Kültür sözcüğü gündeme geldiği zaman,
genel anlamda yemek tarifleri aktarılıyor. Yıllardır kültür olayı bizde insanın
midesine hizmet etmiştir diye düşünüyorum. Oysa benim bildiğim kültür, insanlık
tarihinin en büyük mirasıdır. Kendi içinde evrimleşerek günümüze gelmiştir.
İnsanlık tarihiyle özdeşleşen kültür tarihi insanla beraber evrimleşerek
günümüze gelmiştir.
Kültür sözcüğünü tek başına almak yerine
günümüzde oluşan, anlam itibarıyla, bu sözcüğün önüne getirilen tamlama sözcük
ile nitelemek istiyorum.
Arabesk Kültür
Protest Arabesk Kültür
Arabesk kültür nedir?
Arabesk kültür, içinde yaşadığımız, var
olan kültürden yeni oluşan bir kültüre geçiş sürecidir. Günümüz itibarıyla ele
alırsak geleneksel kültürden modern kültüre, Köy kültüründen kent kültürüne
geçiş evresi denilen dönemde yaşanılan kültüre verilen bir isimdir.
Arabesk Kültür dönemi sancılı bir
dönemdir. Geçmiş ve gelecek kültürlerin birlikte var oluşudur. İki kültür arası
diye adlandırılan sentez dönemidir. Her iki kültür de bu dönemde varlık
göstermeden belirsizlik taşıdığını görürüz. Bu belirsizlik kendi bünyesinde
kimliksiz olmanın evresini taşır. Bu kimliksizlik bir bakıma kültürsüzlük
anlamında algılanır ki, bu dönemi bazı araştırmacı ve yorumcular “Kültürel Çöküş” diye adlandırıyorlar.
Var olan ve devamlılığını
kabullendiğimiz geleneksel kültürün yasal tanımını içinde taşıyan töre ve
törecilik yasalarıyla belirlenen bir yaşamın, yani, genel adıyla, geleneksel kültürün çözülmesiyle eski kültür
toplumlar üstündeki etkisini yitirmeye başlar. Bu dağılım sürecinde, toplumları
oluşturan bireyler yabancılaşma gibi bir içgüdünün dürtüsünü algılarlar.
Birey feodal bağların koptuğunu
algıladığı zaman tekil olarak kendini boşlukta görmeye başlar. Bu tekil
algılama ise, bireyi kendi değerlerine yabancılaştırır. Kendi değerlerine
yabancı olarak bakmaya başlayınca, görülen manzarayı şöyle özetleyebiliriz:
Bu dönem, yeni bir kültürel yaşamın
başlangıcıdır. Tekil olan kişi yaşantının moment noktasıdır. Bu moment
noktasında, var olan istemlerin gelişmediğini görmek olasıdır. Yani, ahlak,
hak, adalet, özgürlük, bilgi edinme, güzellik eğlenme, kendi değerlerine göre
arkadaş edinme, estetik yapı, gelen kültürün dil yapısını da yazdıktan sonra
bunların henüz gelişmediğini söylemek mümkündür.
Böylesi bir bireysel yaşamın içinde var
olan bireylerin kendi öz yaşantılarını silik, mat olarak yorumlamaları, bireyin
kendine güvensizliğini belirginleştirir. Felsefe kuramcıları derler ki, işte
tam bu evrede, bilgisizlik, rüşvet, saldırı, zor kullanmak, şiddet, uyuşturucu
ve toplum genelinde çirkin kabul edilen tüm olaylar bireysel başlayıp kitlesel
olarak yaşanılır. Yaşanılan bu çirkin olayların genele yansıması tamamen
bireyin kendi bünyesindeki çözülmenin ürünüdür. Kültürel çözülme bireyi sürekli
olumsuzluklara iterken, birey, yaşanılan bu olumsuzlukların tümünü bir çöküş
olarak kabullenmesi ve bu çöküşün altında kalkabilmek için, tutunacak bir dal
araması ve bu aranan dalın ise tutunacak ve bireyi yine eski dönemine çekecek
bir dal olmasına özen gösterilir. Çözülen ve yok olmaya başlayan kültürün
içinde var olanların bireye göre en değerlisini seçip, ona sahiplenmesi ve onu
kurtarmaya çalışması, ya da onunla kimliğini ve kişiliğini belirlemeye
kalkışması gözlenen bir doğrudur.
Çözülen kültürün içinde bireye göre en değerlisi din kültürüdür. Bu yüzden birey bu belirsizliğini dinsel görüntüyle belirginleştirmeye özen gösterir. İşte bu alanda bireyin gösterdiği bu öznel davranış, fanatiklik olarak sergilenir. Bireyin ister istemez, dinsel ögelere sıkı sıkıya sarılması ve görüntü olarak dinsel bir palazlanmanın ön saflara taşınması kaçınılmaz olarak gündemde yerini alır.
Çözülen kültürün içinde bireye göre en değerlisi din kültürüdür. Bu yüzden birey bu belirsizliğini dinsel görüntüyle belirginleştirmeye özen gösterir. İşte bu alanda bireyin gösterdiği bu öznel davranış, fanatiklik olarak sergilenir. Bireyin ister istemez, dinsel ögelere sıkı sıkıya sarılması ve görüntü olarak dinsel bir palazlanmanın ön saflara taşınması kaçınılmaz olarak gündemde yerini alır.
Bu geçiş sürecinde kendini yabancılaşmış
gören birey, koruyamadığı değerlerinin kaybından dolayı, sürekli saldırgan ve
acı çeken biri olarak varlığını tanımlar.
Felsefecilerin belirlediği gibi, birey
hem kendine hem de çevresine acı çektirme, yani, mazoşist denilen duygunun
içine girebilir. Bu acı çekme ve acı çektirme duygusunun esiri olan birey
suçluluk duymadan, suçluluk kavramını algılamadan zevk için kendisine, sevdiği
insanlara sürekli acı çektirir. Çevresinde var olan güzellikleri kırıp dökmeye
başlar. Bu eylemin içindeki amaç, bireyin haz duyması... Bu haz yaşanılan
acının büyüklüğüne göre de önem taşır. Acı ne kadar büyük olursa haz olayı da o
kadar keyif verici olur.
Sözümüzün başında dediğimiz gibi, köyden
kente göç olayı yaşam itibarıyla tam bir arabesk kültürün başlangıcıdır. Kent
yaşamını varoş denilen mahallelerle kuşatan göçmen, kırsal yaşamın sahipleri,
kültürel çözülmeyi din pansumanıyla durdurmayı amaçladıkları da görülen
gerçeklerdendir. Bu olaya az önce değinmiştim.
Köylerinden istem dışı derlenen ve
getirilip bu varoşlara yerleştirilen bu bireylerin varlığı kent yaşamını tehdit
ediyor diyebiliriz. Hızlı göç ve kent nüfusuna göre kat kat fazla varoş
nüfusunun oluşması, kendiliğinden arabesk kültürü var etmiştir.
Varoş insanı kent yaşamını da kendi
görüntülerine ve kendi yaşamına benzer hale dönüştürebilmek için çabalaması ve
uygun bir duruma getirmek için ha bire huzursuzluk yaratması kaçınılmazdır. Çünkü
bu varoşlarda oluşan kitleler, kendi iç dinamizmindeki bozukluğu kent kültürüne
anında yansıtmaya çalışırlar. Kent kültürü görünür itibarıyla varoşların
kültürüne esir düşmüş sayılır. Eğer, kent kültürü net olarak belirginleşmemişse
çöküşü kaçınılmazdır.
Varoş insanları kent kültürü içinde
kendilerine yer bulamadıkları düşüncesiyle, ister istemez benlik alanında
ikilem denilen olgunun içinde varlığını belirlemeden yaşar. Yukarıda da sözünü
ettiğimiz mazoşist duyguların belirginleşmesi ve acı felsefesinin bireyin
dünyasına yansıması da bu dönemde görülür.
Bu dönem kültürüne de arabesk kültür
adını veriyorlar. Arabesk kültür de bireyin dünyası gibi, ikilem taşıyarak
gündeme gelmesi demektir. Yukarıda da verdiğim gibi iki tür arabesk kültürden
söz edilmelidir. Bir arabesk kültür, iki, protest arabesk kültür... Arabesk
kültürü yaşayanlar sürekli kendi iç dünyaları ve ruh hallerinin sakinleşmesi
anlamına gelen telkinlerde bulunurlar. Bu telkinlerin neler olduğunu ise,
kısaca yazalım. Kendi ruhsal dünyasına acı çektirmek. Çekilen acıyla mutlu
olmak... Kumar, kapkaç, uyuşturucu, içki, Yalan, hırsızlık, dolandırıcılık, tecavüz
gibi suçları sayarken, bu suçları işlemenin tek gereği kendi ruh dünyasına acı
vermek olayıdır. Bu yüzden bazen hiç çekinmeden açık açık bu suçları
işleyebilir.
İkincisi, protest arabesk, birey kendi
öz kültürü olarak benimsediği ve kent kültürüne yani, modern kültüre karşı
koruyamadığını anladığı an, bütün hışmıyla saldırıya geçer, her şeyi protesto
eder ki, işte günümüzde popülizmin en doruk noktasında yaşayan sanatçılar
arabeskçi olarak on yıllardır zirvede duruyorlar.
Arabesk kültürün iki yönünü de gündeme
taşıyan bu küçük yazıda, nedense hiç isim vermedim. Oysa sanatçılar da bu
kültürlerin içindedirler. Günümüzde oturup televizyon kanallarını seyrettiğimiz
zaman görünen manzara da aynıdır. 45 dakikalık bir diziyi seyredince popüler
olsun ya da olmasın, dizinin içinde görülen olay, çıplaklık, şiddet, gözyaşı,
ölüm, kan, kısaca bireyin yaşamak istediği acı o bireylere ekrânda görmek bile
haz veriyor.
Varoş kültürü denilen bu kültür
toplumların mutlak ve mutlak yaşaması gereken bir kültür değildir. Yani arabesk
kültür olayının, öylesi ya da böylesi olmamalı diyorum. Çünkü dengesiz bir
çöküşün getirisinden çok götürüsü olacaktır. Arabesk tam anlamıyla erdemli bir
düşüncenin ötesidir. Kültürel yozlaşmadır. Çöküştür. Bu çöküşün politik
şiddeti, toplumsal ya da bireysel görünümü evrensel alanda tutarsızlığı, ruhsal
olarak nefreti ardından da toplumsal, siyasal, politik, şiddeti getirir.
Son olarak böylesi bir kültür olayı
yaşanılmamalı diyorum. Ancak, bu söz olumsuzluk anlamında olmamalı. Yaşanılma
olgusu görülmeye başladığı an, bireyin ruhsal dünyası ve toplumun bütün varlığı
kirlenmeden gerekli önlemler alınmalıdır. Bu önlemler, daha kültürün ilk
oluşmaya başladığı anlarda alınmalıdır. Yani, Kültürel çöküşle, kirli siyasete
ve kirli topluma gelinmeden, evet gerekli önlemler alınmalıdır. Bu sorumluluk
sadece toplumun bir kesimine mal edilmemeli. Kültür varlığını bünyesinde
taşıyan tüm kurum ve kuruluşlar böylesi bir sorumluluk üstlenmelidirler. »16.05.2012«
Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«
Arabesk Kültür Nedir?
Güney Dergisi – Sayı 61 – Temmuz Ağustos Eylül 2012...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder