17 Mart 2019 Pazar

Halk Ozanı Kanberoğlu »Pir Sultan«.

Halk Ozanı Kanberoğlu »Pir Sultan«


Kanberoğlu eydür Mürvetli şah'ım
De ki görem nedir menim günahım. 

Kanberoğlu dediğimiz gezginci ozanın hayatı hakkındaki yegâne bilgiye Vasfi Mahir Kocatürk’ün Saz Şiiri Antolojisi ve Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinde rastlanılır. Vasfi Mahir Kocatürk, özel kütüphanesinde bulunduğunu ifade ettiği bu dergi hakkında başka bir bilgi vermemiştir. Vasfi Mahir Kocatürk, Kanberoğlu’nun bir şiirini, Saz Şiiri Antolojisi, Vasfi Mahir Kocatürk, "Başlangıçtan bugüne kadar Türk Edebiyatının Saz Şiiri tarzında yazılmış en güzel Şiirleri" başlığıyla, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1963, s. 22. eserinde yayınlamıştır. 

Yani şöyle yazalım, Vasfi Mahir Kocatürk bu bilgiyi “Elimizde bulunan 17. yy. da yazılmış tezhipli ve itinalı bir dergide, on beş ve on altı yüzyılda yazılmış şairlerin şiirleri arasında yer aldığını söylemiştir. Buna göre biz, Kanberoğlu’nu 16. yy. da yaşamış şairler arasında sayıyoruz” diyerek ifade etmiştir. 

Sözü edilen dergideki bu bilgilere dayanarak, söz gelimi Ozan Kanberoğlu ve şiirleri hakkındaki başka bir bilgiye ulaşmak mümkün olmamıştır diye yazılıyor. Gel görkü halk içinde söylenilen türkülerde epeyce Kanberoğlu eserinin var olduğunu duyuyoruz. 

Duyduklarımızı birer birer arşivledik toplam 12 sayısını aşan bir miktara ulaştık. Bunlardan bazıları, Ardahan Damal yöresi Türkmen semahlarında Kanberoğlu’na ait, Damal semahı, bir başka adıyla Turna semahı, olarak Bülent Yılmaz tarafından derlenerek, yayınlanmıştır. Ayrıca bu semah »Ardahan Türküleri«[i] adlı kitap çalışmasında bulunduğunu söylemeliyim. 

Bir başka türkü Ardahan türküleri arasında yer alıyor »Aşayım karlı dağları« Yöresi Ardahan / Hanak, kaynak kişi Veli Yaycı, derleyen ve notaya alan, Nida Tüfekçi isimlerini yazabiliriz. Bu türkü TRT kaynaklarında yer alıyor. Şimdi bu yazdıklarım bilinenler, ya bilinmeyenler… Bazıları benim arşivimde ve bunlarda Ardahan yöresi yerli halktan dinlediğim ve yazdığım birkaç tane daha şiir vardır. 

Başka bir yöreye ait olan »Yol üstünde biten otlar«, adıyla bilinen eser, bendeki çeşitlemesi ise »Dam üstünde biten otlar« Kamberoğlu. Amik ağzı. Halil Atılgan tarafından derlenmiştir. Notalarıyla Uzun Havalarımız, Mustafa Özgül, Salih Turhan, Kubilay Dökmetaş - Ankara 1996, s. 511. Derlemeleri arasında bulunuyor. 

Bu yazıda yer alan türkü sözlerinin bazıları çeşitleme olarak alınmıştır. Ozanın ileri bir tarihte daha değişik eserlerine ulaşmak umuduyla diyelim. 

Ozan Kanberoğlu mahlaslı türkülerinden söz ettikten sonra, Birde Kanberoğlu adının üstünde bazı sözler söylemek gerekiyor. 

Kamber, Kanber: Arapça sadık köle anlamında olduğunu biliyoruz. Türkçedeki "nb" ses uyumsuzluğundan dolayı Kanber sözcüğü Kamber olarak söylenilip, yazılıyor. Kamber: Yunanca damat anlamındadır. Yandan takılan anlamında… Bir diğer yanıyla, evlenen çiftin ailesi ya da arkadaşı olmayan, aradan kaynayıp düğünde açıktan yiyip içen tiplere bu ad verilir. Bir evin gediklisi… Her şeye burnunu sokan… 

Bir başka ses olarak, İslam tarihinde Kanber, Hz. Ali’nin kölesinin adıdır. Bizim halk yazınında bu adın önemi buradan geliyor. Bir başka olay ise, Kızılbaş »Şii« edebiyatında birçok ozan kendisini Hz. Ali’nin kölesi, hizmetçisi olarak tanımladığı için bu adı kullanmıştır. 

Bir başka açıdan bakarsak… 

Akkoyunlu devletinin Safevî Devleti’ne katılması ve Şah İsmail'in bu dönemde Bağdat’ı alması üzerine O yöreye inen ve oralarda gezinen Şii mezhebini benimsemiş bir ozan olduğu anlaşılıyor. 

Önceleri Halep ve Hama şehirlerinde gezmiştir sonra bir dönem Bağdat şehrine gidip orada yaşamıştır. 

Bu zamanı incelersek, Şah İsmail'in Bağdat'ı alması 1509 olduğuna göre, Ozan Kanberoğlu’nun bu tarihlerde yaşadığını söylemek mümkündür demeliyim. 

Yöre ozanları bir Kanberoğlu destanından söz ediyorlar. Bu ozanın gezginci bir ozan konumunda olduğu ve sefer adıyla anılan anlatımların birkaç tanesini oluşturan ozan olarak kendisinden söz ediliyor. Yöre insanlarında duyup dinlediğimiz sözleri buraya aldık. 

Yörede Anlatılan Söylence: 

Kanberoğlu Horasan Okulu denilen dergah kültürüyle yetişen, Horasan yöresi aşıklarındandır. Kendisine Urmi yani Urmiye Aşığı ya da Urmiye Sofusu da deniliyor. Her nedense Urmiye Hanlığından[ii] Kars ve Ardahan yöresine geldiği ve bu yörelerde uzun zaman yaşadığı hikaye edilir. En çok türküleri Damal ve Hanak yöresi Şia Türkmenleri tarafından bilinir.

Uzun zaman Damal ve Hanak yöresinde ikamet eden Kanberoğlu, 
daha sonra o dönemde Aşıkların buluştuğu Halep şehrine gider. Bu diyarda belli bir süre dolanır. Hama şehrinde de kaldığı söylentiler arasındadır. 

Belli bir zaman sonra Kerbela Şehrine, oradan Basra'ya ve Bağdat Şehrine geçer. Bağdat Şehrinde uzun zaman kaldığını söylüyorlar. 

Bir gün bir kervana rastlar ve bu kervanın Şah'ın kervanı olduğunu öğrenince, Şah'ın kapısına kadar giden bu kervana katılıp Şah'a ulaşıp kendisini affettirmek dileğiyle bu kervanla birlikte yolculuk yaptığını anlatılan destan içinde öğreniyoruz.

Yolculuk boyunca kervan yolcularına ve konakladığı hanlarda söylediği türküler dillere destan olur. Şah'ın kapısına gider kendisini bağışlatıp Şah'ın aşıklar meclisine katılır. 

Bu yolculuğu anlatan bir aşık anlatımından söz ediliyor demiştim. Ozanların bu anlatımlarına sefer adı verildiğini söylemiştim. Ozanlar böylesi anlatımların içinde kendilerini bir başka konuma büründürerek sunarlar. Bu oluşturulan kişilik genelde ermiş, derviş, ulu ve tarikat ehli biri olarak görülür. Kanımca Ozan Kanberoğlu bu destansı anlatımını yani bu sefer destanında kendisini Pir Sultan mahlasıyla sunmuştur. Dolayısıyla günümüz ozanları arasında Pir Sultan adıyla bilinen ozan, Kanberoğlu’nun hazırlayıp sunduğu bu destanın içinde bizlere sunulan bir destan kahramanıdır diyebilirim. 

Peki bu Pir Sultan mahlası nereden kaynaklanıyor? Biz biraz geriye gidersek bu ismin nereden ve nasıl Anadolu topraklarına taşındığını görürüz. Yani biraz ilerilere gideceğiz. Asya topraklarında bulunan Türkistan’a gideceğiz, orada bulunan ünlü bir şahsiyeti tanıyacağız. 

Pir Sultan ismi, bizim tanıdık olarak bildiğimiz Ahmet Yesevi isminden gelmektedir. Doğum tarihi: 1093, Sayram, Kazakistan / Ölüm tarihi ve yeri: 1166, Türkistan, Kazakistan / Defin tarihi ve yeri: Hoca Ahmed Yesevi Türbesi, Türkistan, Kazakistan… 

Hace Ahmed Yesevi’yi biraz tanıyalım. 

O halde internet üstünden Azerbaycan adına açılan ve Azerbaycan wikipedia.org sayfasından bazı bilgileri yazının bu bölümüne alalım. 

»Tam Adı: Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi! 

Diğer Adları İse Şöyle: 

Ahmed bin İbrahim bin İlyas Yesevi, Pir-Sultan, Pir-i Sultan, Hazret-i Sultan, Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hoca Ahmet, Hace Ahmet, Miskin Ahmet, Kul Hâce Ahmet, Muallim Ahmet isimleriyle tanınır. Bu isimler Anadolu halkı arasında oldukça yaygındır. 

O, ilk talim ve terbiyesini Yesi şehrinde almış ve bu şehrin adını da özüne isim olarak almıştır. Ayrıca Ahmed Yesevi, doğduğu şehrin adını kurduğu tarikata vermiştir yani, Yeseviyye tarikatının kurucusudur. Şunu da yazmalıyım. Yeseviyye tarikatı Hanefi Mezhebine bağlı bir tarikattır.

Ahmed Yesevi Garbi Türküsta’nın Çimkend şeheri yakınlığındakı Sayram qesebesinde dünyaya gelmişdir. Karahanlılar Devleti Nufüsuna kayıtlıdır. Karahanlı Devleti, 840 - 1212 yılları arasında Orta Asya ve günümüz Doğu Türkistan toprakları üzerinde hüküm sürmüş bir Türk devletidir. 

Ahmet Yesevi'nin müritleri ve takipçileri ölümünden önce ve ölümünün sonrasında, 12.yy. ortalarından itibaren diğer bölgelere dağıldıkları gibi Anadolu'ya da gelerek görüşlerini yaymaya devam ettiler. Dolayısıyla Pir Sultan adı 12 yy. dan itibaren Anadolu topraklarına Yesevilik düşüncesiyle Ahmet Yesevi’nin bir başka adı olarak yayılmıştır. 

Ahmet Yesevi'nin ölümünün ardından irşad alan halifeler sırasıyla şöyledir: Ahi Evran,  Mansur Ata, Abdülmelik Ata, Süleyman Hakim Ata, Korkut Ata, Tac Hoca, Zengi Ata. 

Evliya Çelebi’nin verdiği bilgileri yazının bu bölümüne almalıyım. 

Bizim bildiğimiz Osmanlı gezgini Derviş Mehmed Zillî veya bilinen adıyla Evliyâ Çelebi, 17. yüzyılın önde gelen gezginlerinden ve az sayıdaki 17. yüzyıl nesir yazarlarındandır. Elli yılı aşkın süreyle Avrupa, Batı Asya ve Mısır topraklarını gezmiş, gördüklerini de Seyahatnâme adlı 10 ciltlik eserinde toplamıştır. 

Ayrıca, Evliya Çelebi, kendisinin Ahmed Yesevi’nin soyundan geldiğini seyahatnamesinde iddia etmiştir. Evliya Çelebi, ayrıca gezdiği yerlerde rastladığı Yesevî dervişlerine ait makamları da eserinde kaydetmiştir. Bu derviş ve gaziler arasında Rumeli'nin fethinin manevi öncüsü olan Sarı Saltuk, Deliorman'daki Demir Baba, Niyazabad'daki Avşar Baba, Merzifon’daki Pir Baba, Bulgaristan Varna-Batova'daki Akyazılı Baba, Filibe yolunda Kıdemli Baba Sultan, Bursa'daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul Unkapanı'ndaki Horos Dede, Bozok Sancağı Yozgat'taki Emir Çin Osman, Tokat merkezindeki Gajgaj Dede, Zile ilçesindeki Şeyh Nusret,  Kırşehir de Ahi Evran,  Nevşehir'de Hacı Bektaş-ı Veli, Karaman da Yunus İmre, Amasya’da İlyas Baba, Evliya Çelebi’nin tespit edebildiği isimlerdir. Ancak bunlardan hiçbiri Nevşehir'de yerleşen Hacı Bektaş-ı Veli kadar yaygın bir üne kavuşmamıştır.

Ahmed Yesevi’yi bir başka kaynaktan alıntı yaparak biraz daha detaylı tanıyalım. Ancak bu kısa yazının içinde iki kez verilen bu yaşam bilgisi konuyu betimlemek için önemlidir. Ayrıca Ahmet Yesevi Hanefi Mezhebine bağlı biri olarak açık açık aktarılıyor.

Ahmed Yesevi Batı Türkistan’ın Çimkend şehri yakınlığındaki Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Bir başka anlatıya göre, Ahmed Yesevi’nin atası Hace İbrahimin nesebi Hz. Ali’nin oğlu Muhammed bin Hanefi’dir.
 

Ahmed Yesevi, XI asrın meşhur mütefekkir-şairi, ortak Türk edebiyatında ilk mütefekkirlerden, Türk dilinde, sufizm edebiyatının ilk yaratıcılarından. 

Orta Asya Türkleri arasında İslam’ı yayan, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Müslümanlaşmasında büyük rolü olan Ahmed Yesevi’nin doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. 

Türbesi, Kazakistan'ın güneyindeki Türkistan kentinde 1389 ile 1405 yılları arasında Timurlenk tarafından yaptırıldı. 2002 yılında UNESCO tarafından dünya tarih eseri olarak kabul gördü. Ahmet Yesevi'nin türbesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından yeniden tamir edilmiştir. 

Küçük yaşlarında anasını yitiren Ahmed ilk derslerini Sayram’ın en meşhur velilerinden olan atası Şeyh İbrahim’den almıştır. Amma o 7 yaşında iken atası da vefat etmiştir. Atası ölenden sonra evvelce Yesi de Arslan Babadan ders alan Ahmed, kısa zaman içinde tahsilde büyük uğurlar kazanmıştır. Arslan Baba dünyasını değişenden sonra o, Buhara’ya yollanmış ve burada büyük evliya Yusuf Hemedani’nin öğrencisi olmuştur. Hemedani den icazet ve hilafet alan Ahmed Yesevi Mürşidi Şeyh Yûsuf el-Hemedânî gibi Ahmed Yesevî de Hanefi mezhebine bağlı bir âlimdir. Müelliminin vefatından sonra bir müddet Buhara’da kalıp burada öğrenciler yetiştirmiştir. 

Ahmed Yesevi’nin esas eseri sayılan "Divani-Hikmet" aslında çok sonraları Yesevi dervişleri tarafından tertip edilmiştir. Bu sebepten eserin metninin dil yapısı XI. Asrın dili değil, daha sonraki yani 17. Ve 18 yy. yüzyılın dil yapısını içermektedir. »Divani-Hikmet« kafiye sistemi ve vezin bakımından koşmalara benzeyen dörtlüklerden ve aruz vezninde yazılmış gazellerden ibarettir.«[iii] 

Günümüzde Pir Sultan mahlaslı şiirlerde yine Ahmed Yesevi ismine addedilerek müritleri tarafından yazılıp halk arasında dağıtılmıştır. Günümüz Pir Sultan şiirleri de XI. yy. dil yapısını taşımıyor. Daha çok 19 ve 20 yüzyılın dilini taşıdığı gibi en çok şiirler günümüz TDK desteğiyle gelişen Türkçe dil yapısını içeriyor. Sistem hep aynı Ahmet Yesevi adını yaşatmak ve yaymak… 

»Yesevîlik, adını Nakşibend’îyye tarikâtı şeyhi Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin müritlerinden Hoca Ahmed Yesevî'den alan, İslâm'da kadın-erkek denkliğini yaşatan, Anadolu Alevî-Şia Tarikatı üzerinde bir hayli tesirleri olan, Bektâşî Tarikâtı'nın da beslendiği tasavvufî yol ve Türk tarikatı. Horasan Melametîliği, Arslan Baba, Yusuf Hemedani ve Hoca Ahmed Yesevî adlarıyla bilinen Horasan okulundan söz etmek gerekiyor. 

Hoca Ahmed Yesevî, babası İbrahim Şeyh ve Arslan Baba'dan tasavvuf eğitimi aldı ve hocasının ölümünden sonra Yusuf Hemedani'nin yanında eğitimini tamamladı. Türkistan'da faaliyetlerini sürdüren Ahmed Yesevî'nin yolu zamanla Yesevîlik adını aldı. "Horasan Okulu" olarak da adlandırılan tasavvuf akımının en önemli temsilcisi olan Hoca Ahmed Yesevî'den adını alan Yesevîlik yolu, Türklere İslâm'ı ve dervişliğin yollarını öğretmeyi amaçlamıştır. Bunun için tevhit inancını, Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile sentezleme yolu seçilmiştir.«[iv] 

Bu bilgilerden sonra biz yine kendi konumuza dönelim. 

Bu destansı anlatım olayını Yunus Emre, Aşık Kerem, Karacaoğlan, Ercişli Emrah, Lezgi Ahmet ve Köroğlu destanlarında da görüyoruz. Bugün 27 Karacaoğlan, onlarca Kerem, her şehirde bir Köroğlu destanı dinlemek mümkündür. Dolayısıyla bu destan dağılımı, Pir Sultan içinde geçerlidir. Anadolu da onlarca Pir Sultan adına ve binlerce Pir Sultan Mahlaslı tekke şiirine tanık olmak mümkündür. 16. yüz yılda oluşan böylesi bir destan kahramanının tarikat ehli olması ve o çağlarda tarikat felsefesinin yaygınlığı dikkate alınırsa olay daha kolay anlaşılır. 

Pir Sultan’ın destandaki sonunun ölümle bitmesi, destanı daha da ilginç hale getirmiştir. Ölümün ise inanç uğruna olması, inanç uğruna ölenlerin şehit adıyla anılması, destanın halk arasında büyük bir yaygınlık kazanmasına yol açmıştır. Destan ve destan içindeki kahramanın böylesi bir üne kavuşması, ister istemez her yerde, bu isimle ozanların çıkması ve bu mahlasla şiirler okunması gelenek üstünde var olan bir olgudur. 

Pir Sultan adını yani, mahlasını kullanan onlarca hatta yüzlerce ozandan söz edebiliriz. Günümüz ozanlarından Ali İzzet ve Ali İzzet uydurmaları en canlı örnektir. Yani halk yazınında bir Pir Sultan geleneği var, bu gelenek içinde oluşmuş binlerce şiir ve yüzlerce efsane anlatımı var. Var olan bu ünü kendi hanesine yazdırmak isteyenlerin var olması en doğal olaydır. 

Türk halk yazınında birçok ozanın yaşamadığını biliyoruz. Bu ozanların destansı birer ozan olduklarını da biliyoruz. Bu ozanların birkaçının isimlerini yukarıda yazmıştım. Bu ozanlar gelenek ozanlarıdır. Hikayeci aşıkların anlattığı hikayelerin içinde varlar. Bu ozanların şiirleri de gelenek üstünde var olmuştur. Şöyle demek en doğrusu… Bu gelenek üstünden var olan şiirler kesinlikle mahlası olan ozanlara ait değildir. Hikayeyi oluşturan ozanlara aittir. Küçük bir örnek vermek gerekiyorsa, Çıldırlı Aşık Şenlik’in oluşturduğu Latif Şah Hikayesi bilinen bir örnektir. Bu anlatımda onlarca şiir var, bu şiirler hikayede adı geçen kişiliklerin adıyla anılır, ancak biz biliyoruz ki, hikayede var olan tüm şiirler Aşık Şenlik şiirleridir. Bu tür geleneksel oluşumu, birçok araştırmacı da kabul ediyor. Bu geleneksel ozanlardan biri de Pir Sultan’dır. 

Buyurun Ozan Kanberoğlu ile ilgili bir efsaneyi okuyalım. Bu efsane ile birlikte dokuz tane efsane sırayla anlatılmış. İsteyen internet sitelerinde ve yazılan kitaplarda bulabilirler. Bizim konumuzu içeren efsane üçüncü efsanedir biz onu aynen buraya alıyoruz. Tunceli efsanesi, Serezli Pir Sultan efsanesi, Pir Silvanus efsanesi son yıllarda gündeme gelenlerdir. Kısacası Pir Sultan efsanelerini derlemeye kalksak yüz sayısını rahat geçeriz diyorum. İsteyen toplasın ve yayınlasın. Destansı anlatım olarak derlenirse, Köroğlu’nu ve Aşık Kerem’i geçer mi bilemiyorum. 

Son bir not düşmek istersek, Pir Silvanus anlatımı doğru ise, var olan şiirlerin tümü sahipsiz demektir. Yani yukarıda söylediğim gelenek üstünden başka başka ozanların sazıyla sözüyle oluşan şiirlerdir. Bu şiirler sistem olarak Ali İzzet uydurmaları adıyla anılıyor bildiğim ve okuduğum kadarıyla. 

Pir Sultan adına anlatılan Kamberoğlu efsanesini bu yazının sonuna alıyorum. 3. Efsane adıyla sunulan bu küçük yazı bana ait değildir. Kopyala yapıştır sistemiyle yazının sonuna aldım. Yazı hakkında hiçbir yorum yapmadan, öylece sunuyorum. Bu efsanenin yayınlandığı kitap hakkında bilgiler ise dipnot olarak sunulmuştur. 

3. Efsane: 

»Pir Sultan Abdal, Sivas’tan ayrılıp bir kervanla Suriye’ye geçmiş. Hama şehrinde bir müddet oturduktan sonra Şii bir toplulukla Kerbela’ya gitmiş. Ziyaretini tamamlayıp Bağdat’a hareket etmiş. Orada birkaç hafta oturduktan sonra tekrar İran’ın yolunu tutmuş. Kamberoğlu adıyla yaptığı bu gezinin sonunda İran’a varmış. Orada bir hana inmiş, birçok güçlüklerden sonra Şah’ın yanına seyis olarak girmiş. Fakat çok geçmeden Şah, bunun değerli bir zat olduğunu fark etmiş, kendisine layık bir görev vermiş.

Şah’ın Sanem adlı gayet güzel bir kız evlatlığı varmış. Sanem, saraya sık sık girip çıkan Kamberoğlu’na âşık olmuş. Şah’ın hanımına derdini açıp, Kamberoğlu ile evlenmek istediğini söylemiş. Bunu öğrenen Şah, Sanem’i yanına çağırtıp: 

― Kızım, Kamberoğlu’nun bizde vaktiyle seyislik ettiğine bakma, o memleketinde tanınmış bir şeyhtir. Seninle meşgul olacak bir vakti yoktur. 

Fakat Sanem, bu isteğinden vazgeçmemiş, yemekten içmekten kesilmiş... Nihayet Şah, onu Kamberoğlu ile evlendirmeye razı olmuş. 

Kamberoğlu (Pir Sultan Abdal), Sanem’le evlendikten sonra Şah’ın kendisine verdiği konakta birkaç yıl mesut hayat geçirmiş. Nihayet Kamberoğlu, memleketini özlemiş. Şah’tan izin alarak genç karısıyla birlikte Sivas’a hareket etmiş. 

Pir Sultan Abdal, Sivas’a gelince, Sanem’i yanında ayırmaz olmuş, nereye gitse yanına almaya başlamış. Onun böyle bir güzel İran’lı kızla gezdiğini gören kötü niyetli birkaç kişi gidip Sivas Valisi Hızır Paşa’ya şikâyet etmişler. Hızır Paşa ikisini huzuruna çağırtmış, önce Pir Sultan Abdal’ı sorguya çekmiş: 

― Sen kimsin? Bu kadın neyin oluyor? 

― Ben, Kamberoğlu adında bir seyyahım. Bu da benim eşim Sanem Şah’tır. Kendisiyle İran’da / Fars diyarında evlendik. 

Genç ve yakışıklı Hızır Paşa bu cevabı alınca, bu sırada kendisine hayran hayran bakan Sanem’e sormuş: 

― Bu adam gerçekten kocan mıdır? 

Sanem kaşlarını çatarak: 

― Hayır! O beni zorla babamın evinden kaçırdı. Size yalan söylüyor, onun gerçek adı Koca Haydar (Pir Sultan) dır. Beni onun elinden kurtarınız. 

Bunun üzerine Vali, Sanem’i, haremine almış ve Pir Sultan Abdal’ı tutup öldürtmüş ve adamlarına kanlı bir öküz postuna sarmalarını emrettikten sonra yanındakilere: 

― Bunun öldüğüne bir türlü inanamıyorum. Zira bir defa astık kurt şekline girdi; şimdi kim bilir ne surete girer? 

Demiş ve günlerce bekletmiş. Nihayet yıkayıp gömmek istemişler; fakat sarıldığı deriyi bir türlü açamamışlar. 

Hızır Paşa: 

― Bunu açsa açsa onun sırrını bilen Sanem açabilir... 

deyip Sanem’i çağırtmış. Katı yürekli kadın, yanına gidip: 

― Açıl, Pir Sultan açıl! 

demiş. Akabinde öküz derisi açılmış. Bunun üzerine Pir Sultan’ın cesedini yıkayıp şehrin dolaylarında gömmüşler ve üstüne bir yığın taş, birkaç kaya parçası koymuşlar.«[v] 

********

01 Turnam Gelir »Turna Semahı« 

Yöre: Damal / Dereköy

Kaynak: Cafer Avalır


 

Derleyen: Bülent Yılmaz

Notalayan: Bülent Yılmaz

 

 Turna gelir gater gater
Arş yüzünde semah tutar
Turna ben avcı değilim
Cana kıyıcı değilim
Yeri
Turnam yeri
Yeri
Turnam sen yeri
Yeri
Turnamın ganadı sarı 

Ben ağlarım zarı
Sarı turna sallanır yar
Döşü alınan yeşil yar       Döşü
Yeri turnam yeri 

Yeri
Durnamın ganadı sarı
Ben ağlarım zarı zarı
Eğlen durnam eğlen eğlen
Eğlen gülüm eğlen eğlen 

Yüceden gelen bezirgan
Şer i dine[vi] bele beni
Düşmüşüm yoldan aşağı
Dut elimden kaldır beni    Beni 

Yeri
Turnam yeri yeri
Şahımın yolları düzdür
Geceler bana gündüzdür
Eğletme de gönder beni

O şah evde yalınızdır
Eğletme de gönder beni
Pirim evde yalınızdır
Yeri turnam yeri 

Yeri
Turna sallanır yar
Döşü alınan yeşil yar       Döşü
Eğlen durnam eğlen eğlen
Eğlen gülüm eğlen eğlen 

Kamberoğlu’yum hal oldum
Yandım küllere garh oldum
Ne de günahkar kul oldum
Böyle pire bildir beni
Böyle şaha bildir beni 

Yeri
Turnam sen yeri
Yeri
Durnamın ganadı sarı
Ben ağlarım zarı
Sarı turna sallanır yar
Döşü alınan yeşil yar       Sarı 

Eğlen
Hasretinden eğlenir
Çık gökyüzüne durnam
Biz semaha dönelim
Eşinden mi ayrıldın
Nedir feryadın
Orda Pir Sultan Abdal
Etrafınıza gatın
O sizi geçirir de
coşkun sellerden    Dost

 

02 Yüceden Gelen 

Ardahan Semahı[vii]

 Yüceden gelen bezirgan
Tut elimden kaldır beni
Düşmüşüm toza torpağa
Şer i-dine daldır beni 

Şer i-dinden ferman eyle
Gel bu derde derman eyle
Götür Şah'a kurban eyle
Öldür derse öldür beni 

Şah'ımın yolları düzdür
Geceler bana gündüzdür
Şah'ım orda yalınızdır
Yolcu diye aldır beni 

Bu arı ne çetin arı
Yandı yüreğimin zarı
Çek atı çek Şah’a bari
Günahımla bildir beni 

Kanberoğlu'yam dayandım
Yandım küllere boyandım
Hasret basınca uyandım
Gözden akan seldir beni 

Bağlantı
Yerler gökler semah döner
Varalım İmam Hüseyn'e
Has nenni nenni nenni
Dost nenni nenni nenni 

Çarka girin hey bacılar
Varalım İmam Hüseyn'e
Has nenni nenni nenni
Dost nenni nenni nenni. 

03 Durna Gelir 

Ardahan Semahı[viii]

 Durna gelir kater kater
Arş yüzünde sema tutar
Durna ben avcı değilim
Cana kıyıcı değilim 

Yeri durnam yeri yeri
Yeri anam yeri yeri
Durnamın kanadı sarı
Ben ağlarım zarı zarı 

Durna sene ne yakışır
Alnına yeşil yakışır
Eğlen durnam eğlen
Eğelen gülüm eğelen 

Yüceden gelen bezirgan
Tut elimden kaldır beni
Düşmüşüm toza torpağa
Şer-i dine daldır beni 

Şah'ımın yolları düzdür
Geceler bana gündüzdür
Şah'ım orda yalınızdır
Yolcu diye aldır beni 

Kanberoğlu ne hal oldum
Yandım küllere gark oldum
Ben bir günahkar kul oldum
Böyle pire bildir beni 

04 Aşayım Karlı dağları 

Aşayım karlı dağları
Dönemem yar şimden geri
Dünyada ölüm var imiş
Yanmanam yar şimden geri 

Sar altından sarı olsan
Cennetteki hürü olsan
Gün gümüşten duru olsan
Kucmanam yar şimden geri 

Yol üstünde pınar olsan
Akıp akıp durur olsan
Hararetten yanar olsan
İçmenem yar şimden geri 

Kanberoğlu yürek yandı
Eder isen yüz bin andı
Açılsın sinemin bendi
İnanmam yar şimden geri.[ix]

 05 Dam Üstünde[x]

 Dam üstünde biten otlar[xi]
Vakti gelir solar bir gün
Kız senin aşkına düşen
Saçın tel tel yolar bir gün 

Gine geldi bahar yazlar
Ötüşür durnalar kazlar
Kız senin ettiğin nazlar
Beni yola salar bir gün 

Gitti giden kaldı kalan
Ölüm haktır dünya yalan
Kız seni gurbete salan
Eyvah deyip ağlar bir gün 

Kanberoğlu söze başlar
Döner yüreğini haşlar
Kanatlanan yavru kuşlar
Gökyüzüne dolar bir gün 

06 Bende Şu Dünyaya 

Ardahan Damal Semahları | Ağır Semah

 Bende şu dünyaya geldim geleli
Emanetten bir don geymişe döndüm
Şeyhin Şah Bağdad u aldu alalı
Bahrı mülkü şana doymuşa döndüm 

Şahım geldü geçtü beri bakmadu
Hüseyin aşkına canlar yakmadu
Mülküm Bağdad dedü asla çıkmadu
Bu şehri vatana saymışa döndüm 

Kanberoğlu şehr ü Bağdad u tanı
Pir i Mügan derler rehberim hani
Bağdadın seyyahı ben miyim yani
Yoluna serimi koymuşa döndüm[xii]

 07 Bende Şu Dünyaya[xiii]

 Ardahan Damal Semahları | Ağır Semah. 

Bende bu dünyaya geldim geleli
Emanattan bir don giymişe döndüm
Sahabı var ıdı elimden aldı
Kuru yerde koyun güdmüşe döndüm 

Gitti kömür gözlüm geri dönmedi
Çukurlar vurdurdum sular gelmedi
Çok yuva bekledim cücük çıkmadı
Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm 

Kanberoğlu ben yar ile eğlendim
Farzı kıldım sünnetine bağlandım
Bu dünyanın ataşıyla dağlandım
Gönül deryasında yunmuşa döndüm. 

08 Şah Yoluna 

Şah yoluna giden kervan
Eğlenmeden aldır beni
Düşmüşem elden ayaktan
Tut elimden kaldır beni 

Şah'tan bana ferman eyle
Gel bu derde derman eyle
Götür Şah’a kurban eyle
Öldür derse öldür beni 

Arıydım baldan ayrıldım
Ne şirin dilden ayrıldım
Bülbüldüm gülden ayrıldım
Gülistanda güldür beni 

Şahımın yolları düzdür
Geceler bana gündüzdür
Şahım evde yalınızdır
Yitik kulum buldur beni 

Kanberoğlu ne hal oldum
Yandım küllere gark oldum
Ben bir günahkar kul oldum
Böyle Şah’a bildir beni 

09 Gidelim 

Felek yurt yerini berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Zulüm hanemize gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Bir bölük turnaydık sökün dedüler
Derd ü fırağınız dökün dedüler
Bağdad'dan ötesi yakın dedüler
Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Her ne yana koşsam yolum dumandır
Her dumanlı günüm ahd ü amandır
Yollarda kalmışım haylı zamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Pir elinden dolu içmiş deliyim
Nevruz ile coşan kargun seliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Kanberoğlu eydür Mürvetli şah'ım
De ki görem nedir menim günahım
Arşa direk oldu dost benim ahım
Açılın kapılar Şah’a gidelim 

10 Alıptır Gönlümü Benim[xiv]

 Alıptır gönlümü benim bugün bir serv-i siminber
Yüzü güldür beni fülfül saçı sümbül kaşı amber 

Cevahirden yaratmıştır anın Allah dişlerini
Biri lal ü biri dürr ü biri mercan biri gevher 

Bu dört nesne revan olsun yarin şirin dudağına
Biri şeker biri kevser biri misk ü biri amber 

Bu dört nesneye benzettim sevdiğimin cemalini
Biri aydır biri gündür biri Zühre biri Ülker 

Bu dört belaya uğrasın beni yarimden ayıran
Biri oktur biri kılıç biri gönder biri hançer 

Bu dört pirin duasiyle isterim yarimi Haktan
Biri İsa biri Musa biri Hızır biri Hayder 

Kanberoğlu bu cihanda seviptir bu dört nesneyi
Biri aşktır biri işret biri mey ü biri dilber 

11 Aşkın Mekânında Kaldım[xv]

 Aşkın mekânında kaldım başkaca mekân bilmezem
Canımı ol cana saldım men başkaca can bilmezem 

Takdiri lemyezel meni cevr ü bağdad deyüp saldı
Bağdad u Basra demişem başkaca bir han bilmezem 

Nükteyi hakikat bilip aşk kapısında kul olan
Gelgil ki men aşktan özge başkaca lisan bilmezem 

Men görmüşem cemalini bes demişem ya bismillah
Tekbir gıldım yönü kıblem ol başkaca yan bilmezem 

Kanberoğlu zerk zahidi tevezudan kim geçire
Pir i Mugan dad eyleye men başkaca san bilmezem 

12 Ey Can Sahibi 

Ey can sahibi gelgıl ki canı canandan haber ver
Vücudu şehri mekanın sen ol mekandan haber ver 

Vücudun şehr i Bağdad u dolanıp seyran edelum
Gönül evi pir i Mügan sen ol sultandan haber ver 

Lebü meyden şifa bulur dert ile yanan hastalar
Misüs çayuna gark olan sen o Lokman’dan haber ver 

Kaf dağında Huma Kuşu uçup göğe ağaram men
Aşiyan içinde kalan bir damla kandan haber ver 

On iki budağı vardur Bağdad da biten ağacun
Zimistanda çiçek açan şehri buyundan haber ver 

Şeyh ün Şaha adem derler bes ademi bilirim men
Cennet ül köşkü terk eden bahru Adem den haber ver 

Oku aşkın kitabından ayet ayet Kanberoğlu
Hakikati bazar etmiş pir i Mügandan haber ver 

Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş« 



[i] Ardahan Valiliği Kültür yayınları »Ardahan Türküleri« Orhan Bahçıvan-Gökhan Temur—Selçuk Mu-rat Kızılateş. 25 Mar 2016…
[ii] Urmiye Hanlığı: Urmiye Gölü ve Urmiye Şehrinden adını alan bir Türk Hanlığıdır, Bu hanlığa bağlı şehirleri yazarsak, Makü, Çaldıran, Hoy, Salmas, Urmiye, Uşnu, Sulduz, Kuşaçay, Hana, Savuçbu-lak, Sayınkala, Bey Kendi, Sarıdaş, Tikantepe gibi isimlerden oluşuyor. Kanberoğlu bu yörenin ozandır deniliyor. Kısaca Urmi Aşığı olarak biliniyor.
[iii] Bu bilgiler Azerbaycan wikipedia.org sayfasından aynen alınmıştır.
[iv]   Fuat Köprülü, Ahmet Yesevi, İslam Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1940,
[v] S.Y. Pir Sultan Abdal. Eskin Matbaası, İstanbul 1972: 5-7.
[vi] Şer i dine: şeriat ve din kuralları içinde gör beni anlamında…
[vii] Damal Yöresinde Durna Semahı / Aşık Cafer Avalır’dan derlenmiştir...
[viii] Damal Yöresinde Durna Semahı / Aşık Cafer Avalır’dan derlenmiştir...
[ix] Aşayım karlı dağları« Yöresi Ardahan / Hanak, kaynak kişi Veli Yaycı, derleyen ve notaya alan, Ni-da Tüfekçi isimlerini yazabiliriz. Bu türkü TRT kaynaklarında yer alıyor.
[x] Kamberoğlu. Amik ağzı. Halil Atılgan tarafından derlenmiştir. Notalarıyla Uzun Havalarımız - Mus-tafa Özgül, Salih Turhan, Kubilay Dökmetaş / Ankara 1996, s.511. Ayrıca, İzzet Özkan kaynaklı Hatay türküleri arasında yer alıyor...
[xi] Nüsha: Yol üstünde biten otlar.
[xii] Ardahan Damal Semahları | Ağır Semah Kaynak: Cafer Avalır...
[xiii] Ardahan Damal Semahları | Ağır Semah Kaynak: Cafer Avalır…
[xiv] Saz Şiiri Antolojisi Vasfi Mahir Kocatürk, "Başlangıçtan bugüne kadar Türk Edebiyatının Saz Şiiri tarzında yazılmış en güzel Şiirleri" başlığıyla, Ayyıldız Matbaası, Ankara - 1963, s.22.
[xv] Bu üç gazelde hece ölçüsüyle yazılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sarı Gelin Ezgisi!

Sarı Gelin Ezgisi! Bu dağlar Kızılgedik Dağları Vay Sinan Ölsün Sarı Gelin! Geçtim tüm kapıları ansızın Pencereleri öylece Dolaştım sokak...