8 Nisan 2019 Pazartesi

İstanbul Mavi Sarmaşık »Astan-Boliq«

İstanbul Mavi Sarmaşık »
Astan-Boliq «.



Şehr-i Astan-Boliq
Bir İstanbul Masalıdır bu şiir!


Tarihin ilk sözcüğünü seslendim
Ow-Un diliyle
Urtum Atın’ın başkenti olan oy-oğ
Taşralı bir şairin sözleriyle
Kızıl şafak adına yemin ediyorum
Seni yazmak kaderimdir

Üç yüz bin yıllık tarihinde
Hiç mi güzel yaşamın yok
İşgalleri
Yağmaları
Katliamları saymasak
Elbette vardır kayda değer yaşamın

Küçükçekmece gölü oralar
Yarımburgaz mağarası
Senin can damarını anlatıyor
Doğum olayına tanıklık eden ses
Buralardan geliyor desem

Paganizm sesleniyor her gece
Taşında toprağında
Türbelerin pagan kalıntısı
Çınarlarında Şaman kokusu var
Barı Şehristan

Kırk bin yıllık geçmişini
Bilenler de var imiş
Ben devşirme sistemiyle
Sana şiir yazıyorum
Bağışla
Bu taşralı şairi bu gece

Tapınaklar kilise yapılınca
Ne düşündün
Kiliselerin camiye çevrilişine
Ne dedin ne söyledin
Sonra müze olayı
İlginç

O zamanki adın neydi
Daha sonra neler oldu
Kimler geldi kimler geçti
Toprağından
Tarih sayfalarında yazılıdır
Sen merak etme
Mavi sarmaşıklı
Ow-Un dilinde Oy-Oğ kenti

Bir Şaman
Bir pagan bir papaz bir derviş
Mahşerin dört atlısı
Damladaki tufan koptu kopacak
Altın boynuzlu kral adına

İlk adın Halkedon imiş
Körler Ülkesi
Pencereler çıra kokuyor
Duvarlar kireç

Sana komşu kent kurulur
Beri tarafta
Kahin sözüyle
Bizantion adı verilir
Semistra kentini de biliriz

Geçelim bu diyarları
Gelelim Helen dönemine

Helen'in annesi Zeus'a kaçmıştı gece
Kaçamak ilişkiyle Helen dünyaya gelmişti
Başlamış Helenler dönemi desem
İronik bir yaklaşımı hoş görürsünüz

Tuzlu yağmur bu kokuyu silememiş
Ayakizi insanın ten rengidir
Dağılır zamanla
Bilirsin

Der ki bütün kaynaklar
Kocasını boynuzlattıktan sonra
Helen
Truva prensi Paris'e kaçtı
İşte o günden bu yana
Altın boynuz söylencesi ilginçtir

Sonra savaşlar başladı
Truva savaşları denilir adına
Diğer bir adı da
Altın boynuzlunun intikam savaşları

Tarihte ilk pantolon giyen kadın
Kaçamakla doğan kız
Ömrünce
Kaçamaklarla yaşadın
Senin için başlayan savaşlarda

Eski bir ses işitilir Helen dilinde
Seni sordukları zaman
»Est en poli« dedikleri yerdir
Şehr-i Astan-Boliq

Toprağına binlerce kilise
Binlerce cami yapılsa da
Sen hala o eski Pagan şehrisin
Hiç değişmedin
Değişeceğinde yok

Niçin
Kader denen yazgıya kusursuz inanırız
Şarap rengi bir alemin bahçesinde demlenmek
Biraz efkar dağıtmaktır

Mineli çıkışların son basamağı
Kadehlerin ilk yudumu

Beni kimseler okumamalı
Hiç ama hiçbir kimse
Beni bilmemeli
Çünkü ben
Yerli olmama rağmen
Taşralı bir şairim
Şiirlerim
Şehr i Stanpol kokmuyor

Devşirme karakterli olan insanlar
İstanbul dışına taşra diyorlar
İçine Bizans

Dil sözcüklerin peşpeşe sıralanması
Aklın dizelere dökülüşüdür
Merdiven çıkışı

Sezgilerim hiçbir zaman aldanmadı
Saniyelik sohbetlerin başında
Kekemelik çekiyorum

Düz ovada şahin kuşu av avlar
Acırım göçüp giden turnalara
Bülbülan yaylasından

Göçmen kuşlar uğramıyor semtine
Issız mekan gibisin
Taşın
Toprağın
Turna sesine hasretlik çeker

Taşralı olmak benim için onurdur
Bab i Ali köprüsünden
Asla geçmedim
Sapakları sahiplenirim
Onlar benim
Olmazsa olmazlarımdır

Yeraltında kömür söken
Bir babanın oğlu olmak başkadır
Şair olmak için
Paşa konağında doğmak
Paşa torunu olmak gerekiyor

Yolum asla kesilmedi
Dilediğim dilekler kabul mü gördü
İbrişim kuşaklı ince belli kızlar
Ezgilerin içinde
Sadece bana el sallıyorlar

Lime lime dökülen sözler
Çimenlerin üstünde
Çiçek olup açmaya başladı
Ey taşralı şair
Sen hala direniyor musun
Israrından

Çınar ağaçları gölgelik yerin
Mavi kuşak gökyüzü
Uzaklarda yemyeşil dal kokusu
Bosphorus ince akar
Şarkıların içinde
Damla damla
Ezgice

Mormenekşe nazlı olur
Eser denizden karaya rüzgar
Çocuklar seninle mutlu
İnsanlar hem umutsuz
Hem umutlu

Ezgilerin sana özel
Hürrem kokar balalayka
Dutar teli Küsüyor
Sofrada nar şarabına
Gizlice

Uzak diyarların köprüsü
Sarı saçlı kızların ebem kuşağı
Zühreler çatladı mahzenlerinde
Suların buz kesende
Şarap sunuldu altın boynuzlu krala

Seher yeli tanrıça yüzlü kadınların
Gözlerine süzülürken
Sokaklarında
Kavimler kapısı kapanıyordu

Her savaş sonunda
Yağmalanmış toprağını
Gözlerimle gördüm desem

Şahmaran ülkesine
Asyalı gözüyle
Köprü olarak görünüyorsun
Gelip geçenler için

Asya'nın kızgın süvarileri
Senin üstünden geçtiler Balkanlara
Geçerken sana bu adı verdiler
»Stan pol« geçidi
Adın var olsun orkinoslarla

Kumrular ses veriyor
Surların mahzeninde dinlesene
Yedikule kitaplığı zindan olurken
Hiç utanmadın mı

Bilinmezlik senden uzak
Her şeyini biliyoruz
Adını
Sanını
Yedi tepeye kurulan
Yedi ayrı kent oluşunu da

Perslilerin »Stan pol«
Köprü ülkesi dedikleri yer
Işığı yakamozlar saçar
Sen çıkarsın haşmetinle karşıma
Binlerce padişahın uçkurundan
Artakalan kahinler diyarı
Seni yazmak kaderimdir
Az da olsa

Dünden bugüne ne değişti
Anlatayım istersen
Dünün kölesi
Bugünün işçisi
Yarının yöneticisi olacak
İnsanlar gelip doldu sokaklarına

Demiri çürüten pastır desem ne anlarsın

Ağacın kurdu özünde
Şairin hükmü sözünde olur
Senin için ne dersem
Ne söylersem
Hafif kalır

Ağacı çınardan
Meyvesi zeytinden
Çiçeği ortancadan olan şehir
Helen'den bu yana
Söylenceler yurdu kahinler diyarı
Sultanlarıyla masal ülkesi
Kuyularında kesilmiş başlar

Papaz kızlarının şehri
Kurulduğun günden bu yana
Senden olmayana taşralı dediğini
Çok iyi biliyorum

Sana göre bende taşralı biriyim
Şair olamam
Öyle mi
Bak sesleniyorum duy beni
Ben şairim ama Nedim değilim
Asla Baki olmadım

Bilinmezler diyarından sefer eyledim
Yolum sana düştü
Şehr i Saltanat
Kaç adın var saymadım
Kaç devlete kucak açtın okumadım
Kaç kez işgale uğradın
Yağmalandın
Yazmadım

Yokuş önünde soluklanmak
Bizans kokan evlerde
Ruhumuzu demleriz gizlice
Yedi kocalı Hürmüz aşkıyla
Duymasın Kanlı Nigar
Parçalar bizi

Şöyle bir dolandım surlar dibini
Mayıs akşamları katran karası
Yıldızların gözükmüyor
Dolunay gölgesinde

Hala Bizans kokuyorsun
Hala sokaklarında
Bizans entrikaları kol geziyor
Bütün aşklar Helen kokuyor

Çınaraltı sadeliğinde
Denizkızı Eftalya'nın şarkıları
Senin sokaklarında
Duyulur

Korsan gemileri limanlara kurulan
Köle pazarlarına insan taşıyor

Saraylarında dönme vezirler
Devşirme sultanlar
Gelip geçerken
Hükmün yürüdü

Surların gölgesinde
Dilsiz cellatların egemenliği

Sana hükmedenler
Senin adınla
Bize zulmettiler asırlarca
Halen bu zulüm devam ediyor

Atalar der ki
Yılanın tükürüğü insana zehir
İnsanın tükürüğü yılana
Zehr-i Stanpol

Sen seyirci kaldın öyle
Köhne çarşılarında
Bizans'ın Saray Entrikalarını
Üreten devşirmelerine

Yetmiş iki millet derler
Senin dışında kalan milletlere
Yetmiş iki dil derler
Senin dilinden başka olan dillere
Seslen sesin duyulsun şimdi
Dilini çözelim desem

Haydi bakalım
Yolun yolcun hanların hamamların
Saray kalıntıların senin olsun

Geçitlerin gecelere peşkeş çekildiği an
Taraftar fanatikler tespih sallasın
Gözlerim vınlayan topaç sesiyle yorgun

Şehr i Stanpol
Mavi Sarmaşık kokuyor desem
Surlar dibinde korsan nefesli insanlar
Köle pazarlıyor

Taşların köle kanıyla
Toprağın devşirme gözdelerin gözyaşıyla
Yıkanmıştı bir zamanlar

Hareminde
Kimler geldi kimler geçti desene
Sana hükmeden Papaz kızları nerde

Her tepede bir görüntü
Her sokakta bir sızıntı ses veriyor
Kapı önlerinde yavrucaklar
Bu sözümü sen anlarsın

Kızlı erkekli hazırlanıyor usul usul
Senin havuz başı sofralarına
Seni doyurmak için
Körler ülkesi

Krallar şehriydin
Padişahlar diyarı oldun
Gelip geçenler seni süsleyip gittiler
Kanlı mücevherlerle

Fener sessizliği haykırışların
Duyulur
Köle kanının üstüne
İşçi emekçi kanı döküldüğü zaman

Yedi tepeli şehir derler adına
Sen aynanın saydam yüzü
Abideler ülkesi
Sekizinci dünya harikası
Bana göre de taşralı sensin

Mavi sarmaşık döküntüsü
Kız kulesi yakamoz

Semtlerini teker teker yazamam
Yazmam da gerekmiyor
Ne sen beni tanırsın
Ne de ben seni
Seninle ilk kez
Bir mayıs sabahı yüz yüze geldik
Bu kanlı meydanda

Seni Fatih'in adıyla bilirim
Bin dört yüz elli üç fethi derler
Ben şüpheyle bakıyorum
Bu fetih olayına
Sanki Fatih seni fethetmedi
Sen Fatih'i fethettin

Sahi Fatih mi senin
Sen mi Fatih'in dilini biliyordun

Sen
Kahinlerin yaldızlı kitap sayfası
Saltanatların paylaşamadığı kent
Altın boynuz tanımıyla geçtin tarihe
Helen kaçamağıyla

Halifeler şehri derler sana
Sonra sayarlar bilcümle adlarını
Kalır Evliya Çelebi'nin sesi
İstanbul İstanbul
Şehr i Stanpol

Varlığını belirledin son anda
Üçüncü Mustafa'nın para basımında
Sabitleştin bilirim

Aman ha
İstemem Arnavut kaldırımlarını
O köhne surlarını
Zindan görünümlü evlerini

Dokunma benim dağlarıma
Yaylalarıma
Onlar benim özgürlüğümdür

O günden bugüne
Binlerce şair dizelere aktarmış
Binlerce yazar seni kitaplarında yazmış
Ezgiler seni seslenmiş

Elverip tutma elimi
Gel çağırma beni
Taşları
Köle kanıyla yıkanmış sokaklarına

Düşüncelerimi saldım
Vapurlar yanaşmış mavi limana
Kampana vurunca uykularım dağılacak
Bir mayıs yetmiş yedi sabahı
Seni iyi tanıdım
Yedi tepeli koca çınar

Panzerler bizi ezip geçerken
Kurulan pazarlarda
Kimleri satıyordun
Kıyıları yosun tutmuş denizleri mi
Haremine kapanmış köle sultanları mı
Yoksa kapı kulu askerlerini mi

Sen bilirsin sözüyle
Akar sular dururmuş derler
Benim yazmama hiç de gerek yok
İstersen unutalım bütün bunları

Birden
Köroğlu sefer başlatır
Delileriyle
Senin taşların titrer bilirsin
Kalelerin iniler

Karnımız doygun sırtımız pek
Mercan adalarında uyurken
Kelam etmek kavlince güzel

Benliğini deniz sularıyla yıkayan şehir
Bensizliği neyle yıkadın söylesene

Çözümsüz bir ülkenin topraklarında
Güneşin ışınlarıyla ısınırken
Haykırışım dil tadıyla

Aklına geleni çekinmeden
Kağıtlara döküştüren katipler

Doğunun güneşi ağlayacak
Seher vakti taşlarının üstüne
Turna sürüleri süzülürken
Bulutlu gökyüzünden
Kafkas dağlarına
Zümrüd ü Anka diyarına
Simurg yurduna

Şahların
Padişahların şehri
Asılan kesilen vezirlerin şehri
Taşı toprağı altın dediler
Öylece yağmaladılar
Eli kanlı adamlar

Göçmeni açlıktan ölen
Ey koca şehir
Ömrün talanlarla geçti
Elden ele dökülürken savruldun

Siyah keten beklediğimiz zaman
Sana hazırlık olsun diyedir
Sıkılan kurşunlar
Yelkovan kuşlarını yere indirdi

Yedi tepeli şehir
Yedi kocalı Hürmüz gibisin
Bir-Oy-Bil‘İn Başkenti At-Oqi Boliq
Astan-Boliq

Sokak lambaları devriye düdükleri
Arnavut kaldırımları İstanbul demekmiş
Bahçelerde hanımeli kokusu
Mavi sarmaşık

Eskiler çok iyi bilir
Yürüyen dünya masalı direkler arasında
Kendi kendini izleyen sen miydin
Bir meddahın oyununda

Sessiz dünya gölgesinde
Dolap döner Yunus İmre ilahi okur
İnsan yürür sokaklar ses verir
Bir mayıs sabahı kuşlar uçarken
Vuruldular birer birer
Kan bulaştı
Arnavut kaldırım taşlarına

Sözleri değiştirme
Sözcükleri yerli yerine koy
Beni benim yerime
Kendini de kendi yerine koy
Kervana katıl yürü
Seyyah
Yolun açık olsun

Yılların gölgesinde
Beslediğin cellatların bıçağı
Sessizce çarşıya çekerken çizikler
Pazar eylemişti çeliği

Günü birlik anılarımda sadece
Bir mayıs yetmiş yedinin
Tufanıyla yazılısın

Ansızın
Mavi rengine kan bulaştı
Kızıl mavi oldun sen

Kızılateş yalazıyla
Yıkanıyor meydanların sürekli
Isınıyor usulca

Şafakla yola çıktık
Geliyoruz
Aç kollarını bekle bizi İstanbul
Gün olur kavuşuruz
Taşralı bir şairin yüreğinde
Şiirce

Bir gün sana sahip olacağız
Tarihini biz yazmaya başladık
Taksim meydanında
Şehr-i Çakdurkan
Urtum Atın’ın başkenti olan Oy-Oğ

Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«
1978 -1980 Ankara

*******
Mavi Sarmaşık »Astan-Boliq« Adlı Kitabımdan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sarı Gelin Ezgisi!

Sarı Gelin Ezgisi! Bu dağlar Kızılgedik Dağları Vay Sinan Ölsün Sarı Gelin! Geçtim tüm kapıları ansızın Pencereleri öylece Dolaştım sokak...