5 Aralık 2019 Perşembe

Bücür-Oğlan ile Gürgen Dalı Masalı

Bücür-Oğlan ile Gürgen Dalı Masalı



Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit atarmış yıkık hamam içinde. Derken zaman o zaman, devran o devran dedikleri gün imiş. Bir şehrin kenar mahallesinde bir küçük ev, evin içinde bir karı ile bir koca yaşarmış. Bu iki insanın evliliği yıllar yıllar içinde gelip geçmiş. Ama ne hikmetse çocukları olmuyormuş. Gitmedikleri hoca, hekim, yaptırmadıkları ilaç, muska kalmamış. Sonuç yok.

En son bu çocuk işinden umut kesmişler ve kendi dünyalarında, kendi işlerine dalmışlar.

Adam, her gün, omzunda çantasıyla hocaya giden çocukları görünce, »Benim de bir oğlum olsa omzuna çanta alsa ve her çocuk gibi koşa koşa hocaya gitse« diye söylenirmiş.

»Ah bir oğlum olsa da şuracıkta bana bir tas su verse, omzunda çantasıyla hocaya gitse« dermiş.

Sonra da bir türkü tuttururmuş:

Ah bir oğlum olsa gitse hocaya
Okusa elif be gelse heceye
Muştucular çıksa bizim bacaya
         Neyleyim boş duran kolu neyleyim
         Nenni nenni demez dili neyleyim

Koşup elekçiden bir elek alsam
Sallana sallana höllük elesem
Kutnuya kumaşa beze belesem
         Neyleyim boş duran kolu neyleyim
         Nenni nenni demez dili neyleyim

Elesem ha kurban höllük elesem
Ağ bebemi kundaklara belesem
Koyun olsam kuzum diye melesem
         Neyleyim boş duran kolu neyleyim
         Nenni nenni demez dili neyleyim

Mor ineğim gelmiş sağılmak ister
Kadir Mevla’m bana bir evlat göster
Evlatsız göçersem kınaman dostlar
         Neyleyim boş duran kolu neyleyim
         Nenni nenni demez dili neyleyim

Kadın da bir diğer köşede kocasının sesine ses katarak aynı türküyü birlikte söylermiş. Bu türkünün bu iki insanın sesiyle yörede duyulduğunu, kulaktan kulağa yayıldığını herkes bilirmiş. Aynı zamanda bu türkü Bücür-Oğlan türküsü olarak da bilinirmiş.

Derken yıllar böyle gelmiş böyle geçmiş. Bir gün adam tarlaya ekin ekmeye gitmiş. Karısıysa çoğu zaman olduğu gibi evde kalmış.

Tarlada herk eden adam bir zaman sonra yorulmuş. Güneş de hayli bastırmış. Adam öküzlerini açıp, subaşına sürmüş serinlensin diye. Kendisi de uzanıp gölgelikte biraz dinlenmek amacıyla uyumaya başlamış. Derin bir uykuya dalan adam, rüyasında Hızır'ı görmüş.

Yeşil bir cüppe içinde, görünen Hızır adama:

»Senin derdinin dermanı bu kasedeki suyun içinde, sen bu suyu içince, istediğin çocuğa kavuşacaksın,« demiş.

Hızır elindeki kaseyi adama uzatmış. Adam kaseyi alıp bir dikişte bitirmiş. Bu arada Hızır da oradan ayrılmış adam rüyasından uyanınca, hemen öküzlerini alıp erkenden karısının yanına eve gitmiş.

Karısı:

»Hayrola adam bugün neden böyle erkenden geldin« demiş.

Adam olanı biteni karısına bir bir anlatmış. Sonra da o gece karı koca yatmışlar. Derken, aradan dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat, dokuz dakika geçince bu iki insanın bir oğlan çocukları olmuş. Olmaz olmaz demeyin, olmuş işte.

Oğlan çocuğunun adını Hızır koymuşlar. Hızır ile evin içine bir neşe bir mutluluk gelmiş ki sormayın gitsin.

Adam işine daha bir hevesle sarılmış. Kadın her gün türkü söyleyerek bütün işlerini yaparmış. Gün gelmiş günler geçmiş, oğlan büyümüş. Büyümüş diyorum ama yaş olarak büyümüş boy olarak hiçte büyümemiş.

O köyün insanları ve o mahallenin insanları bu çocuğun adını Bücür koymuşlar. Bücür aşağı Bücür yukarı... Bu zavallı oğlan kendi adının Hızır olduğunu bile unutmuş. Bücür adıyla bir olmuş gitmiş. Bu çocuğun on parmağında on marifet varmış. Elini attığı işi anında çözermiş. Şehrin en büyük pehlivanlarını dize getirirmiş. At gibi atla koşarmış, kuş gibi kuşlarla uçarmış. Bu hünerlerini gören mahalle halkı bu çocuğunu yanına gelip ona bu ülkenin padişahını şikayet etmişler.

Ahali hep bir ağızdan:

»Kurtarsan kurtarsan bizi bu zalim padişahın elinden sen kurtarırsın« demişler.

Bücür-Oğlan:

»Benim o padişahın yanına gitmem için bir geçerli bahanem olmalı yoksa ne diye gideceğim söyleyin« deyince.

Ahalinin en yaşlısı söze başlamış:

Bücür-Oğlan:

»Bu zalim padişah, yıllar önce senin babanı evinin içinde bizim gözümüzün önünde döve döve yirmi altınını almıştı. Git babanın altınlarını geri alıp babana getir.«

Bücür-Oğlan:

»Bakın emmiler şimdi oldu. Ben at gibi koşar, kuş gibi uçar gidip o zalim padişahı bulur babamın yirmi altınını alıp getiririm.«

Bu sözden sonra, hazırlık gören ve yola koyulan Bücür-Oğlan, önce at gibi koşmuş, sonra da kuş gibi uçmuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe dümdüz gitmiş. Bir dağ yamacında bir gürgen ağacının üstüne konmuş. Şöyle bir soluklanayım derken ağacın altında oturan bir adam görmüş. Ağaçtan aşağı inip yine kendi kılığına geçerek adamla konuşmaya başlamış. Gidip o zalim padişahtan babasının altınlarını alacağını söylemiş. Adam ise bu işi gerçekten yapmak istiyorsan şu gürgen dalanı al eline demiş. Bu dal sihirlidir. Sen ne komut verirsen o onu yapar. Ama komutu şöyle vereceksin.

»Vur gürgenim vur« durdurmak istiyorsan »Dur gürgenim dur, dersin. İşte böyle komutlar vereceksin,« deyip adam oradan kaybolmuş.

Bücür-Oğlan eline gürgen dalını alıp yeniden yola koyulmuş. Bücür-Oğlan kuş olunca, elinde ki gürgen dalı da gagasında taşıyabileceği küçücük bir çöp oluyormuş. Bücür-Oğlan, at gibi koşmuş, kuş gibi uçmuş ve döne döne gidip o zalim padişahın sarayının penceresine konmuş.

Pencere kenarında oturan padişahın kızı bu kuşu görünce önce şaşırmış. Sonra da eline alıp sevmek istemiş. Uzanıp kuşu tutmuş. Tuttuğu kuşu sevmeye başlamış. Elinin arasındaki kuş birdenbire konuşmuş. Kız önceleri pek bir şey anlamamış. Sonra dinlemeye başlamış.

Kuş:

»Bırak beni zalimin kızı, bırak beni,« demiş.

Bu sözleri duyan kız çok şaşırmış.

Sonra Kuşa seslenmiş:

»Kuş, kuş, benim babam bu ülkenin padişahıdır. Bundan senin haberin var mı«?

Kuş:

»Var,« demiş.

Kız:

Babam senin bu sözlerini duyarsa seni öldürür biliyor musun?

Kuş:

»Biliyorum. Zaten bir zalimden daha ne beklenir ki.«

Böyle dedikten sonra kızın elinden fırlayıp uçarak sarayın içinde kayıplara karışmış.

Kız, babasının bu kuşu öldürmesinden korktuğu için kimselere bir şeycikler söylememiş. O akşam öylece uyumuş ve bu kuşun nereden ve niye geldiğini düşünüp durmuş.

Aslında kız da babasının bir zalim olduğunu ve bir gün birilerini gelip ondan hesap soracağını biliyormuş. Ama gelen bir kuş olunca, işler karışmış. Kız, küçücük bir kuşun bu hesabı sormasının olanaksız olduğunu düşünmüş durmuş.

Biz haberi nereden verelim sizlere? Kuş olup uçarak saraya giren Bücür-Oğlandan verelim. Bücür-Oğlan elindeki gürgen dalıyla açılmayan tüm kapıları açmayı başarmış.

»Bu kapıyı aç gürgenim aç« dediği zaman gürgen dalı o kapıyı açıyormuş. »Bu kapıyı kapat gürgenim kapat« dediği zaman gürgen dalı o kapıyı kapatıyormuş.

Derken efendim, Bücür-Oğlan gelip padişahın saraydaki toplantı odasına girmiş. Sarayın ileri gelenleri bu Bücür-Oğlanı karşılarında görünce, şaşkına dönmüşler.

Padişah, askerlere bağırmış:

»Tutun şu kendini bilmezi, atın zindana«.

Bücür-Oğlan hemen gürgen dalına emir vermiş.

»Beni yakalamak isteyen şu askerlere vur gürgenim vur.«

Gürgen dalı orda bulunan tüm askerleri vura vura yere sermiş. Askerler perperişan olmuşlar.

Padişah anlamış ki pabuç pahalı. Çevresine bakınarak seslenmiş.

»Ola Bücür ne istiyorsan iste, al ve git bizi rahat bırak«.

Bücür-Oğlan:

»Ey zalim padişah sen yıllar önce benim babamı döve döve altınlarını almışsın, ben de seni döve döve onları geri alacağım.«

Padişah bakmış ki işin içinde çıkmak zor. Dayak yiyen askerlere seslenmiş.

»Getirin bunun babasından aldığım altınları geri verin«

Askerler gidip altınları getirmişler ve Bücür-Oğlanın önüne koymuşlar.

Bücür-Oğlan:

»Bunlar benim babamın altınları değil. Ben babamın altınlarının tıpkısının aynısını istiyorum«.

Padişah:

»Evet, ama o altınlar hazinenin içinde, tüm hazinenin altınlarının arasında nasıl buluruz, demiş.

Bücür:

»Ben bulurum beni orya götürün,« demiş

Padişah:

»Olmaz« demiş ama aklına da bir hainlik gelmiş. Askerlere, gizlice şöyle emir vermiş.

»Bunu hazineye götürüyorum diye, dipsiz kuyunun yanından götürün ve bir hamle ile onu o dipsiz kuyuya atın da bir daha çıkmasın«.

Askerler yediği dayağın intikamını almak için ve padişahın emrini yerine getirmek için, bu fikri çok uygun bulmuşlar. Bücürü alıp hazineye götürelim diye dipsiz kuyunun içine atmışlar. Dipsiz kuyunun içine düşen Bücür, kuyudaki suyu görünce aklına gürgen dalı gelmiş. Hemen gürgen dalına emir vermiş:

»Bu kuyunun suyunu iç gürgenim iç«

Gürgen dalı kuyunun tonlarca suyunu içmiş. Sonra yeniden gürgen dalına emir vermiş:

»Gürgen dalı beni bu kuyunun dışına çıkar, sonra da saraya götür.«

Gürgen dalı bir yanını kuyunun kenarına vermiş ve kendisine tutunan Bücürü yukarı itmeye başlamış. Gürgen dalı uzadıkça uzamış. Uzadıkça uzamış, nihayeti kuyunun tepesine erişmiş.

Bücür-Oğlan dipsiz kuyuya düşüp de dışarıya sağ salim çıkan tek canlıymış. Gürgen dalını eline alıp kuş olup yeniden uçmaya başlamış. Gidip saraya girmiş ve o zalim padişahın karşısına dikilmiş.

»Olmadı padişah efendi olmadı. Dipsiz kuyu beni içine almadı. Geldim babamın altınlarını almaya.«

Padişahın sevinci kursağında kalmış. Kekelemeye başlamış. Sonra yine askerlere emir vermiş:

»Götürün bunu hazineme, babasının altınlarını bulup alsın da çekip gitsin.«

Ama yine gizliden emirler vermiş:

»Hazineye götürüyorum diye, bin yıldır sönmeyen ateş kuyusuna atın, yanıp kül olsun.«

Askerler Bücür-Oğlanı alıp hazineye götürürken, bir hamlede bin yıldır sönmeyen ateş kuyusunun içine itmişler. Kuyuya düşen Bücür-Oğlan hemen gürgen dalına emir vermiş:

»Bu kuyunun ateşini söndür gürgenim söndür.«

Gürgen dalı başlamış içine çektiği kör kuyunun suyunu ateşin üstüne boşaltmaya. Bir yandan suyu boşaltırken bir yandan da yağmur gibi, kar gibi, dolu gibi afetleri bu ateş kuyusunun üstüne çekiyormuş. Nihayeti ateş kuyusunun bin yıldır sönmeyen ateşi sönmüş. Bücür-Oğlan olayların karşısında kendisi de şaşkın şaşkın bakıyormuş.

Ateş sönmüş, Bücür-Oğlan da kurtulmuş. Sevinçle ve vakit geçirmeden gürgen dalına seslenmiş yeniden:

»Ey gürgen dalı beni bu ateş kuyusundan dışarı çıkar.«

Gürgen dalı ateş kuyusundan uzanarak Bücür-Oğlanı dışarıya çıkarmış.

Bücür-Oğlan yeniden, kuş olup sarayın bir penceresinden içeri girmiş. Bir hızla padişahın karşısına dikilmiş.

»Geldim ey zalim padişah geldim. Benden kurtuluşun yok. Bugüne kadar yaptığın tüm kötülüklerin cezasını çekeceksin«.

Bunu söyledikten sonra hiç vakit geçirmeden... Gürgen dalına emir vermiş.

»Şu zalim padişaha vur gürgenim vur.«

Gürgen dalı padişaha vurmaya başlamış. Padişahı kurtarmaya çalışan vezir-i azam ve orada başka kim varsa hepsini bir güzel sıra dayağından geçirmiş.

Bücür-Oğlan bu arada eliyle koluyla gürgen dalına emirler yağdırıyormuş.

»Vur gürgenim vur, vur gürgenim vur.«

Padişah yediği dayaktan iflahı kesilip baygın düşmüş. Askerler, korkudan ne yapacaklarını bilemiyorlarmış. Hep birlikte, bir gürgen dalına, bir bayılan padişaha, bir de Bücür-Oğlana bakıyormuşlar.

Bücür-Oğlan dönüp askerlere emir vermiş:

»Gürgen dalı sizi de döve döve bayıltmadan bu padişahı götürüp dipsiz kuyuya atın.«

Askerler padişahı alıp acele dipsiz kuyuya atmışlar. Sonra da yine aynı hızla Bücür-Oğlanın yanına gelmişler.

Bücür-Oğlan:

Şu gördüğünüz vezirleri de götürün ateş kuyusuna atın,« demiş.

Askerler o sarayda emir veren, kötülük etmiş olan kim varsa hepsini toplayıp bazılarını dipsiz kuyuya, bazılarını da ateş kuyusuna atmışlar.

Bücür-Oğlan askerlere seslenmiş:

»Hazinenin kapısını açın bana, sonra gidin tüm ahaliyi toplayın bana.«

Askerlerin bir kısmı hazinenin kapısını açarken, bir kısmı da koşup ülkeye haber etmişler. Tüm ahali gelip sarayın kapısına tek tek dizilmiş.

Bücür-Oğlan:

»Ey gürgen dalı hakkı hak edelim, dal Sal, pençe sal her kimin altını buradaysa sahibine geri verelim,« demiş.

Gürgen dalı, dal salmış, pençe salmış ve kimin altını neredeyse aramış bulmuş. Bulduklarını getirip sahibine teslim etmiş. En son hazinenin köşesinde 20 tane altın kalmış.

Bücür-Oğlan seslenmiş:

»Ey gürgen dalı uzan babamın 20 altınını da getir,« demiş.

Gürgen dalı uzanıp Bücür-Oğlanın babasına ait olan 20 altını da getirmiş. Bücür-Oğlan da altınları babasına vermiş.

Sarayın kapısına birikmiş onca kalabalığın içine bakarak gürgen dalına seslenmiş:

»Bu ülkeye, bu ahaliye padişah olacak en iyi yürekli insanı seçip getir,« demiş.

Gürgen dalı tüm ahalinin üstünden dolaşmış ve içlerinden birini seçip getirmiş. Meğer Bücür-Oğlanın babası değil miymiş getirdiği bu adam?

Getirmiş mi getirmiş. O günden sonra o ülkenin padişahı Bücür-Oğlan babası olmuş. O andan sonra da gürgen dalı birdenbire uçup kayıplara karışmış.

Bücür-Oğlan’a ne oldu dersiniz?

Bücür-Oğlan evlenmiş. O ülkenin bücür sultanı olmuş. E kiminle evlenmiş derseniz. Eskiden o ülkenin padişahı olan ve dipsiz kuyuya atılan o zalim padişahın kızıyla.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

Orhan Bahçıvan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sarı Gelin Ezgisi!

Sarı Gelin Ezgisi! Bu dağlar Kızılgedik Dağları Vay Sinan Ölsün Sarı Gelin! Geçtim tüm kapıları ansızın Pencereleri öylece Dolaştım sokak...