Bücür-Oğlan
ile Gürgen Dalı Masalı
Bir
varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit
atarmış yıkık hamam içinde. Derken zaman o zaman, devran o devran dedikleri gün
imiş. Bir şehrin kenar mahallesinde bir küçük ev, evin içinde bir karı ile bir
koca yaşarmış. Bu iki insanın evliliği yıllar yıllar içinde gelip geçmiş. Ama
ne hikmetse çocukları olmuyormuş. Gitmedikleri hoca, hekim, yaptırmadıkları
ilaç, muska kalmamış. Sonuç yok.
En
son bu çocuk işinden umut kesmişler ve kendi dünyalarında, kendi işlerine
dalmışlar.
Adam,
her gün, omzunda çantasıyla hocaya giden çocukları görünce, »Benim de bir oğlum
olsa omzuna çanta alsa ve her çocuk gibi koşa koşa hocaya gitse« diye
söylenirmiş.
»Ah
bir oğlum olsa da şuracıkta bana bir tas su verse, omzunda çantasıyla hocaya
gitse« dermiş.
Sonra
da bir türkü tuttururmuş:
Ah
bir oğlum olsa gitse hocaya
Okusa
elif be gelse heceye
Muştucular
çıksa bizim bacaya
Neyleyim boş duran kolu neyleyim
Nenni nenni demez dili neyleyim
Koşup
elekçiden bir elek alsam
Sallana
sallana höllük elesem
Kutnuya
kumaşa beze belesem
Neyleyim boş duran kolu neyleyim
Nenni nenni demez dili neyleyim
Elesem
ha kurban höllük elesem
Ağ bebemi
kundaklara belesem
Koyun
olsam kuzum diye melesem
Neyleyim boş duran kolu neyleyim
Nenni nenni demez dili neyleyim
Mor
ineğim gelmiş sağılmak ister
Kadir
Mevla’m bana bir evlat göster
Evlatsız
göçersem kınaman dostlar
Neyleyim boş duran kolu neyleyim
Nenni nenni demez dili neyleyim
Kadın
da bir diğer köşede kocasının sesine ses katarak aynı türküyü birlikte
söylermiş. Bu türkünün bu iki insanın sesiyle yörede duyulduğunu, kulaktan
kulağa yayıldığını herkes bilirmiş. Aynı zamanda bu türkü Bücür-Oğlan türküsü
olarak da bilinirmiş.
Derken
yıllar böyle gelmiş böyle geçmiş. Bir gün adam tarlaya ekin ekmeye gitmiş.
Karısıysa çoğu zaman olduğu gibi evde kalmış.
Tarlada
herk eden adam bir zaman sonra yorulmuş. Güneş de hayli bastırmış. Adam
öküzlerini açıp, subaşına sürmüş serinlensin diye. Kendisi de uzanıp gölgelikte
biraz dinlenmek amacıyla uyumaya başlamış. Derin bir uykuya dalan adam,
rüyasında Hızır'ı görmüş.
Yeşil
bir cüppe içinde, görünen Hızır adama:
»Senin
derdinin dermanı bu kasedeki suyun içinde, sen bu suyu içince, istediğin çocuğa
kavuşacaksın,« demiş.
Hızır
elindeki kaseyi adama uzatmış. Adam kaseyi alıp bir dikişte bitirmiş. Bu arada
Hızır da oradan ayrılmış adam rüyasından uyanınca, hemen öküzlerini alıp
erkenden karısının yanına eve gitmiş.
Karısı:
»Hayrola
adam bugün neden böyle erkenden geldin« demiş.
Adam
olanı biteni karısına bir bir anlatmış. Sonra da o gece karı koca yatmışlar.
Derken, aradan dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat, dokuz dakika geçince bu iki
insanın bir oğlan çocukları olmuş. Olmaz olmaz demeyin, olmuş işte.
Oğlan
çocuğunun adını Hızır koymuşlar. Hızır ile evin içine bir neşe bir mutluluk
gelmiş ki sormayın gitsin.
Adam
işine daha bir hevesle sarılmış. Kadın her gün türkü söyleyerek bütün işlerini
yaparmış. Gün gelmiş günler geçmiş, oğlan büyümüş. Büyümüş diyorum ama yaş
olarak büyümüş boy olarak hiçte büyümemiş.
O köyün
insanları ve o mahallenin insanları bu çocuğun adını Bücür koymuşlar. Bücür
aşağı Bücür yukarı... Bu zavallı oğlan kendi adının Hızır olduğunu bile
unutmuş. Bücür adıyla bir olmuş gitmiş. Bu çocuğun on parmağında on marifet
varmış. Elini attığı işi anında çözermiş. Şehrin en büyük pehlivanlarını dize
getirirmiş. At gibi atla koşarmış, kuş gibi kuşlarla uçarmış. Bu hünerlerini
gören mahalle halkı bu çocuğunu yanına gelip ona bu ülkenin padişahını şikayet
etmişler.
Ahali
hep bir ağızdan:
»Kurtarsan
kurtarsan bizi bu zalim padişahın elinden sen kurtarırsın« demişler.
Bücür-Oğlan:
»Benim
o padişahın yanına gitmem için bir geçerli bahanem olmalı yoksa ne diye
gideceğim söyleyin« deyince.
Ahalinin
en yaşlısı söze başlamış:
Bücür-Oğlan:
»Bu
zalim padişah, yıllar önce senin babanı evinin içinde bizim gözümüzün önünde
döve döve yirmi altınını almıştı. Git babanın altınlarını geri alıp babana getir.«
Bücür-Oğlan:
»Bakın
emmiler şimdi oldu. Ben at gibi koşar, kuş gibi uçar gidip o zalim padişahı
bulur babamın yirmi altınını alıp getiririm.«
Bu
sözden sonra, hazırlık gören ve yola koyulan Bücür-Oğlan, önce at gibi koşmuş,
sonra da kuş gibi uçmuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe dümdüz gitmiş. Bir dağ
yamacında bir gürgen ağacının üstüne konmuş. Şöyle bir soluklanayım derken
ağacın altında oturan bir adam görmüş. Ağaçtan aşağı inip yine kendi kılığına geçerek
adamla konuşmaya başlamış. Gidip o zalim padişahtan babasının altınlarını
alacağını söylemiş. Adam ise bu işi gerçekten yapmak istiyorsan şu gürgen
dalanı al eline demiş. Bu dal sihirlidir. Sen ne komut verirsen o onu yapar.
Ama komutu şöyle vereceksin.
»Vur
gürgenim vur« durdurmak istiyorsan »Dur gürgenim dur, dersin. İşte böyle
komutlar vereceksin,« deyip adam oradan kaybolmuş.
Bücür-Oğlan
eline gürgen dalını alıp yeniden yola koyulmuş. Bücür-Oğlan kuş olunca, elinde
ki gürgen dalı da gagasında taşıyabileceği küçücük bir çöp oluyormuş. Bücür-Oğlan,
at gibi koşmuş, kuş gibi uçmuş ve döne döne gidip o zalim padişahın sarayının
penceresine konmuş.
Pencere
kenarında oturan padişahın kızı bu kuşu görünce önce şaşırmış. Sonra da eline
alıp sevmek istemiş. Uzanıp kuşu tutmuş. Tuttuğu kuşu sevmeye başlamış. Elinin
arasındaki kuş birdenbire konuşmuş. Kız önceleri pek bir şey anlamamış. Sonra
dinlemeye başlamış.
Kuş:
»Bırak
beni zalimin kızı, bırak beni,« demiş.
Bu
sözleri duyan kız çok şaşırmış.
Sonra
Kuşa seslenmiş:
»Kuş,
kuş, benim babam bu ülkenin padişahıdır. Bundan senin haberin var mı«?
Kuş:
»Var,«
demiş.
Kız:
Babam
senin bu sözlerini duyarsa seni öldürür biliyor musun?
Kuş:
»Biliyorum.
Zaten bir zalimden daha ne beklenir ki.«
Böyle
dedikten sonra kızın elinden fırlayıp uçarak sarayın içinde kayıplara karışmış.
Kız,
babasının bu kuşu öldürmesinden korktuğu için kimselere bir şeycikler
söylememiş. O akşam öylece uyumuş ve bu kuşun nereden ve niye geldiğini düşünüp
durmuş.
Aslında
kız da babasının bir zalim olduğunu ve bir gün birilerini gelip ondan hesap
soracağını biliyormuş. Ama gelen bir kuş olunca, işler karışmış. Kız, küçücük
bir kuşun bu hesabı sormasının olanaksız olduğunu düşünmüş durmuş.
Biz
haberi nereden verelim sizlere? Kuş olup uçarak saraya giren Bücür-Oğlandan
verelim. Bücür-Oğlan elindeki gürgen dalıyla açılmayan tüm kapıları açmayı
başarmış.
»Bu
kapıyı aç gürgenim aç« dediği zaman gürgen dalı o kapıyı açıyormuş. »Bu kapıyı
kapat gürgenim kapat« dediği zaman gürgen dalı o kapıyı kapatıyormuş.
Derken
efendim, Bücür-Oğlan gelip padişahın saraydaki toplantı odasına girmiş. Sarayın
ileri gelenleri bu Bücür-Oğlanı karşılarında görünce, şaşkına dönmüşler.
Padişah,
askerlere bağırmış:
»Tutun
şu kendini bilmezi, atın zindana«.
Bücür-Oğlan
hemen gürgen dalına emir vermiş.
»Beni
yakalamak isteyen şu askerlere vur gürgenim vur.«
Gürgen
dalı orda bulunan tüm askerleri vura vura yere sermiş. Askerler perperişan
olmuşlar.
Padişah
anlamış ki pabuç pahalı. Çevresine bakınarak seslenmiş.
»Ola
Bücür ne istiyorsan iste, al ve git bizi rahat bırak«.
Bücür-Oğlan:
»Ey
zalim padişah sen yıllar önce benim babamı döve döve altınlarını almışsın, ben
de seni döve döve onları geri alacağım.«
Padişah
bakmış ki işin içinde çıkmak zor. Dayak yiyen askerlere seslenmiş.
»Getirin
bunun babasından aldığım altınları geri verin«
Askerler
gidip altınları getirmişler ve Bücür-Oğlanın önüne koymuşlar.
Bücür-Oğlan:
»Bunlar
benim babamın altınları değil. Ben babamın altınlarının tıpkısının aynısını
istiyorum«.
Padişah:
»Evet,
ama o altınlar hazinenin içinde, tüm hazinenin altınlarının arasında nasıl
buluruz, demiş.
Bücür:
»Ben
bulurum beni orya götürün,« demiş
Padişah:
»Olmaz«
demiş ama aklına da bir hainlik gelmiş. Askerlere, gizlice şöyle emir vermiş.
»Bunu
hazineye götürüyorum diye, dipsiz kuyunun yanından götürün ve bir hamle ile onu
o dipsiz kuyuya atın da bir daha çıkmasın«.
Askerler
yediği dayağın intikamını almak için ve padişahın emrini yerine getirmek için,
bu fikri çok uygun bulmuşlar. Bücürü alıp hazineye götürelim diye dipsiz
kuyunun içine atmışlar. Dipsiz kuyunun içine düşen Bücür, kuyudaki suyu görünce
aklına gürgen dalı gelmiş. Hemen gürgen dalına emir vermiş:
»Bu
kuyunun suyunu iç gürgenim iç«
Gürgen
dalı kuyunun tonlarca suyunu içmiş. Sonra yeniden gürgen dalına emir vermiş:
»Gürgen
dalı beni bu kuyunun dışına çıkar, sonra da saraya götür.«
Gürgen
dalı bir yanını kuyunun kenarına vermiş ve kendisine tutunan Bücürü yukarı
itmeye başlamış. Gürgen dalı uzadıkça uzamış. Uzadıkça uzamış, nihayeti kuyunun
tepesine erişmiş.
Bücür-Oğlan
dipsiz kuyuya düşüp de dışarıya sağ salim çıkan tek canlıymış. Gürgen dalını
eline alıp kuş olup yeniden uçmaya başlamış. Gidip saraya girmiş ve o zalim
padişahın karşısına dikilmiş.
»Olmadı
padişah efendi olmadı. Dipsiz kuyu beni içine almadı. Geldim babamın
altınlarını almaya.«
Padişahın
sevinci kursağında kalmış. Kekelemeye başlamış. Sonra yine askerlere emir
vermiş:
»Götürün
bunu hazineme, babasının altınlarını bulup alsın da çekip gitsin.«
Ama
yine gizliden emirler vermiş:
»Hazineye
götürüyorum diye, bin yıldır sönmeyen ateş kuyusuna atın, yanıp kül olsun.«
Askerler
Bücür-Oğlanı alıp hazineye götürürken, bir hamlede bin yıldır sönmeyen ateş
kuyusunun içine itmişler. Kuyuya düşen Bücür-Oğlan hemen gürgen dalına emir
vermiş:
»Bu
kuyunun ateşini söndür gürgenim söndür.«
Gürgen
dalı başlamış içine çektiği kör kuyunun suyunu ateşin üstüne boşaltmaya. Bir
yandan suyu boşaltırken bir yandan da yağmur gibi, kar gibi, dolu gibi afetleri
bu ateş kuyusunun üstüne çekiyormuş. Nihayeti ateş kuyusunun bin yıldır
sönmeyen ateşi sönmüş. Bücür-Oğlan olayların karşısında kendisi de şaşkın
şaşkın bakıyormuş.
Ateş
sönmüş, Bücür-Oğlan da kurtulmuş. Sevinçle ve vakit geçirmeden gürgen dalına
seslenmiş yeniden:
»Ey
gürgen dalı beni bu ateş kuyusundan dışarı çıkar.«
Gürgen
dalı ateş kuyusundan uzanarak Bücür-Oğlanı dışarıya çıkarmış.
Bücür-Oğlan
yeniden, kuş olup sarayın bir penceresinden içeri girmiş. Bir hızla padişahın
karşısına dikilmiş.
»Geldim
ey zalim padişah geldim. Benden kurtuluşun yok. Bugüne kadar yaptığın tüm
kötülüklerin cezasını çekeceksin«.
Bunu
söyledikten sonra hiç vakit geçirmeden... Gürgen dalına emir vermiş.
»Şu
zalim padişaha vur gürgenim vur.«
Gürgen
dalı padişaha vurmaya başlamış. Padişahı kurtarmaya çalışan vezir-i azam ve
orada başka kim varsa hepsini bir güzel sıra dayağından geçirmiş.
Bücür-Oğlan
bu arada eliyle koluyla gürgen dalına emirler yağdırıyormuş.
»Vur
gürgenim vur, vur gürgenim vur.«
Padişah
yediği dayaktan iflahı kesilip baygın düşmüş. Askerler, korkudan ne
yapacaklarını bilemiyorlarmış. Hep birlikte, bir gürgen dalına, bir bayılan
padişaha, bir de Bücür-Oğlana bakıyormuşlar.
Bücür-Oğlan
dönüp askerlere emir vermiş:
»Gürgen
dalı sizi de döve döve bayıltmadan bu padişahı götürüp dipsiz kuyuya atın.«
Askerler
padişahı alıp acele dipsiz kuyuya atmışlar. Sonra da yine aynı hızla Bücür-Oğlanın
yanına gelmişler.
Bücür-Oğlan:
Şu
gördüğünüz vezirleri de götürün ateş kuyusuna atın,« demiş.
Askerler
o sarayda emir veren, kötülük etmiş olan kim varsa hepsini toplayıp bazılarını
dipsiz kuyuya, bazılarını da ateş kuyusuna atmışlar.
Bücür-Oğlan
askerlere seslenmiş:
»Hazinenin
kapısını açın bana, sonra gidin tüm ahaliyi toplayın bana.«
Askerlerin
bir kısmı hazinenin kapısını açarken, bir kısmı da koşup ülkeye haber etmişler.
Tüm ahali gelip sarayın kapısına tek tek dizilmiş.
Bücür-Oğlan:
»Ey
gürgen dalı hakkı hak edelim, dal Sal, pençe sal her kimin altını buradaysa
sahibine geri verelim,« demiş.
Gürgen
dalı, dal salmış, pençe salmış ve kimin altını neredeyse aramış bulmuş.
Bulduklarını getirip sahibine teslim etmiş. En son hazinenin köşesinde 20 tane
altın kalmış.
Bücür-Oğlan
seslenmiş:
»Ey
gürgen dalı uzan babamın 20 altınını da getir,« demiş.
Gürgen
dalı uzanıp Bücür-Oğlanın babasına ait olan 20 altını da getirmiş. Bücür-Oğlan
da altınları babasına vermiş.
Sarayın
kapısına birikmiş onca kalabalığın içine bakarak gürgen dalına seslenmiş:
»Bu
ülkeye, bu ahaliye padişah olacak en iyi yürekli insanı seçip getir,« demiş.
Gürgen
dalı tüm ahalinin üstünden dolaşmış ve içlerinden birini seçip getirmiş. Meğer Bücür-Oğlanın
babası değil miymiş getirdiği bu adam?
Getirmiş
mi getirmiş. O günden sonra o ülkenin padişahı Bücür-Oğlan babası olmuş. O
andan sonra da gürgen dalı birdenbire uçup kayıplara karışmış.
Bücür-Oğlan’a
ne oldu dersiniz?
Bücür-Oğlan
evlenmiş. O ülkenin bücür sultanı olmuş. E kiminle evlenmiş derseniz. Eskiden o
ülkenin padişahı olan ve dipsiz kuyuya atılan o zalim padişahın kızıyla.
Onlar
ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Orhan
Bahçıvan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder