Şehr-i Astan-Boliq
Bir İstanbul Masalıdır bu şiir!
Bir İstanbul Masalıdır bu şiir!
Tarihin ilk sözcüğünü seslendim
Ow-Un diliyle
Urtum Atın’ın başkenti olan oy-oğ
Taşralı bir şairin sözleriyle
Kızıl şafak adına yemin ediyorum
Seni yazmak kaderimdir
Üç yüz bin yıllık tarihinde
Hiç mi güzel yaşamın yok
İşgalleri
Yağmaları
Katliamları saymasak
Elbette vardır kayda değer yaşamın
Küçükçekmece gölü oralar
Yarımburgaz mağarası
Senin can damarını anlatıyor
Doğum olayına tanıklık eden ses
Buralardan geliyor desem
Paganizm sesleniyor her gece
Taşında toprağında
Türbelerin pagan kalıntısı
Çınarlarında Şaman kokusu var
Barı Şehristan
Kırk bin yıllık geçmişini
Bilenler de var imiş
Ben devşirme sistemiyle
Sana şiir yazıyorum
Bağışla
Bu taşralı şairi bu gece
Tapınaklar kilise yapılınca
Ne düşündün
Kiliselerin camiye çevrilişine
Ne dedin ne söyledin
Sonra müze olayı
İlginç
O zamanki adın neydi
Daha sonra neler oldu
Kimler geldi kimler geçti
Toprağından
Tarih sayfalarında yazılıdır
Sen merak etme
Mavi sarmaşıklı
Ow-Un dilinde Oy-Oğ kenti
Bir Şaman
Bir pagan bir papaz bir derviş
Mahşerin dört atlısı
Damladaki tufan koptu kopacak
Altın boynuzlu kral adına
İlk adın Halkedon imiş
Körler Ülkesi
Pencereler çıra kokuyor
Duvarlar kireç
Sana komşu kent kurulur
Beri tarafta
Kahin sözüyle
Bizantion adı verilir
Semistra kentini de biliriz
Geçelim bu diyarları
Gelelim Helen dönemine
Helen'in annesi Zeus'a kaçmıştı gece
Kaçamak ilişkiyle Helen dünyaya
gelmişti
Başlamış Helenler dönemi desem
İronik bir yaklaşımı hoş görürsünüz
Tuzlu yağmur bu kokuyu silememiş
Ayakizi insanın ten rengidir
Dağılır zamanla
Bilirsin
Der ki bütün kaynaklar
Kocasını boynuzlattıktan sonra
Helen
Truva prensi Paris'e kaçtı
İşte o günden bu yana
Altın boynuz söylencesi ilginçtir
Sonra savaşlar başladı
Truva savaşları denilir adına
Diğer bir adı da
Altın boynuzlunun intikam savaşları
Tarihte ilk pantolon giyen kadın
Kaçamakla doğan kız
Ömrünce
Kaçamaklarla yaşadın
Senin için başlayan savaşlarda
Eski bir ses işitilir Helen dilinde
Seni sordukları zaman
»Est en poli« dedikleri yerdir
Şehr-i Astan-Boliq
Toprağına binlerce kilise
Binlerce cami yapılsa da
Sen hala o eski Pagan şehrisin
Hiç değişmedin
Değişeceğinde yok
Niçin
Kader denen yazgıya kusursuz inanırız
Şarap rengi bir alemin bahçesinde
demlenmek
Biraz efkar dağıtmaktır
Mineli çıkışların son basamağı
Kadehlerin ilk yudumu
Beni kimseler okumamalı
Hiç ama hiçbir kimse
Beni bilmemeli
Çünkü ben
Yerli olmama rağmen
Yerli olmama rağmen
Taşralı bir şairim
Şiirlerim
Şehr i Stanpol kokmuyor
Devşirme karakterli olan insanlar
İstanbul dışına taşra diyorlar
İçine Bizans
Dil sözcüklerin peşpeşe sıralanması
Aklın dizelere dökülüşüdür
Merdiven çıkışı
Sezgilerim hiçbir zaman aldanmadı
Saniyelik sohbetlerin başında
Kekemelik çekiyorum
Düz ovada şahin kuşu av avlar
Acırım göçüp giden turnalara
Bülbülan yaylasından
Göçmen kuşlar uğramıyor semtine
Issız mekan gibisin
Taşın
Toprağın
Turna sesine hasretlik çeker
Taşralı olmak benim için onurdur
Bab i Ali köprüsünden
Asla geçmedim
Sapakları sahiplenirim
Onlar benim
Olmazsa olmazlarımdır
Yeraltında kömür söken
Bir babanın oğlu olmak başkadır
Şair olmak için
Paşa konağında doğmak
Paşa torunu olmak gerekiyor
Yolum asla kesilmedi
Dilediğim dilekler kabul mü gördü
İbrişim kuşaklı ince belli kızlar
Ezgilerin içinde
Sadece bana el sallıyorlar
Lime lime dökülen sözler
Çimenlerin üstünde
Çiçek olup açmaya başladı
Ey taşralı şair
Sen hala direniyor musun
Israrından
Çınar ağaçları gölgelik yerin
Mavi kuşak gökyüzü
Uzaklarda yemyeşil dal kokusu
Bosphorus ince akar
Şarkıların içinde
Damla damla
Ezgice
Mormenekşe nazlı olur
Eser denizden karaya rüzgar
Çocuklar seninle mutlu
İnsanlar hem umutsuz
Hem umutlu
Ezgilerin sana özel
Hürrem kokar balalayka
Dutar teli Küsüyor
Sofrada nar şarabına
Gizlice
Uzak diyarların köprüsü
Sarı saçlı kızların ebem kuşağı
Zühreler çatladı mahzenlerinde
Suların buz kesende
Şarap sunuldu altın boynuzlu krala
Seher yeli tanrıça yüzlü kadınların
Gözlerine süzülürken
Sokaklarında
Kavimler kapısı kapanıyordu
Her savaş sonunda
Yağmalanmış toprağını
Gözlerimle gördüm desem
Şahmaran ülkesine
Asyalı gözüyle
Köprü olarak görünüyorsun
Gelip geçenler için
Asya'nın kızgın süvarileri
Senin üstünden geçtiler Balkanlara
Geçerken sana bu adı verdiler
»Stan pol« geçidi
Adın var olsun orkinoslarla
Kumrular ses veriyor
Surların mahzeninde dinlesene
Yedikule kitaplığı zindan olurken
Hiç utanmadın mı
Bilinmezlik senden uzak
Her şeyini biliyoruz
Adını
Sanını
Yedi tepeye kurulan
Yedi ayrı kent oluşunu da
Perslilerin »Stan pol«
Köprü ülkesi dedikleri yer
Işığı yakamozlar saçar
Sen çıkarsın haşmetinle karşıma
Binlerce padişahın uçkurundan
Artakalan kahinler diyarı
Seni yazmak kaderimdir
Az da olsa
Dünden bugüne ne değişti
Anlatayım istersen
Dünün kölesi
Bugünün işçisi
Yarının yöneticisi olacak
İnsanlar gelip doldu sokaklarına
Demiri çürüten pastır desem ne
anlarsın
Ağacın kurdu özünde
Şairin hükmü sözünde olur
Senin için ne dersem
Ne söylersem
Hafif kalır
Ağacı çınardan
Meyvesi zeytinden
Çiçeği ortancadan olan şehir
Helen'den bu yana
Söylenceler yurdu kahinler diyarı
Sultanlarıyla masal ülkesi
Kuyularında kesilmiş başlar
Papaz kızlarının şehri
Kurulduğun günden bu yana
Senden olmayana taşralı dediğini
Çok iyi biliyorum
Sana göre bende taşralı biriyim
Şair olamam
Öyle mi
Bak sesleniyorum duy beni
Ben şairim ama Nedim değilim
Asla Baki olmadım
Bilinmezler diyarından sefer eyledim
Yolum sana düştü
Şehr i Saltanat
Kaç adın var saymadım
Kaç devlete kucak açtın okumadım
Kaç kez işgale uğradın
Yağmalandın
Yazmadım
Yokuş önünde soluklanmak
Bizans kokan evlerde
Ruhumuzu demleriz gizlice
Yedi kocalı Hürmüz aşkıyla
Duymasın Kanlı Nigar
Parçalar bizi
Şöyle bir dolandım surlar dibini
Mayıs akşamları katran karası
Yıldızların gözükmüyor
Dolunay gölgesinde
Hala Bizans kokuyorsun
Hala sokaklarında
Bizans entrikaları kol geziyor
Bütün aşklar Helen kokuyor
Çınaraltı sadeliğinde
Denizkızı Eftalya'nın şarkıları
Senin sokaklarında
Duyulur
Korsan gemileri limanlara kurulan
Köle pazarlarına insan taşıyor
Saraylarında dönme vezirler
Devşirme sultanlar
Gelip geçerken
Hükmün yürüdü
Surların gölgesinde
Dilsiz cellatların egemenliği
Sana hükmedenler
Senin adınla
Bize zulmettiler asırlarca
Halen bu zulüm devam ediyor
Atalar der ki
Yılanın tükürüğü insana zehir
İnsanın tükürüğü yılana
Zehr-i Stanpol
Sen seyirci kaldın öyle
Köhne çarşılarında
Bizans'ın Saray Entrikalarını
Üreten devşirmelerine
Yetmiş iki millet derler
Senin dışında kalan milletlere
Yetmiş iki dil derler
Senin dilinden başka olan dillere
Seslen sesin duyulsun şimdi
Dilini çözelim desem
Haydi bakalım
Yolun yolcun hanların hamamların
Saray kalıntıların senin olsun
Geçitlerin gecelere peşkeş çekildiği
an
Taraftar fanatikler tespih sallasın
Gözlerim vınlayan topaç sesiyle
yorgun
Şehr i Stanpol
Mavi Sarmaşık kokuyor desem
Surlar dibinde korsan nefesli
insanlar
Köle pazarlıyor
Taşların köle kanıyla
Toprağın devşirme gözdelerin
gözyaşıyla
Yıkanmıştı bir zamanlar
Hareminde
Kimler geldi kimler geçti desene
Sana hükmeden Papaz kızları nerde
Her tepede bir görüntü
Her sokakta bir sızıntı ses veriyor
Kapı önlerinde yavrucaklar
Bu sözümü sen anlarsın
Kızlı erkekli hazırlanıyor usul usul
Senin havuz başı sofralarına
Seni doyurmak için
Körler ülkesi
Krallar şehriydin
Padişahlar diyarı oldun
Gelip geçenler seni süsleyip gittiler
Kanlı mücevherlerle
Fener sessizliği haykırışların
Duyulur
Köle kanının üstüne
İşçi emekçi kanı döküldüğü zaman
Yedi tepeli şehir derler adına
Sen aynanın saydam yüzü
Abideler ülkesi
Sekizinci dünya harikası
Bana göre de taşralı sensin
Mavi sarmaşık döküntüsü
Kız kulesi yakamoz
Semtlerini teker teker yazamam
Yazmam da gerekmiyor
Ne sen beni tanırsın
Ne de ben seni
Seninle ilk kez
Bir mayıs sabahı yüz yüze geldik
Bu kanlı meydanda
Seni Fatih'in adıyla bilirim
Bin dört yüz elli üç fethi derler
Ben şüpheyle bakıyorum
Bu fetih olayına
Sanki Fatih seni fethetmedi
Sen Fatih'i fethettin
Sahi Fatih mi senin
Sen mi Fatih'in dilini biliyordun
Sen
Kahinlerin yaldızlı kitap sayfası
Saltanatların paylaşamadığı kent
Altın boynuz tanımıyla geçtin tarihe
Helen kaçamağıyla
Halifeler şehri derler sana
Sonra sayarlar bilcümle adlarını
Kalır Evliya Çelebi'nin sesi
İstanbul İstanbul
Şehr i Stanpol
Varlığını belirledin son anda
Üçüncü Mustafa'nın para basımında
Sabitleştin bilirim
Aman ha
İstemem Arnavut kaldırımlarını
O köhne surlarını
Zindan görünümlü evlerini
Dokunma benim dağlarıma
Yaylalarıma
Onlar benim özgürlüğümdür
O günden bugüne
Binlerce şair dizelere aktarmış
Binlerce yazar seni kitaplarında
yazmış
Ezgiler seni seslenmiş
Elverip tutma elimi
Gel çağırma beni
Taşları
Köle kanıyla yıkanmış sokaklarına
Düşüncelerimi saldım
Vapurlar yanaşmış mavi limana
Kampana vurunca uykularım dağılacak
Bir mayıs yetmiş yedi sabahı
Seni iyi tanıdım
Yedi tepeli koca çınar
Panzerler bizi ezip geçerken
Kurulan pazarlarda
Kimleri satıyordun
Kıyıları yosun tutmuş denizleri mi
Haremine kapanmış köle sultanları mı
Yoksa kapı kulu askerlerini mi
Sen bilirsin sözüyle
Akar sular dururmuş derler
Benim yazmama hiç de gerek yok
İstersen unutalım bütün bunları
Birden
Köroğlu sefer başlatır
Delileriyle
Senin taşların titrer bilirsin
Kalelerin iniler
Karnımız doygun sırtımız pek
Mercan adalarında uyurken
Kelam etmek kavlince güzel
Benliğini deniz sularıyla yıkayan
şehir
Bensizliği neyle yıkadın söylesene
Çözümsüz bir ülkenin topraklarında
Güneşin ışınlarıyla ısınırken
Haykırışım dil tadıyla
Aklına geleni çekinmeden
Kağıtlara döküştüren katipler
Doğunun güneşi ağlayacak
Seher vakti taşlarının üstüne
Turna sürüleri süzülürken
Bulutlu gökyüzünden
Kafkas dağlarına
Zümrüd ü Anka diyarına
Simurg yurduna
Şahların
Padişahların şehri
Asılan kesilen vezirlerin şehri
Taşı toprağı altın dediler
Öylece yağmaladılar
Eli kanlı adamlar
Göçmeni açlıktan ölen
Ey koca şehir
Ömrün talanlarla geçti
Elden ele dökülürken savruldun
Siyah keten beklediğimiz zaman
Sana hazırlık olsun diyedir
Sıkılan kurşunlar
Yelkovan kuşlarını yere indirdi
Yedi tepeli şehir
Yedi kocalı Hürmüz gibisin
Bir-Oy-Bil‘İn Başkenti At-Oqi Boliq
Astan-Boliq
Sokak lambaları devriye düdükleri
Arnavut kaldırımları İstanbul demekmiş
Bahçelerde hanımeli kokusu
Mavi sarmaşık
Eskiler çok iyi bilir
Yürüyen dünya masalı direkler
arasında
Kendi kendini izleyen sen miydin
Bir meddahın oyununda
Sessiz dünya gölgesinde
Dolap döner Yunus İmre ilahi okur
İnsan yürür sokaklar ses verir
Bir mayıs sabahı kuşlar uçarken
Vuruldular birer birer
Kan bulaştı
Arnavut kaldırım taşlarına
Sözleri değiştirme
Sözcükleri yerli yerine koy
Beni benim yerime
Kendini de kendi yerine koy
Kervana katıl yürü
Seyyah
Yolun açık olsun
Yılların gölgesinde
Beslediğin cellatların bıçağı
Sessizce çarşıya çekerken çizikler
Pazar eylemişti çeliği
Günü birlik anılarımda sadece
Bir mayıs yetmiş yedinin
Tufanıyla yazılısın
Ansızın
Mavi rengine kan bulaştı
Kızıl mavi oldun sen
Kızılateş yalazıyla
Yıkanıyor meydanların sürekli
Isınıyor usulca
Şafakla yola çıktık
Geliyoruz
Aç kollarını bekle bizi İstanbul
Gün olur kavuşuruz
Taşralı bir şairin yüreğinde
Şiirce
Bir gün sana sahip olacağız
Tarihini biz yazmaya başladık
Taksim meydanında
Şehr-i Çakdurkan
Urtum Atın’ın başkenti olan Oy-Oğ
Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«
1978 -1980 Ankara
*******
Mavi Sarmaşık »Astan-Boliq« Adlı Kitabımdan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder