Yaşayan Çağdaş Şiir ve Bekir Karadeniz.

Yaşayan Çağdaş Şiir ve Bekir Karadeniz.


bir zeytin dalının ardından
seyrederim ülkemi
(Yedi Yılın Şiirleri)

Ataol Behramoğlu »Yaşayan Bir Şiir« adlı kitabında devrimci şiiri açıklarken, söze şöyle başlıyor:

»Devrimci şiir hayata devrimci bir yorum getiren şiirdir. Bu yorum, şairin yaşadığı çağa, kişisel eğilimlerine ve yeteneğine bağlı olarak değişik nitelikler gösterir. Kimi zaman salt bir yatsıma niteliğindedir. Bir tepki, eski değerlere yönelmiş bir saldırı, bir başkaldırı niteliğindedir. Kimi zamansa bu başkaldırının sınırlarını aşarak yeni değerler, yeni tanımlar getirir«[1]

Bu yeni getirilen tanımlar hayatın her alanında olmalıdır diye düşünüyorum. İnsan, yeryüzünde kültürüyle var olan bir gerçektir. Bu gerçek sadece yürek denilen ses olursa, bakıp gördüğü tek nesne kendine has olan yaşamıdır. İnsanın iç dünyasında oluşan yaşam denilen ses, ülke gerçeğiyle birleşirse, orta yerde sadece şair ve şairin sesi niteliğini taşıyan şiir denilen çağdaş bir oluşum görünür. Yani, sözü şöyle söylemek istiyorum. Bir kitabın sayfasından edebiyatı seyreyledim gördüğüm tek görüntü şiir denilen ses ve bu sesin sahibi Bekir Karadeniz.

Günümüzde çağdaş yazın dünyasına her alanda emek veren tüm emekçilere seslenirken, hiç birini ayırmadan, yüreğimi şiir çiçeğine bandırıp gönderiyorum. Şaire ve onun emeğine bin selam olsun.

Şairin işi şiir yazmak, bu işlemin tek malzemesi dil denilen iletişim olayı. İyi bir şair olmanın ve iyi şiirler üretmenin yolu, konuşulan dili iyi bilmektir. Dili iyi bildin mi derdini iyi anlatırsın. Bu şair dili iyi biliyor ve derdini iyi anlatıyor. Bir okuyucu olarak bunun her yazdığını çok iyi anlıyor ve kavrıyorsam bu şairin dile olan hakimiyetinin eseridir.

Yanarım

 

Geldi geçti gençlik çağı gülmedim

Bir murada eremedim yanarım

Kırk yıl nasıl durduğumu bilmedim

Gül yüzlümü saramadım yanarım

 

Aşamadan yaylaları belleri

Kurudu ömrümün yeşil gölleri

Yar bağında o tomurcuk gülleri

Geçti zaman deremedim yanarım

 

Başıma getirdi bin türlü işi

Ne gerçek yaşadım ne gördüm düşü

Aradım dünyada bilen bir kişi

Ömür boyu göremedim yanarım

 

Varım yoğum verdim bir söz uğruna

Her şeyi düz saydım senin eğrine

Bir gün olsun nazlı yarin bağrına

Onun için giremedim yanarım

 

Çağırdım dostları düştüm darlara

Yalınayak bıraktılar karlara

Bedenimi sardırdılar korlara

Deniz’lere varamadım yanarım

(Kervan Oldum)

Şiir sadece imge değildir, imgesiz de şiir olmuyor desem. İşin emek bölümünü aktarmış olurum. Şiir ya da her hangi bir konuda yazı yazmak, eleştirme yapmak bunları derlemek toparlamak ve dil dediğimiz araç ile okuyucuya sunmak.

Şair, felsefe bilgisiyle öz yaşamını bütünleştirip gerçek yaşam kazanında harmanlamak, biraz imge, biraz dağ, biraz dere, ırmak, meşe ağacı, dağ kayası, kayada terlan, biraz sert yamaçlarıyla Artvin, biraz köy toprağı, şehir karmaşası şiirin malzemesidir.

Bazı şairler somut şiir ile soyut şiir arasında bir sentez yolu edinmişler. Bir bakıma günümüz şairlerinin izlediği bir yoldur. Bu yolu tercih edenler genelde şehir romantizmi içinde olanlardır desem, sanırım abartmış olmuyorum. Ancak benim şu an sözünü ettiğim şair, edebiyat sahasında hangi ekolu oluşturur bunu şairin kendisinin söylemesi gerekiyor. Kendisi derken onun sesi olan eserleri demek istiyorum. Eserlerine baktığımız zaman Anadolu’dan Şili’ye kadar değişik sesler olabiliyor Bekir Karadeniz.

Şiirleri geniş anlamda gerçekçi şiir ekolünde yeşil biberin acısı gibi insanın beynini yakıyor. Bu yangın şairin yaşamında süregelen bir yangının devamıdır bilirim.

birinci gitmeli şiir

 

beni şaşırtmaya çalışır bu yıldız

yönümü bulmam olanaksız ona kalsa

sırtımı dönüp gitmeyeyim diye kendisine

öteki yıldızlara uydurur ışığını

 

ben geceleri de bilirim güneşin yerini

sıcağa gitmek üzere

sırtımı dönmek isterim

O yıldıza

bir kastım da yok aslına bakarsan

belki yalnızca

dünyanın burasında yaşadığımdan

dönmeliyim ona sırtımı

(Gitmeli Şiirler)

Bilinç odağında gidip gelmelerin süzülüşü şiir olursa böyle olur sonuç. Elinde »Gitmeli Şiirler« kitabını tutarken aniden sayfaların bittiğini anlıyorsun. Ama şiirlerin tadı damağında kalınca yeniden başa dönüyorsun biliyorum.

Şiir şairin yüreğinde bazen Çoruh oluyor deli deli çağlıyor, bazen Artvin’in yüksek tepelerinde soluklanan Karagöl mavisi oluyor. Bazen bir Xod türküsü oluyor Deniz sedasıyla vuruyor göğsünü Kaçkar’ın eteğine. Bazen Gül Dağı oluyor efil efil Ferhat, Şirin kokuyor Ferhatlı kalesinde, bazen Boylu Nakirel Dağı gibi Köroğlu’nu arıyor, Xodgar’ın kırk değirmeninde. Bazen kendi kendine tek olmanın onurunu yaşıyor. Akarsa Çoruh gözlerinin içinde, Aladağ, Karadağ, Karçal, Kaçkar dağları şiir olur düşer kitap sayfalarına.

Deli Çoruh

 

Koştun diyardan diyara

Bıkmadın mı deli Çoruh

Bunca fidanı kökünden

Sökmedin mi deli Çoruh

 

Aldın tarlayı mereği

Yıktın ocağı direği

Suyunla nice yüreği

Yakmadın mı deli Çoruh

 

Bazı coştun çağlar oldun

Bazı kan yaş ağlar oldun

Bazı kolum bağlar oldun

Sıkmadın mı deli Çoruh

 

Ağırladın çok boyları

Saydırdın günü ayları

Alıp götürdün köyleri

Yıkmadın mı deli Çoruh

 

Her şeye açtın koynunu

Bozdun çoğunun oy’nunu

Nice ananın boynunu

Bükmedin mi deli Çoruh

 

Girdin toprağın özüne

Can verdin bahar yazına

Damla olup gökyüzüne

Çıkmadın mı deli Çoruh

 

Dalgalıdır engin böğrü

Kimi yüksek kimi eğri

Kelkit’ten Batum’a doğru

Akmadın mı deli Çoruh

 

Günü gelir devran döner

Biter bu acılar diner

Elbet can ateşi söner

Bakmadın mı deli Çoruh

 

Dokundun suya sabuna

Sığamaz oldun kabına

Kaç insanı taş dibine

Sokmadın mı deli Çoruh

 

Başında bir pınar vardı

Terk ettirdi yeri yurdu

Yeterince dünya derdi

Çekmedin mi deli Çoruh

 

Taş yükledin kucaklara

Köşelere bucaklara

Kuru incir ocaklara

Dikmedin mi deli Çoruh

 

Bilseydim iyi huyunu

Görseydim ince boyunu

KaraDeniz’e suyunu

Dökmedin mi deli Çoruh

(Kervan Oldum)

Anadolu şairlerinin doğal yapısıdır şiiri can damarıyla beslemek. Şiirin içine yaşam ruhunu akıtmak, yani şairin kendi sesi olan şiirin her türüyle tabiatın kulağına usul usul seslenmek...

Genelde Batılılaşmak düşüncesiyle yoğrulan düşünürler az da olsa hece şiirine yan gözle bakarlar, beğenmezler, eleştirirler. Dahası hece şiirini şiir olarak görmezler. Aşık tarzı deyip köy sınırlarını kilitlemeye çalışıyorlar. İşin ilginç yanı oturup bir hece şiir yazmayı da denemezler. Onlar için şiir sadece Batıdadır ve Batı tarzıdır. Oysa şiir güneş gibidir batıya da doğudan gitmiştir. Bizim topraklarımıza şiirin her türü, batından gelmedi serbest şiir bizden batıya gitti. Lale soğanı gibi önce sattık unuttuk olunca, sonuç günümüzdeki gibi olur. Yani, sonra sattığımız laleyi gidip oralardan geri aldık.

Yalnızca Batı dünyasını rehber sayanlar, Hitit edebiyatını, Fars edebiyatını bilmeyenlerin düşkünü oldukları edebiyat eksiklikler içerir, Doğuyu izah etmeye yetmez. Ancak benim sözünü ettiğim şair »Deniz« mahlaslı Bekir Karadeniz şiirin her türünü, her bir nüvesini bilen ve işleyen şairdir. Bekir Karadeniz’in üstü başı hem Mezopotamya hem Kafkaslar, hem Latin Amerika kokuyor. Ve de aradaki her yer. Ekmeği aşı da, içtiği suyu da...

Değişimi, yenilenmeyi ve insanın hata yapabileceğini birkaç sözcükle herhalde ancak böyle ifade edebilmek mümkün olurdu.

üçüncü gitmeli şiir

 

gittiğim yol doğru değil nedense

hayır

şimdiki değil yalnızca

hiçbiri doğru değil

aslına bakarsan

(Gitmeli Şiirler)

Çağdaş şiirin üreticileri, yeryüzünde insanlık adına çok önemli sözler söylüyorlar. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de susmadan bu görevi korkusuzca yerine getiriyorlar. Şairliğin olmazsa olmaz kurallarından biridir bu kural.

Elimdeki »Yedi Yılın Şiirleri« adlı kitabın sayfalarını gelişi güzel çeviriyorum önüme açılan bir şiir, »Alışamadım« adıyla. »Ceylan Gözlüye« armağan edilmiş bir şiir. Usulca okuyorum. Sesime kulak verin:

Alışamadım

 

Ceylan Gözlüye

 

bin türlü sıkıntı içimde

bin türlü eziyet yokluğun

elin elimde

yüreğin uzak

gözlerin tuzak

sensizliğin canı cehenneme

yalınayak yürümek karda

ve koru avuçlamak

seni sevmek

anlamadın

bahar geldi neredeyse

değişti çok şey

öyle çok şey

öyle çok şey kabullendim ki

şimdiden

ama sensizlik çok yabancı

alışamadım

(Yedi Yılın Şiirleri)

Şiir aniden bitiyor. Oysa şiir bitmiyor, sayfadan sayfaya geçiyorum yaşam devam ediyor. Bir şiiri bitirip diğerine geçerken sadece soluklanıyorum. Sonra yeniden okuyorum. Şiirler zincirleme sistemiyle birbirine bağlanmış öyle devam ediyor yaşamın akışı. Bir sonraki şiire geçiyorum yaşam her yönüyle aynen devam ediyor.

İlginçtir, bu ve bunun gibi birçok şiirde Erich Fried benzeşmeleri var. Oysa Bekir Karadeniz bu şiiri yazdığında Erich Fried adını bile duymamıştı. Ama nasıl ve nereden demeyin, bir şeyler birbirini buluyor işte. Sonraki yıllarda ise Erich Fried’in üç kitabını Türkçeye çevirdi eşi Ulla’yla birlikte.

Günümüz edebiyatında varlığını hissettiren çağdaş şairlerin sayısını bilmiyorum. Yazılan şiirlerin de sayısını bildiğimi söyleyemem. Ama bir şeyi çekinmeden söyleyebiliyorum. Severek okuduğum şairleri ve onların ürettiği şiirleri. Bu şairler ve bu şairlerin ürettiği şiirler benim için sadece Anadolu kokuyor olmalıdır ki, bu şair de Anadolu kokuyor.

Geçmiş yılların şairleri kendi adlarıyla kendi dünyalarını taşımışlar şiirlerin içine, günümüz şairleri neler yapıyor dersem, yanıtı bir üst cümlede verildi. Yani günümüz şairleri de, kendi yaşamlarını kendi şiirlerine aktarıyorlar. Bu geleceğe sunulan şiirsel tarihtir biliyorum.

Ben yıllar önce işçi şair, işçi yazar gibi kavramları üstünde gezinirken şunu öğrendim. Şairler ikiye ayrılıyor. İşçi kökenli olup işçi edebiyatı üretenler, saray kökenli olup saray özentisi türü edebiyatı üretenler. Bu ayrım sadece bana özeldir. Ben hepsini ayrı bir zevkle okuyorum ancak, işçi kökenli olanları daha bir hazla okuduğumu söylemeliyim. Çükü onlar da bana benziyor. Bu şairi de onun için beğeniyle okuyorum. Bekir Karadeniz benim için, biraz Sabahattin Ali’dir, biraz Orhan Veli, biraz Erich Fried. Biraz Samed Vurgun’dur, biraz Sümmani, hani Aşık Şamil gibidir desem, gibisi fazla olur. Ta kendisidir. Anadolu kokuyor. Karac’oğlan’dır hece bazında.

Anlatımın bu noktasında, bir şiire dönmek istiyorum. Yani şöyle bir dönüş, şiirle bir soluk almak istiyorum. Söze Bekir Karadeniz’in »Gitmeli Şiirler« kitabından »Yedinci Sonraki Baharlı Şiir« adlı şiiriyle devam etmek istiyorum.

yedinci sonraki baharlı şiir

 

bahar

erken açar

burada

baharlı anılar

yinelenmesin diye

erkenden

yinelensin diye

baharlı acılar

 

dağ başında olsaydı

yüreğim

uyanmasaydı

kış uykusundan

(Gitmeli Şiirler)

Şairin sözcükleri bütün söylemlerin adresi demektir. Bunu baştan anlatmak gerekiyor. Gereken bir başka olay şair şiir söylemini aktarım olarak kurmaya başlayınca, gezintiler, açılan pencereler, zaman diliminde git gel mekanizması yaşam içinde, var olan şiirin hakkını vermeyi başarmaktır. Hani diyorum ki, »Deniz« mahlasıyla hece şiirleri yazan olursa, ben bu mahlaslı şiirleri bu yazıya almaz mıyım?

Okuyalım:

Yola Çıktım

Kervan Oldum

Yola çıktım kırk yıl önce Çoruh’tan

Kervan oldum koca dünya yüküne

Gözlerim haberi bekler Merih’ten

Düşüncemde gelir her gün yakınsa

 

Boşa tuttum beş yüzümü binimi

Her köşede bıraktım bir yanımı

Onca güzel paylaştı çok günümü

Ancak bu gönlümü verdik tekine

 

Dört nala kaldırıp sevda atını

Geçerim ben arşın yedi katını

Oluşturur parçalar ya bütünü

Gövde olur yaprağına köküne

 

Emekleri verip de ekin biçmedin

Ecel köprüsünden daha geçmedin

Deniz’le barışıp kucak açmadan

Sitem edip giderim hep dikine

(Kervan Oldum)

Bu kervan şiir deryasında yol alırken biz sözünü ettiğimiz şairi biraz olsun tanıyalım.

Bekir Karadeniz

1957 yılında Artvin’in Yukarı Xod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Artvin’de, yükseköğrenimini Ankara’da tamamladı.

Aşıklık geleneğinin yaygın olduğu bir çevrede büyüdü ve bu gelenekten etkilendi. Bağlı olarak edebiyat ve müzikle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. 14 yaşında bağlama çalmayı öğrendi. Kuzeydoğu Anadolu’dan başlayarak öteki tüm yöreleri inceledi. Araştırmaları sırasında yazılı, sözlü ve görsel boyutlu çok büyük bir arşiv oluşturdu. Bu verilerin bir bölümünü şairler/aşıklar için hazırladığı internet sitelerinde değerlendirdi.

Geleneksel türküler üzerine ayrıntılı araştırmalar gerçekleştiren Karadeniz, önceleri yalnızca yazmasına karşın, giderek kendi yazdığı ya da başka şairlerin/aşıkların şiirlerini de bestelemeye yöneldi. Heceli şiir geleneğine bağlı olarak kendine özgü tümüyle yeni yöntemler geliştirdi ve uyguladı. Ayrıca şiirleri başka sanatçılar tarafından da bestelenerek yorumlandı.

Bekir Karadeniz’in folklor ve müzik araştırmaları ABD’den Japonya’ya, Rusya’dan Almanya’ya dek birçok üniversitenin kütüphanesi girdi ve yardımcı ders kitabı ya da kaynak olarak kullanıldı.

Öykü, şiir, çeviri ve yazıları değişik ülkelerde yayınlanan Karadeniz, edebiyat ve müziğin yanında fotoğrafla uğraşmaktadır. Aynı zamanda bir yayınevinde genel yayın yönetmenliği ve editörlük yapmaktadır.

Bekir Karadeniz’in »Yedi Yılın Şiirleri« (Kum, 1996), »Uzayda Bir Işık« (Kum, 1999), »Gecikmiş Şiirler« (Kum, 1999), »Kervan Oldum« (Kum, 2000), »Gitmeli Şiirler« (Kum, 2000), »Gün Döndü« (Kum, 2001), »Zamansız Şiirler« (KaraMavi, 2008) adlı şiir kitapları, »Hodlu Noksani-Yaşamı ve Şiirleri« (Kum, 2000), »Artvinli Halk Şairleri« (AAKYD, 2002), »1900’den 2000’e Halk Şiiri« (Atılım Üniversitesi, 2007), »Türküler-Külliyat« (6 Cilt) (KaraMavi, 2010) Orhan Bahçıvan’la birlikte hazırladığı »Doğulu Halk Şairleri« (KaraMavi, 2010), Seyfettin Kaya’yla birlikte hazırladığı »Hod Türküleri« (KaraMavi, 2011), Ali Cem Akbulut’la birlikte hazırladığı »Alevi-Bektaşi Şairleri« (8 Cilt) (KaraMavi, 2014) adlı araştırmaları ve Ulla Karadeniz’le birlikte çevirdiği »Erich Fried-Seçmeler« (Papirüs, 1994), »Erich Fried-Vatansız 100 Şiir« (Kavram, 1998), »H. M. Enzensberger-Seçme Şiirler« (Kavram, 1998), »Erich Fried-Sevgi Şiirleri« (Kum, 2000) adlı kitapları yayınlandı.

Buna ben de başka bir bilgi eklemeliyim. Bekir Karadeniz, hiçbir yerde, ortamda ya da biyografide belirtmediği, sözünü etmediği bir iş yapmaktadır. Yaklaşık 25 yıldır yarı resmi bir kuruluşta sosyal hizmet uzmanı olarak çalışmaktadır. Yani yaşamını yazdıklarından değil, bu işten idame ettirmektedir. Bunu belirtmemin bir başka nedeni ise, günde sekiz saat apayrı bir işte çalıştıktan sonra bu kadar eseri meydana getirmesindeki sihirdir.

Bilgileri aldıktan sonra güzel bir şiir okuyalım şairden. Aslına bakılırsa »Masalın Sonu« olsa da şiirin adı, masalın daha başındayız diyelim biz. Belli ki bitiremediği, yarım bıraktığı çok şeyin oğlu aracılığıyla devamını düşlemektedir. Kim bilir belki de yaptıkları değil yapamadıklarına ilişkin bir iç çekiş olmakta burada yazdıkları. Burada yer almasa da yayınlanacak bir sonraki kitabının adı »Geri Gelmez Pişmanlıklar« olduğuna göre daha epey benzer iç çekişler yaşamaktadır anlaşılan.

masalın sonu

 

oğluma

 

ve bir gün

duyduklarını

yalnızca

bir masal hoşgörüsü

ve rahatlığıyla

 

dinleyebildiğinde

ve o denli içinde

hissettiğinde

anlatılanları

ve belki de

hiç bir kaygı

ve korku

ve telaşa

kapılmaksızın

neler yaşamış insanlar

bizden değişik

diye sorduğunda

kendi kendine

sonra da

geleceğe ilişkin

herhangi bir hesap yapmadan

yalnızca

yalnızca öylesine

bir burukluk hissettiğinde

ve göğsünün tam ortasında

bir yerlerde

ince bir sızı duyduğunda

ve soluk almanda

bir anlık bir zorlaşma sezdiğinde

ama yine de

azıcık huzurla

gülümseme belirdiğinde

yüzünde

anlatmaya devam edersin

bu masalı

bıraktığım

ya da unuttuğum

ya da toparlayamadığım

ya da ucunu kaçırıp

sözcükleri

birbirine karıştıramadığım yerden

(Gecikmiş Şiirler)

Bu bağlamda Bekir Karadeniz şiirin her yönünü yoklamış. Her damarına akmış, her bir bağını, bahçesini gezmiş ve karşımıza çıkmış üstü, başı, eli, ayağı şiir kokuyor. Ben kitap sayfalarında gezinirken, sanki Anadolu’dan Ortadoğu’ya, Paris’ten İsveç’e kadar şehir şehir, köy köy, dağ dağ gezintiler içindeyim.

Bekir Karadeniz şairler arasında ilginç bir örnektir, şair şiirinde kendine has bir anlatım düzeyi yakalamış. Kendine has bir yol edinerek bu yolu özenle koruması ise şiirlerine bir başka anlam katıyor.

Heceli şiirde geliştirdiği bir biçimden de söz etmek gerek. Adı tam belli olmasa da biçimi itibariyle üçboyutlu bir özellik taşıdığından belki de böyle adlandırmak yerinde olur. Şiir ilk bakışta 15 heceli bir divan gibi görünmekte. Ancak vurgularına göre okunduğunda üç ayrı şiirin olduğu anlaşılmaktadır. 8 heceli bir şiir ve 7 heceli bir şiir ve birleşince anlam bütünlüğü oluşturan 15 heceli bir şiir yapısı. Örnek:

Değişmem

 

Ey sevgili döner bir gün Böyle gitmez devranın

Haciz koysan tüm varıma Mala özü değişmem

Ne etsen de sana her gün Bayram olmaz evrenin

Yanarım kendi narıma Küle közü değişmem

 

Kalsam sahranın düzünde Yoluma kırk şer dolsa

Dururum dostun sözünde Eğer gerçek bir yolsa

Batıp çıksa yeryüzünde Her bir canlı yok olsa

Kıran girse de arıma Bala tuzu değişmem

 

Deniz’de kalmayıp damla Kurusa suyum arkım

Toplanıp da cemi cümle Etseler benim terkim

Yaşarım sessizce gamla Yıkılsa evim barkım

Yoksulluk çuldur derime Bola azı değişmem

(Kervan Oldum)

Bir yerde soluklanıp soruyorum kendi kendime, devrim nedir? Sonra dönüp kendi sorumu kendim yanıtlıyorum. Devrim tek bir değişim değildir. Her alanda her zamanda sürekli ve akar olmaktır. Şiirde devrim Bekir Karadeniz olmaktır. İşin gerçek yani da budur.

Çağdaş şair ister kadın, ister erkek olsun, benim için geçerli olan yanı düşünce bazında şiir yazarken, gerçeklerin üstüne acımasızca basan, korkusuzca sözcükleri savuran yürektir. İşte ben bu korkusuz yüreklerin önünde saygıyla eğiliyorum. Bu yüreklerden biri de Bekir Karadeniz’dir diyorum.

Bu sözler sanırım okuduğum ve anlatmaya çalıştığım şiirleri tanımlamaya yetmiyor. Birkaç şiiri bu küçük yazının içine aktararak, süslü püslü sözleri toplayıp yazıya doldurarak önümdeki gerçeği yorumlamaya yetmiyor. Önümdeki gerçek Anadolu gibi somut duruyor. Her haliyle. Bunu ben çok iyi biliyorum.

Yaşayan şiir insan yaşamına korkusuz bir yorum getiren şiirdir. Ezberleri bozan, düşünceleri altüst eden şiirdir. Şair yaşadığı somut gerçeklere, bireysel yeteneklere ve değişik görüş açılarına bağlı olarak değerlendirilir.

Bir tepkidir yaşayan şiir, yaşama başkaldırıdır, dahası şairin kendi yaşadığı öz dünyasıyla, öz özünün hesaplaşmasıdır. Bu hesaplaşma, zamanla eski değerlere yönelen bir haykırıştır. Bu haykırış her dizede kendini bir direniş biçimiyle sorgular.

Bazen bu sorgulama ve kendi içinde yeni değerler taşır. Yeni tanımlar oluşturur. Oluşan bu değerler ve tanımlar, bir bakıma şairin güncesini su yüzüne taşırken, gelenin gidene karşı direnişidir.

Bu direniş şiirde devrimi getiren direniştir. Var olan kurulu bir düzen ve düzene hükmeden düşüncenin ortasına düşen şiirler ezberleri bozuyor. Hükümranlık dağılıyor.

Şiir üstünde var olan eski hükümranlık sarsılınca, bu sarsıntı »Uzayda Bir Işık« diyen şairin kitabından aynı adlı şiiri okuyorum.

Bana

 

Uzayda Bir Işık

 

Derinlerden gelip güne ulaştım

Yüzeyde bu yaşam mal oldu bana

Doğu batı güney gezip dolaştım

Kuzeyde buzullar sal oldu bana

 

Benliğimi halden hale bürüdüm

Kadir bilmez beyinlerde çürüdüm

Yetmedi bu dünya Marsa yürüdüm

Uzayda bir ışık yol oldu bana

 

Deniz’le yürekten söyleştiğimiz

Bir bıçak sırtında eğleştiğimiz

İçerek bir ömür paylaştığımız

Düzeyde bir damla göl oldu bana

(Uzayda Bir Işık)

Anadolu edebiyat sahasında önemli gördüğüm bir olay var. Toplum olarak, genel anlamda bir sosyal değişimden geçiyoruz. Bu geçiş uzun bir zaman alabilir. Önemli olan bu geçiş sürecinin başlamasıdır. Şairler toplumlarda böylesi değişimlerin en erken habercisi olurlar. Bu anlamda şiirler üretirler. Yani bir nevi erken uyarı denilen sistemi şiirleri aracılığıyla dışa yansıtırlar. Şairin şiirlerinde köhne bir sistemin yıkıldığını ve yerine yeni bir düzen geldiğinin haberini alıyoruz.

Okuduğum bazı şiirlerde bir şeyler oluyor, bir şeyler gel-git girdaplarında dolanıyor ama nedense düşünceler imgelerin içinde seyrediyor. İmgeler kapalı imge değil, sadece şairin yaşamını bilmek ve o pencereden gözlemlemek gerekli.

Okuduğum şiirlerin sonunda ne oluyorsa oluyor. Şair olayları bazen apaçık sergilerken, bazen de onları giz içinde bırakıyor. Yani biraz imge olayının arkasına gizleniyor. Şöyle desem daha doğru olacak: Şair benim sözünü ettiğim şeyleri imgelerle vermiş. Sanırım şairlikte bu olsa diyorum.

Şairin »Kervan Oldum«  kitabından bir şiir daha okuyalım. Çünkü hece şiirleri olan bu kitabını çok beğendiğimi söylemeliyim.

Beni

 

Yaşam meydanında girdim savaşa

Haksızlığa esir kıldılar beni

Koşturmaktan geçemedim yavaşa

Bir bedendim bine böldüler beni

 

Dolu düştü bahçelere bağlara

Poyraz esti bu gencecik çağlara

Kar boranda çıkardılar dağlara

Kurtlarla sürüye saldılar beni

 

Düşmüş oldum bir kez çaresiz aşka

Görmeden geçseydi gözlerim keşke

Kimse yokmuş gibi dünyada başka

Her şeyden sorumlu bildiler beni

 

Daha gonca güllerimi dermeden

Yerimi yurdumu bana sormadan

Gözlerinin önündeyken görmeden

Arayıp Deniz’de buldular beni

(Kervan Oldum)

Şair sessiz kalmaktan korkar, sessizlik şairin yok oluşudur. Şiir şairin dilidir, düşüncesidir, toplumla olan iletişimidir. Bu iletişimi ne kadar halktan yana, halktan biri olarak işlerse o kadar kazanır. Yani bir şair halka dokunabiliyor mu? Halkın duygusunu düşüncesini kendi öz benliği gibi hissedebiliyor mu? Önemli olan bence budur.

Bu tür yazılarda gelenektir şiir dizeleri üstünde gezinerek tanıtım yazıları yazılır. Böylece şairin dünyasına yakın olunmaya özen gösterilir. Ben de bunu biraz farklı yapıyorum, dizeden çok şiirin tümünü alıp şiirlerle şairin dünyasını yakalamaya çabalıyorum. Bütünden parçaya gitmek yöntemini benimsiyorum. Ancak yine de hiçbir zaman şairin düşüncelerine tümüyle yakınlaşmak mümkün olamaz. Hangi şiirin, hangi ruh haliyle yazıldığını ve içinde neyin saklı olduğunu muhtemelen şairin kendisinin açıklamaması durumunda bir şeyler hep gizli/gizemli kalacaktır.

Değişimin habercisi olan şairler derken bakın şiir ne diyor. »Arkası görünse sevgi dağının« zaman adını ilmek ilmek yakalamak. »Tutulmuştur çoktan suların başı« tabiatın akışını dinlemek. Ya da en güzeli »Gün Döndü« kitabını açıp bu ismi taşıyan şiiri bütün olarak okumak. »Herkes tanığıyken kendi çağının« derken aslında kimseye bir şey öğretmiyor. Akıl vermek gibi bir niyeti yok zaten. Yalnızca her şeyi herkesin bildiğine, asıl meselenin bilmiyor gibi yaptığına vurgu yapıyor. Yani kralın çıplak olduğunu söylemekle söylememek arasındaki ince sınır...

Gün Döndü

 

Gündöndü sevdiğim değişti zaman

Bir tek soluk alamadan gün döndü

Battı güneş dağlar oldu kar duman

Dost yanıma gelemeden gün döndü

 

Arkası görünse sevgi dağının

Gülü mü solardı gönül bağının

Herkes tanığıyken kendi çağının

Anlayıp da bilemeden gün döndü

 

Tutulmuştur çoktan suların başı

Binlerle paylaştım bir çanak aşı

Kafeste barınmaz özgürlük kuşu

Gökyüzüne salamadan gün döndü

 

Kemlik deryasında yemişim vurgun

Boran ortasında yaşarım durgun

Bir ömür Çoruh’la akıp da bir gün

Deniz’lere dolamadan gün döndü

(Gün Döndü)

Şair hiç bir zaman umutsuzluğa düşmemeli. Şair en katı karanlıkta bile çıra gibi yanmalıdır ki çevresine bir yararı dokunsun. Şiir yazanlar sözün özgül ağırlığını kendi öz bilincinde besleyip büyütürler. Söylemek istedikleri her ne ise onu bu özgül ağırlık ile tartarlar ve dizelere aktarırlar.

Şair halk adına bedel ödemeyi kendisine görev sayar. Özgürlük denilen kutsalın aşığıdır. Derler ki şiirin içinde, ölümsüzlük iksiri vardır, Lokman Hekim adıyla anılır. Bence asıl ölümsüzlük iksiri şiirdir ve şiirin Lokmanı da şairdir.

Şairin yaşam dili şiirdir, eleştirmenler ya da böylesi bir tanıtım yazısı yazanlar, şairin şiir dizelerine akıttığı sözcükleri sıralayıp onun üstünde düşüncelerini söylerler. Kanımca genelde kadın şairlerin dili zaten ana dil denilen olgudur. Sözcüklerden söz etmek gereksiz diyorum. Dili bütün almak gerekiyor. Ana dil kavramında.

Birçok ustanın da söylediği gibi, somut şiir kapalı kutu değildir. Şiir anlaşılır olmalı. Şiirin ne dediği kime seslendiği, kimden yana, kime karşı olduğu anlaşılmalı. Ben okuduğum ve dinlediğim şiirlerde bu tanımı buluyorum. Şair Bekir Karadeniz’in yazdığı kitaplar dolusu araştırma ve şiirlerle kimden yana ve kime karşı olduğunu anlatıyor.

Şair olmak çok kolaydır, şiir yazana en kestirme yoldan şair diyorlar. Ancak gerçek şair olmak bir göz kırpımı sadeliğinde var olmaktır. Ses üstünde gezinirken bir göz kırpımı Nazım, Enver Gökçe, Erich Fried, dahası Orhan Veli, Noksani derken toplayıp derlediğim bir göz kırpımı şairdir Bekir Karadeniz.

Hece şiiriyle, serbest şiiriyle, dahası divan şiiriyle, yani kısaca şiirin her türünü ustaca yazan başarılı olduğunu bildiğim, şair dostum Bekir Karadeniz’i kutluyorum.

Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş«

Bu yazı Güney Dergisi 69, 2014 sayısında yayınlandı.


[1] Halkın Dostları, Sayı 16, Temmuz 1971.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alagöz Dağı’nın Çocukları / Çolaklar / »Kızılateş Sülalesi«

Merdinikli Türkmen Karaca-Oğlan...

Göle Yöresi Halk Oyunları