil Paşa'nın Yaşamıyla ilgili yazıdan alınmıştır.
Sağol Orhan Hoca. Bu konular irdelenmeli, yanlışlıklar, hatalar giderilmeli. Sağol.
YanıtlaSilSayın Adsız Teşekkürler...
SilKıymetli Yazarım Şanlı Urfada öğretmen yapan kızımın yanında 6 yıl kaldım. Tarih dersinden hep kurula geçtiğim için Mezopotamya'yı Dicle ile Fırat'ı görünce tanıdım. Urfa'da resim serügileri açtım. Sıra gecelerine katıldım sanatçı Gökhan Temur Bey le Urfada, tanıştım. Yazdıklarınıza, harfiyen katılıyorum. Sizi başarılarının dolayı kutluyor başarılarınızın devamını diliyorum. Emeğinize, yüreğinize sağlık. Selam saygı ve sevgilerimi sunuyorum
SilAdsız adıyla yorum yazdığınız için teşekkürler. Bende Diyarbakır Eğitim Enstitüsünde okurken oraları daha yakinen tanıma fırsatını elde etmiştim. Bu nedenle az da olsa bu konulara değindim. Teşekkürlerimi gönderiyorum yaşamınızda başarılar diliyorum…
Sil