Allıturna Dergisine gönderdiğim
Göle Kültürü Hakkında Giriş Yazısıdır.
Asya içlerinden ve Kafkaslardan sürüp gelen göçlerin ardı arkası kesilmiyordu. Binlerce yıl sürüp gelen bu göçlerin geçtiği yer, Göle ovası ve dolaylarıydı. Bu yüzden Kuzey Doğu Anadolu bölgesi ve özellikle Kars Göle yöreleri göçüp gelen bu göçlerin zamanla konaklayıp kaldığı ya da geçit olarak, göçmenlerin geçip gittiği güzergâh oldu.
Genelde yazın dünyasında, tarih sayfalarında her nedense doğudan batıya gelen göçler anlatılırken, bu göç olayını bir tek Türk halkı üstünde tanımlamak pek doğru bir olay değildir. Bu yazıda Batı, Kuzey, Güney ve Doğu yönlerinden akan göçlerin varlığını da anlatmalıyız. Batıdan doğuya yapılan seferlerden söz edersek bunların adlarını tarih sayfalarında bulmak mümkündür. Yani tarih tek yönlü ele alınmamalıdır.
Bir de kuzeyden güneye akan göçler, güneyden kuzeye akan göçler ele alınırsa, benim de içinde olduğum Çolaklu oymağı adıyla tanımladığımız oymak gibi nice nice oymakların da güneyden kuzeye akıp gelen göçlerin içinde olduğunu biliyoruz.
Bundan dolayı, Göle ovası ve çevre yöreler, yani bu güzergâhın yerli halkı sürekli olarak değişik ulusların kültürleriyle beslendi. Bu yöreye gelip geçen göçlerin gelenek, görenek, dil ve inançları sürekli kaynaşıp karıştı. Deyim yerindeyse harman oldu, harmanlaştı. Harmanlaşan bu kültürler, bir yandan birbirlerini yok ederken, diğer bir yandan da birbirlerini zenginleştirip geliştirdi. Güzel olan, iyi olan, halkın beğenisini kazanan kalıcı oldu. Halkın bellek sınavından geçenler günümüze ulaştı. Ya geçmeyenler ise silinip gitti.
Bugün bile Göle yöresinde birbirini tamamlayan nice güzel değerler vardır. Bu değerlerin biri de yöresel türkülerdir.
Türküler, bilindiği gibi, başlangıçta bir kişinin ağzından çıkar. O kişinin yüreğinin sesidir. Ama bu türküyü halk severse, benimserse, bu türkü halk dilinde kabul gördüğü zaman, Toplumun sesine dönüşür. Giderek toplumun malı olur.
Türküler zaman içinde, vardıkları yerlere göre değişikliklere uğrasalar da yerel konumlarını bir ölçüde korurlar. İşte Celal-Oğlan adıyla ünlenen yöre ağıdını örnek olarak gösterebiliriz.
Yurdun değişik yörelerinde, ağız ve şive değişimine uğrayarak sayısız çeşitlemeler halinde söylenen Celal-Oğlan ağıdı, Göle yöresinde Celal-Oğlan’ın bacısının yaktığı bir ağıt olarak bilinmesi ve kaynağının Göle sahasının olması önemli bir etkendir.
Türküleri kendi havalarıyla söylemek kadar, onları derlemek, yaşatmak, kitlelere ulaştırmak da önemlidir.
Yaprak dalında güzel, insan yurdunda...
Kültür demeden önce, türkü demeden önce, özlemlerimi dile getirmek istiyordum. Benim özlemlerim nasıl yazılır. Gelin hep birlikte görelim.
Göle halkı anadan doğma gurbetçidir. Bu gurbet olayını türkülerde bulmak kadar doğal bir şey olamaz. Türküler Göle ovasının rüzgarıdır. Bu rüzgâr alır sesimizi götürür taa uzaklara. Öyle bir götürür ki, gittiği yerlerde biz bile kendi sesimizi tanımaz oluruz.
Ben, Göle ovasının doğal güzellikleri arasında büyüdüm. Ben bir Göleli olarak topraksız olduğumdan dolayı göçtüm. Göçtüğüm topraklarda yaşantımı sürdürürken, hep Göle’yi aradım. Özlemlerim tümüyle Göle ovasınaydı.
Neydi beni oralara sıkıca bağlayan. Deyin bakalım dostlar, nasıl unuturum, Göle ovasının ortasında bulunan köyümü. Mayıs ayında açan bin bir renkli çiçekleri. O köy havasını, soğuk suyunu, kazları, tavukları, hindileri, ördekleri, Kızılgedik Dağına sığınmış yaylaları, Yasamal Dağındaki Zemzem yaylasını. Canibey yaylasını, Acı Suyu, Kışın giyilen tiftik çorabını ve tiftik papağını, tiftik eldiven ile tiftik atkıyı üşüdükçe arıyorum. Dört tekerli arabam karlı yolda kalınca. Zankayı gözlerimin önünden öteye itemiyorum.
Bütün dertlere deva olduğunu söylüyordu anam. Kekik kokulu mor ineğin sütünü, Sütün üstündeki kaymağı, tere yağını, yoğurdunu ayranını, lorunu çumayı, kaşar peynirini Ardahan balını, göyermiş çeçil peynirini, Pağacı, Gömme ekmeğini, hasutayı, keteyi, katmeri, fesselliyi, bişiyi, mafişi, kesme aşını, kaz etini, kavurmayı, hediği, özlememek elde mi?
Tarlalarda toplayıp yediğimiz, Kobuğu, mediği, yemliği, addolu kımıyı, kımı turşusunu, dırşoyu, sirim otunu, evelik otunu, evelik aşını, tel pancarını, yarpuzu, çiğeleği, (yaban çileğini), böğürtleni ve daha saymayı unuttuğu nice nice güzellikleri, rüyalarda bile göremez oldum.
Ocak başı sohbetlerini, Aşıkların gelip meydan aldığı odaları, bayram günlerini, düğünleri, halayları, yeşil çayırlarda müjde yastığı getirmek için yarışan atlıları. Al-yeşil duvaklı gelin alaylarını, artık türkülerin içinde buluyorum. Çünkü ben bir gurbet çocuğuyum. Bu saydıklarım benimle bu ellere gelmediler. Onlar, o toprakların üstünde kaldı. O topraklar asla benim toprağım olmadı. Çünkü ben topraksız bir yerliydim. Bu gurbet ellerinde, beni hiç mi hiç bırakmayan dostlarımda vardı. Bunlar türkülerdi. Türküler her nereye gittimse benimle beraber geldiler. Çünkü onlar da benim gibi sürgün olmuştular. Güzel türkülerim, canlarım benim. Dostlarım benim. Şimdi, sizleri yazmak istiyorum. Bundan sonraki bölüme.
Göle yöresinde, söylenceler, destanlar, masallar, ağıtlar, ninniler, maniler, halay türküleri, aşk türküleri, lirik türküler, kendilerine özgü yöntemleriyle soframa otururlar.
Köroğlu’nun yedi kol destanları, Kiziroğlu’nun, Köroğlu’yla olan kavgası, Köroğlu’nun çobanla olan “Namın yürüsün Köroğlu” ata sözünü içeren hikâye. Mihrali Bey Destanı’nı anımsarken, Yemen türkülerine ses vermeden geçemiyorum. “Hemene de benim beyim hemene/ Mihrali Bey endi m’ola Yemene/ Çadırların kurdu m’ola çimene”[1] Ünlü aşıkların muammalı atışmaları ve anlatıları ses olarak hep yanımda, hep benimle.
Göle yöresinin en yaygın oyun türlerinden biri de halaylardır. Halaylar; el ele tutularak, yan yana dizilerek, Kadınlı erkekli karışık oynanır. “Deme-çevirme” adıyla anılan çift sesli türküler eşliğinde oynadığımız oyunlardır. Bu türküler ezgi bakımından çokça zengindir. Söz olarak, sürekli tekrardan oluşanları da vardır
Kültür bölümüne aldığım türkülerin söyleniş ezgileri, kendi sistemiyle
biliniyor. Gönül isterdi ki, burada notalarıyla birlikte yayınlansın. Ama,
şimdilik bu olanak elimizde olmadığı için, sözlerini vermekle yetineceğiz.
Kimi türkülerin, hangi olaylardan nasıl doğduğunu yazmak isterdim. Bunu da sonraki zamana bıraktım. Yüz yıllardır halkın dilinden süzülüp gelen türküleri yıllar önce derlemeye başlamıştım.
Bu derlediğim türkülerin 43 tanesini Allıturna dergisinin 19 20 21 22. sayılarında 1989 yılında yayımladım. Bu dergiyi Can Yoksul Almanya’nın Detmold şehrinde çıkarıyordu. Daha sonra, aynı derginin 27. sayısında, (Köroğlu özel sayısı), Kars-Göle varyantını yayımladım. Şimdi ise elimde yüzlerce Göle yöresine ait türküler vardır. Bunların içinden seçtiklerimi bu siteye aktarıyorum. Bu türküler, yukarıda sözü edilen dergide yayımlanmıştır.
Allıturna Dergisi 19 20 21 22. Sayıları 1989.
Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş«
[1] Susuzlu Aşık Sadık: Mehrali Bey Destanı. Yörede bu destana, ikinci Köroğlu destanı deniliyor. Yine bu yörede söylenilen Yemen türkülerinin birçoğu bu destan içinde geçmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder