17 Temmuz 2019 Çarşamba

Küroğlu Kür-Han Sultan Destanı. »Köroğlu«

Küroğlu Kür-Han Sultan Destanı! »Köroğlu«



Kür er kördi altun özi yumşadı
irig sözlüg erniŋ sözi yumşadı[i]

Destan olarak yazdığım Küroğlu, günümüz yazın dünyasında pek bilinmeyen bir isim olarak, yerini Köroğlu adına terk etmiş görünüyor. Böylesi bir önsöz yazısıyla konuyu açmaya çabalıyorum. Tarihin derinliklerinde bize el sallayan bir kahraman, bir halk kahramanı olarak isim değişikliği dolayısıyla silinip gitmiştir.

Ne kadar silinip gitmiş desem de Kür sözcüğü, en eski kaynak olan Orhon Yazıtlarında, Kutadgu Bilig’de, Özbek söylencelerinde, Oğuz Han Destanında ve Kafkas yöresi halk söylencelerinde hep var olmuştur. Dolayısıyla biraz sonra isimlerle bu konuyu açıklayacağım. Bu var oluşun gerekçesi sözlü kaynaklar aracılığıyla dilden dile taşındığı için değişim yerel ağız ile yerel sesleniş hep kendisini göstermiştir.

Kür »Kura« adı bizim yöremizde çok önemli bir nehir adıdır. Bu adı biraz incelersek, tarihi kaynaklar değişik dönemlerde değişik seslenişleri aktarıyor. Bu aktarışı gelin biz Evliya Çelebi’nin kaleminden okuyalım.

»Zaten Kür nehrine, çıktığı yerden başlayarak yüz elli kadar kasabaya uğradığı halde her birini yararlandırmadığı için  “Kör” derler. Ama Moğollar bu nehre yararsız anlamına gelen “Ur” sözcüğünü söylerler. Suyu lezzetli ise de pek aşağı bir seviyede aktığı için yüksek yerleri sulayamaz.«[ii]

Şimdi bu anlatım üzere üç sesleniş veriliyor. »Kür, Kör, Ur« şimdi seslenelim, Küroğlu hemen sonra Köroğlu, ya da Ur-oğlu »Kuroğlu« üç sözcükte aynı seslenişi gündeme taşıyor. Dolayısıyla bu üç seslenişin arasında hiçbir ayrılık yok her üç seslenişte aynı kök sözcüğünü gösteriyor. »Keza kör ve kür aynı yazılışa sahiptir. Çünkü, Göktürk alfabesinde ö ve ü vokalleri aynı karakterle gösterilir«.

Kür suyunun doğduğu bu topraklardan Herodot yazdığı tarihinde, Uğuz »Oğuz« Türklerinin hakimiyetinde olan topraklar diye söz etmektedir. Ayrıca, bu bölgenin yani Ardahan/Göle »Qulha« Sancağı kesiminin »Bun-Türkler«, ya da »Otokton-Yerli Türkler« yani Oğuz Türkleri tarafından idare edilen yerler olduğu yazılmaktadır.[iii]

Oğuz Kavminin toprakları olan bu sahada Kür adıyla ilgili olan bazı söylenceleri ve yöremizdeki yer adlarını yazmalıyım. Kür ırmağının doğum yeri olan bu dağın adıyla yani, Kür Dağ’ında »Kürdevan Dağı« yaşayan bir hakan olduğu söylenilir. Kür-Han, Gür-Han veya Gur-Han olarak da tanınır. Oğuz Kağan’ın amcasıdır der yazılı kaynaklar.

Yazılı kaynaklar dediğimiz zaman şimdi buraya bu kaynaklardan biri olan, “Kür” Kelimesi Üzerine Yapı ve Anlam Bilgisi Yönünden Görüşler”. Mehmet Turgut Berbercan/ DergiPark.PDF Sayfasından aldığım bu küçük alıntıyı şimdi okuyalım.

Hive Han’ı Ebu’l Gazi Bahadur tarafından Çağatay Türkçesi ile oluşturulmuş Şecere-i Terâkime’de de kür kelimesiyle karşılaşırız:[iv] Oğuz’un amcaların-dan birinin adı “Kür-Han’dır.

»Oğuz Han Destanı, bu bahse Türklerin ilk Hükümdarının Nuh Peygamber oğlu Yâfes olduğu ifadesi ile başlanmakta ve Yâfes'in Türkçe Ulcay Han adını taşıdığı söylenmektedir. Ulcay sözünün Moğolca olduğu malûmdur. Ulcay Han, göçebe olup, İnanç şehri bölgesindeki Ortak =Ordağ) ve Kür Tak (Gür Dağ) yaylağı, aynı bölgede Porsuk'daki Kara kum adlı yer de kışlağı idi. Talaş ve Kan Sayram şehirleri de bu bölgelerde bulunuyordu. Haleflerinin ve bu arada Oğuz Han'ın da yurdu burası olmuştur.«[v]

İkinci bir alıntı daha geliyor bu alıntılar şu amaçla buraya aktarılmıştır. Kür-Han dediğimiz kişinin, kim olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Yani Kür-Han, Kara-Han’ın kardeşi, Oğuz Kağan’ın amcasıdır. Kısacası bizim bildiğimiz Köroğlu’dur…

Ebu’l Gazi Bahadur’un diğer eseri Şecere-i Türk’te ise kür kelimesinin anlamı açıklanmakta ve bu kelimenin Moğol soylu oldukları bilinen Hatayların »Karahitay« dilinde “büyük padişah” anlamına geldiği belirtilmektedir.[vi]

“Kendisine “Kür-Han” deyip lakap koydu. “kür”ün anlamı Hatay dilinde büyük (ulu) padişah demek olur.” Şecere-i Türk’te sözü geçen Han’ın kendisine kür adını lakap olarak almasının sebebi, kendi gücünü ve cesaretini övmek; iller, ülkeler istilâ etmekte gösterdiği hüneri belirtmek ve düşmana, kendisinin alt edilemeyecek derecede kurnaz ve yaman olduğunu bildirmek istemesidir.

»Gür-Han, müteakiben Karahanlı hanedanının bir kolunun hâkimiyetinde bulunan Fergana’ya müdahale etmiştir. Kaynaklarda bu seri harekâtın tarihi ve cereyan şekli hakkında maalesef bilgi yoktur. Kaynakların verdiği bilgiye göre, Fergana’nın zaptından sonra Karahıtay hükümdarı Gür-Han ile Karahanlı hükümdarı Mahmud Han arasında 1137 yılında Hoçend Savaşı cereyan etmiştir. Hoçend’in Fergana yolu üzerinde bulunması, Mahmud Han’ın Fergana hükümdarına yardım için yola çıkmış olabileceği fikrini akla getirmektedir«.[vii]

Mademki en eski yazılı kaynaklara döndük, gelin şimdi bir soluk Kutadgu Bilig’e sonra da Orhon Yazıtlarına kadar uzanalım. Kür sözcüğü hakkında bazı bilgileri de oradan okuyalım.

»Harpte cesur yiğitler (kür/er) dayanmalı, düşman at salarsa, hemen korkmadan ve düzeni bozmadan toplanmalıdır.«[viii]

»Gelin kızların sevinçli anları düğün/zifaf geceleri  (küden tün);  cesur  ve kahraman erkeğin  (kür/alp)  iftihar  edeceği zamanlar ise harp günleridir.«[ix]   

»Göktürk abidelerinde geçen kür(e) güñ (i)n, kürlüg ve küre-g kelimelerinin ortak bir kür- isim kökünden türediği anlaşılmaktadır. Orijinal metne bakıldığında bu üç kelimenin de aynı şekilde yazılmış bir kür- fiil köküyle başladığı göze çarpmaktadır.«[x] bu verilen bilgiden anladığımız kadarıyla Kür sözcüğü en eski kaynak Göktürk Abidelerine kadar uzanabiliyor.

Yine o dönemi içeren bilgilerden birkaçını verilim. Şöyle ki, Kür isminin Orhon Yazıtlarında asi, isyancı, söz dinlemez, kaçak, baş kaldıran, bozguncu gibi anlamlar taşıdığı yazılıyor. Ben sadece bu verilen bilgilerin ışığıyla yazıya alıntılar yapıyorum. Dahası şöyle bir bilgi veriyor sözü edilen yazıtlar.

  1. Kürlig sözcüğü ilk okunuşta aldatıcı olarak anlamlandırılmış.
  2. Körgü sözcüğünün kör (görmek) kökünden türediği savunulmuş. Keza kör ve kür aynı yazılışa sahiptir. Çünkü, Göktürk alfabesinde ö ve ü vokalleri aynı karakterle gösterilir.
  3. Körüg “kör- (görmek) kökünden türediği savunulmuş; ajan, gözlemci izleyici olarak anlamlandırılmış.” Ayrıca şunu da demeliyiz. Göktürk abideleriyle ilişkilendirilmeden, bir başka madde başında, küreg kelimesinin “küre- fiil kökünden türediği belirtilerek, bu kelimenin, (g) eki alarak kaçak, firari anlamında kullanıldığı kaydedilmiştir.

Bu verilen bilgilerden sonra, şunu demek gerekiyor. Kür adı Orhon yazıtlarında var. Bu yazıtlarda da bir kişiden söz ediliyor. Oğuz kavminden gelen, söz dinlemez bir kişinin varlığını öğreniyoruz. Demek ki Kür adı o döneme kadar uzanabiliyor. Uzanabiliyor uzanmasına da o dönemin bir savaşçısından ve var olan düzene karşı çıkan bir isyancıdan söz ediliyor. Bu küçük alıntılar bize Kür adının kaynağını gösteriyor. Şimdi bu bilgilerden sonra, benim yerel olarak kendi yöremde yerli halk anlatılarından öğrendiğim bazı bilgileri vermeliyim.

Kür özünde bir dağın adıdır. Bu dağın eteğinde doğan ırmağa ve üstünde yaşayan bir destan kahramanına kendi adını bağışlamıştır. O gün bu gündür. Kür-Dağı’nın eteğinde doğan ırmağa Kür Irmağı, üstünde yaşayan efsanevi kahramana da Küroğlu yani Kür-Han denilmiştir. Dolayısıyla yerel ağız, şive söylemiyle değişik değişik söylemler oluşmuş olsa da köken olarak Kür Dağı ad olarak kendi sahasında esastır.

Türk Mitoloji Tarihinde Dağ Kültü:

Sözün bu evresinde dilimize dolanan “Kült” sözcüğünün niteliğinden söz edelim. Bu sözcük öz olarak, Fransızcada olan culte sözcüğüdür. Ancak bu sözcük Fransızcaya ise Latince dilinden geçmiştir. Latince dilinden bilinen “cultus” sözcüğüdür. Bununda anlamı tapınma olduğunu yazmalıyım.

Şimdi sözün bu esnasında, Altay Yaradılış Destanına göz atalım. Bu destandan küçük bir bölümü okuyalım.

Büyük bir dağ yükselir, on iki gök katından
Dağda bir kayın vardı, yaprakları altından,

Kayının altındaysa, küçük bir çukur vardı,
Bir karış bile değil, o kadar yüzlek dardı.

Türk mitolojisinde bilinen kült sözcüklerinin ikisini bu yazıya almışım. Bir Su Kültü, ikincisi Dağ kültü, bu iki kült ile birlikte, Atalar Kültü, Yada Taşı Kültü, Tulpar (At) Kültü, Boğa Kültü, Güneş Kültü, Gök Kültü, Geyik Kültü, Dağ Keçisi Kültü, Kartal Kültü, Bozkurt Kültü, Kurtağzı Kültü, Ateş Kültü, Ocak Kültü,  koyun/koç kültü, ağaç kültü, Sarıkız Kültü gibi değişik kültlerin olduğunu biliyoruz.

Sözümüz dağ kültü olduğuna göre biraz bundan söz edelim. Türk mitolojisinde dağlar Tanrı’nın mekanıdır. Yani dağlar tanrıya özgüdür. En yüce dağların adı Tanrı Dağlarıdır. Bu nedenle dağ aynı zamanda Türk mitolojisinde vatan, memleket, toprak anlamındadır.

Yaradılış söylencesinde Kara-Han yarattığı kara toprak parçası üzerine bir kuş göndermiş, gönderilen kuş »Kartal« kara toprağı pençesiyle pençelemiş, gagasıyla gagalamış işte o mekanda yine Kara-Han’ın sesiyle büyükçe bir dağ oluşmuştur. Bu dağın adı ise Kara Dağ diye anılmıştır.

Mitolojiye göre dağların içinde, yanında ve yöresinde bulunan mağaralar ise ana rahmini simgeler deniliyor. Ayrıca, kaynak su oyukları da mağara gibi bilinse de ana rahmi olarak algılanmış ve kutsiyet yüklenmiştir. Dağların oyuğunda kaynayıp çıkan akar sular her zaman kutsal su olarak algılanmıştır.

Bu anlatılan kült söylenceleri günümüz insanına biraz değişik gelebilir. Ancak mitoloji olarak binlerce yıldır Türk halkları arasında vardır ve diri bir inanç olarak yaşamaktadır.

Türk Mitoloji Tarihinde Su Kültü:

Evrensel olarak var olan tüm felsefelerde şöyle bir net anlatı vardır. Su yaşamın başlangıcıdır. Aynı zamanda da yaşamı sonlandıracak güç suyun ta kendisidir. Dolayısıyla, su tüm canlıların yaşam kaynağıdır. Evrende var olan dört önemli elementlerden birisidir.

Dede Korkut kitabındaki Salur Kazan’ın ırmağa hitaben söylediği sözler, şamanların yersu ruhlarına hitaben söyledikleri ilahilere benzemektedir.

»Çığnım çığnım kayalardan akan su,
Ağaç gemileri oynadan su
Hasan ile Hüseyin’in hasreti su
Bağ ile bostanların ziyneti su
Ayşe ile Fatma’nın nikahı su
Şahbaz atların içtiği su
Kızıl develer gelüp geçtiği su
Ag koyunlar gelüp çevresinde yattığı su
Odamın haberini verir misin degil mana
Kara başum kurban olsun suyum sana«[xi]

Su sıvıdır, yumuşaktır, sert değildir. Ancak zayıf olarak görmemeliyiz. Çok güçlüdür. Yer yüzünde ne varsa sudan yaratılmıştır. Yaratılan ne varsa suyla yok olacaktır. Bu inanç var olan dört element içinde geçerlidir. Birde Altay Yaradılış Destanına göz atalım. Bu destandan küçük bir bölümü okuyalım.

Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı,
Ne gök ne ay ne güneş ne de bir dünya vardı.

Tanrı uçar dururdu, insan oğluysa tekti,
O'da uçar, uçardı, sanki Tanrıyla eşti.

Böylelikle Türk mitolojisinde suyun kült özelliğini biliyoruz. Ayrıca Türk halkları arasında, su adı çeşitli isimlerle de biliniyor. Bunları yazarsak, Su-Issı, Su-Ana, Su-Baba, Ukulaan gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.

Bu sözleri söyledikten sonra şunu da söylemek gerekiyor. Yer su, yani toprak su ikilemi dört element içinde yaşam iksiridir. Su öz olarak yeniden doğuşu simgeler.

Sözümüzün bu noktasında söylenmesi gereken bilgileri verelim. En eski adı Kızılgedik Dağları olan bu dağların adı, Şeyh-i San'ân anlatısından sonra Allahuekber Dağları olarak anılmaya başlanmıştır. Bu dağların en yüksek tepesinin şimdiki adı Allahuekber Tepe'dir (3120 m yüksekliğindedir. Eski dönemlerde ise bu tepenin adı Kızılgedik tepesi olarak bilinirmiş.

Bugünkü adıyla Allahuekber Dağları, geniş bir alana sahiptir. Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nin Erzurum-Kars Bölümü'nde, Erzurum, Kars, Ardahan illerinin sınırlarında uzanan tektonik yapılı olan sıra dağlar, Kars ve Sarıkamış şehir merkezlerinin kuzeybatı yönünde yer alır. Bu yerleşim yeri, Şenkaya ve Göle ilçeleriyle sınırlanmıştır.

Şimdi yine sözümüzü Evliya Çelebi’ye verelim. Kür Nehri hakkında geniş bilgi edinelim. Sonra bu nehrin doğurduğu Kür Sultan Han adıyla bilinen bu destan kahramanına gelelim.

Kür »Kura« ırmağı, ülkemizin Kuzeydoğu Anadolu bölgesindeki Allahuekber Dağlarının kuzey yamaçlarından doğan Kayınlık Dere, Türkmen Dere ve Kür (Gür) Çayı’nın, Göle ovasının kuzeybatısında birleşmesiyle oluşur. Kür ya da Gür adı, bazı kaynaklarda ırmağın tümü için kullanılır.«[xii]

Özbek söylencesinde ise şöyle söz ediliyor: »Kuroğlu bir mezarda (Kur) doğduğu için bu ismi almıştır: ona can mezar içinde gelmiş, mezar ona ana olmuştur. Yedi yaşında »Dürr-i nihan« ona girmiş yani Kuroğlu bütün esrarı öğrenmiştir.«[xiii] Kur sözcüğünün mezar olduğunu veriyor Özbek söylencesi, bizim yörede de mezara Gor derler. Kur ya da gor sözcükleri çukur anlamındadır. Aynı zamanda karanlık ve derin bir yer, dahası yerin dibi, yerin altı, en alt yer anlamında olduğunu söylemeliyim.

Sümer mitolojisine göre, var olan evren iki su kütlesinden oluşmuştur. Bu iki suyu şöyle tanımlamak gerekiyor. Birincisi Ap-Su yani tatlı su, ikincisi tuzlu su anlamında Tiamat isimli suların birleşmesinden oluşmuş deniliyor.

Bir başka açıdan bakarsak Küroğlu adına. Kür: Sümerlerde yeraltı tanrısının adı Kür olarak geçer ve onun koruduğu ırmağın adı da Kür'dur. Sümerlerde Yeraltı dünyasına da bu ad verilir. Kür / Kur / Kör / Kor / Gür / Gur / Gör / Gor sözcüğü; sesleniş olarak nasıl yazarsan yaz bir kök sesin üstünde olduğunu anlıyoruz. Kür sözcüğü genel olarak güç, kuvvet, dayanıklılık, özgürlük, bağımsızlık anlamlarına gelir ki Küroğlu bu isimlerin sahibidir.

Şimdi bu açıklamalardan yol alarak şunu söylemek gerekmez mi? Sözcüğün başlangıç sesi Kür sesidir. Bu ses zamanla değişik ağız ve şivelerle değişime uğramıştır. O halde biz bu sözcüğün ilk sesine dönüyoruz ve ilk seslenişle sesleniyoruz.

Köroğlu Destanı bu topraklarda doğduğu günden bu yana vardır. Söylenilir ve dilden dile aktarılır. Dolayısıyla biz bu söylenceyi az öz demeden buraya alalım. Bu söylence Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasında Özbek Rivayetleri (Kuroğlu) başlığıyla var. Bu rivayeti az aşağıya alıyorum. Daha sonra Küroğlu rivayetini yazacağım.

Rivayetleri yazmadan önce bir konuyu yeniden yazmalıyım. Kür / Kur / Kör / Kor / Gür / Gur / Gör / Gor yazdığım bu sekiz kök sözcüğün sekizinin de Kür sözünden türediğini yazabilirim.

Orhon Yazıtlarından bu yana, Oğuz Kavminin toprakları olan bu sahada Kür adıyla ilgili olan bazı söylenceleri ve yöremizdeki yer adlarını yazmalıyım. Kür ırmağının doğum yeri olan bu saha bu ırmağa adını bağışlayan o küçücük dağın adını yeniden vermeliyim. Kür Dağı, bu dağla ilgili söylenceler oldukça ilginçtir. Bunlardan birkaçını biliyoruz. Bu dağın üstünde mesken kuran bir yiğit var bu Oğuz Kağan’ın öz be öz amcasıdır derler. Bu amcanın adı ise, Kür-Han, Gur-Han, Kor-Han, Gör-Han veya Gür-Han olarak aktarılıyor tüm söylencelerde. Şunu demenin tam zamanıdır. Bizim Köroğlu dediğimiz, başka sahalarda ise değişik isimlerle adlandırılan bu destan kahramanı aslında Oğuz Kağan’ın amcası olan Kür-Han dan başkası değildir. Zamanla çok değişime uğramış, dolayısıyla günümüze Geredeli Köroğlu olarak aktarılmıştır.

Her sahada dilden dile aktarılan ve böylelikle değişip tanınmaz olan destanlarımıza kendi adıma üzülüyorum. Bizim destanlarımızı neden biz yazmıyoruz da başkaları yazarken yok ediyor ve biz bunlara seyirci kalıyoruz.

Şimdi Özbek Rivayeti olarak bilinen Kuroğlu anlatısını okuyalım. Yukarıda da söylemiştim. Bu söylenceyi, Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasında aynen alıp buraya aktarmışım.

Kuroğlu Söylencesi:

Özbek Rivayetleri


Kuroğlu bir mezarda (Kur) doğduğu için bu ismi almıştır: ona can mezar içinde gelmiş, mezar ona ana olmuştur. Yedi yaşında »dürr-i nihan« ona girmiş yani Kuroğlu bütün esrarı öğrenmiştir.

Çembil-Bil şehrinde evvela Ağalık Han, sonra Cığalı Han, nihayet Kuroğlu Sultan hüküm görmüştür. Fakat Kuroğlu da müstakil bir Sultan değildir; o bir Tahran’dır, sonra kendisinin emrinde de doksan tane Türkmen Beyi vardır.

Kuroğlu Çembil-Bil’de kale yaptırmıştır, şehri abat kılar; otuz yaşında ve kırk yaşında »Kırk Çihlten«, »on iki İmam« ve Hızır ile görüşen Kuroğlu büyük bir şöhret kazanır. Şöhretine herkes aşık olur. O daha yirmi yaşında iken Arap Reyhan’ın kızını kaçırmıştı. Elli yaşında iken Kaf Dağı Padişahının kızı Yunus Peri, elli beşinde Hindistan’dan Miskal Peri, altmış beşinde İrem Bağı’ndan Gülnar Peri gelirler, onun karısı olurlar. Bunlardan başka Kuroğlu dokuz tane de insan kızı almıştır. Fakat hiç çocuğu olmamıştır. Onun için İsfahan şehrinde Haldar’ın oğlu Hasan Han’ı alıp kaçırıyor ve evlat ediniyor.

Kuroğlu bundan sonra, artık kırk yiğidinin hiç arzusu kalmadı zanneder. Lakin kırk Yiğit ona derler ki, »Daha bir arzumuz var, o da Hünkar Şah’ın memleketinde Bolduruk Kasap’ın güzel ve yiğit oğlu İvaz Han’dır. Onu da getirelim, senin oğlun olsun, bizim de beyzademiz« Kuroğlu razı olur. Ve gidecek olanı seçmek ister. Hasan Han’dan başka kimse bu işe cesaret edemez. Bunun üzerine Kuroğlu, Hasan Han ile beraber gitmesine mani olan ihtiyarlığına (yüz yaşına) esef ederek Kırk Yiğidi Hasan Han’a terfik eder. Kafile yola çıkar, Bedbaht Dağ’ın eteğine varır, Kuroğlu bu dağın eteğine geldiği zamanlar, dağın başı dumanlı olup olmadığına göre dağı aşıp aşmamak lazım geldiğini anlarmış.

Hasan Han ve arkadaşları akşam namazını kılarlar, yüz Elli Evliyalara yalvarırlar. Ertesi gün dağın tepesine çıkarlar. Uzaktan Gürcistan şehrini 784 minaresi, muazzam kaleleriyle görünce korkarlar; geri dönmek isterler. Hasan Han kızar kalmak için ısrar eder; lakin sözlerini dinletmeyince, babasının rızasını aldıktan sonra tekrar üzere avdete karar verir. Kırk Yiğit, Kuroğlu’nun gazabından korkarlar ve her biri bir tarafa kaçar. Hasan Han meseleyi anlatır. Kuroğlu »Ben yalnız giderim siz kalın« diyerek Kır Atına binip Bedbaht Dağ’ın eteğine varır. Orada Hızır ile mülakat yapar, ondan talimat alır ve bu talimata göre hareket eder; evvela bir çobanla elbisesini değiştirir. Kendisini Bolduruk Kasap’a İvaz’ın dayısı, Türkmen Konur Bey olarak taktim eder. O akşam Kasap’ın evinde misafir kalır. Ertesi gün İvaz’ı »Sana kara kuzuları göstereceğim« diye kandırarak Kasap ile beraber koyunları görmek üzere şehrin haricine çıkarlar. Lakin semiz bir ata binen Kasap çok geride kalır. Kuroğlu da Kır atın yanına gelir gelmez İvaz’ı alır kaçar.

Felaketi anlayan Kasap, Kızılbaşlar Padişahı Hunlar Şaha (Hünkâr Şah) haber verir. Şahın adamları birçok askerle Kuroğlu’nu takip ederler, Lakin Kuroğlu bunların hepsini kırar; zira evliyalar, erenler kendisiyle beraber harp ederler. Düşmanlarından bu suretle kurtulan Kuroğlu, İvaz ile Çembil-Bil’e varır.

Çembil-Bil İvaz Han ile yeniden hayat bulur. Bir yiğit bin yiğit gibi olur. Her hafta Hızır gelip İvaz Han’a dua eder. Artık Kuroğlu da yüz yirmi yaşına girmiş, ihtiyarlaşmıştır. Fakat zürriyet bırakmadığına her zaman esef eder.

Bir gün İvaz Han Kır Ata binerek ava gider; Hüdek Gölü civarında bir Türkmen çadırının önüne gelir. Orada bir kız görür; Bu Ahmet Serdar’ın kızıdır. İvaz Han onu almak ister. Kız delikanlıya kim olduğunu sorar. İvaz, »Kuroğlu’nun Oğluyum« deyince kız, »Kuroğlu’nun oğlu yok, senin kimin oğlu olduğun belli değil, Köle gibi bir şeysin. Ben sana varmam« der. Bundan çok müteessir olan İvaz Han dönünce Kuroğlu’na macerayı anlatır ve Serdar’dan kızı zorla alıp kendisine köle yapmasını ister. Eğer bu isteği olmazsa Çembil-Bil’de durmayacağını söyler.

Kuroğlu doksan Türkmen Beyi’ni toplar, onlarla istişare eder. Bunlar hem Kuroğlu’ndan hem de Ahmet Serdar’dan korktukları için hiç seslerini çıkarmazlar. Yalnız, Yarti Bey Aksakal, rica eder, »Beyleri gönderme, Ahmet Serdar hepsini öldürür«. Der. Bunun üzerine, bir yanda Beylerle Kırk Yiğit ve Kuroğlu sarhoş yatarlarken, ümit ettiği muaveneti bulamayan İvaz Han büyük bir infialle, yalnız Yunus Peri ile vedalaşır ve Mecnun Gök Ata biner, Çembil-Bil’i terk eder. Gürcistan’a doğru yollanır. Diğer taraftan, uyuyan yiğitlerle Kuroğlu İvaz’ın gaybubetinden çok müteessir olurlar ve İvaz’ı tekrar göstermesi için Allah’a niyaz ederler.

İvaz Han Gürcistan’a varır. Onun Şahın huzuruna çıkarırlar. Şah İvaz’ı tanır ve kırk gün salıvermez. Kırkıncı gün İvaz anasının yanına gitmek üzere izin alacağı sırada Şah ona »Atın, yerin, dinin, yiğidin iyisi nerede?« diye bir sual sorar. Bütün bunlara İvaz’ın, Çembil-Bil’de« cevabını vermesi üzerine Şah, eski dinini bırakmış olan İvaz Han’ı öldürmeye karar verir. Onun için bir tek kurtuluş yolu vardır. Eski dinine dönmek. Lakin İvaz Han bu teklifi kabul etmektense ölmeye razı olur. Şah onun derhal idamını isterse de sergerderler ve vezir »Kırk gün hapsedelim, belki nasihat dinler«. Diyerek Şah’ı bu karardan vazgeçirirler. Bu müddet zarfında İvaz Han zindanda Şah’ın sergerderlerinin nasihatlarına ve kız kardeşi Bal Ayım’ın gözyaşlarına ve yalvarmalarına rağmen dininden dönmeye razı olmaz.

İvaz’ın hapsinden otuz gün sonra ağlayıp figan etmekte olan Kırk Yiğide, Kuroğlu, »Hep böyle ağlamak fayda vermez, kalkın Hödek gölüne gidip avlanalım«, der. O göl civarında bir kervana rasgelirler ve İvaz’ın felaketi haberini alırlar. Bunun üzerine atlarına binip Gürcistan’a yollanırlar. Şehre tam idam günü yetişirler. (Azeri rivayetindeki sahne burada da aynıdır.) İlk evvela kendilerini tanıtmazlar. İvaz’ın gözleri sarılıdır. Yanında bulunan Gül Ayım »Bu yiğitler acaba kim«? diye sorunca İvaz gözlerini açtırır ve Kuroğlu ile Kırk Yiğidi tanır. Artık harp başlar, Kuroğlu Hunhar Şah’ı kalesine tıkar ve devletini yıkar. Sonra yine dost olurlar. Hazineyi paylaşırlar. Kuroğlu ve Kırk Yiğit İvaz ile hazinelerle Çembil-Bil’e dönerler. İvaz Han Çembil-Bil’in Sultanı olur. Ondan sonra ölünceye kadar mesut yaşarlar.[xiv]

Şimdi konumuz olan Küroğlu Söylencesine sözümüzü getirelim. Bu söylence benim bazı yazılarımda ve şiirlerimde işlenmiştir. Bende söylence olarak dinlediğim ve sadece bildiğim kadarını yazıyorum.

Benim daha önce yazıp ve yayınladığım, » Köroğlu Destanı Kars, Göle Anlatımı.« adıyla olan söylenceden çok farklı bir anlatımı yoktur. Sadece Küroğlu, değişime uğrayıp Köroğlu oluyor. Yazıda aktarıyorum bazı isimlerde değişiklik oluyor. Ötesi hemen hemen aynıdır.

Küroğlu Söylencesi

Ali erdi munda basaqı talu
Kür ersig yüreklig meŋesi tolu[xv]

Kafkas söylencelerinde Küroğlu'nun adı, Kuşan Ali'dir. Köroğlu'nun baba adı Deli Yusuf, Küroğlu'nun silah ustasının adı ise Deli Yusuf'tur. Köroğlu'nun silah ustası Koca Bey'dir. Küroğlu'nun dedesinin adı ise, Dede Sultan'dır.

Küroğlu kendi hanlığı içinde yaşarken küçük yaşlarda iken, at binmeyi. Ok atmayı öğrendiği bir talim sırasında o hanlığın topraklarını Moğol ordusu basar ve kim var kim yok kılıçtan geçirmeye başlar. Bir yandan Moğol ordularına karşı direnenler diğer bir yandan ise yaşlı ve çocuk olanlar, kaçıp canını kurtarmaya çalışanlar görülüyordu.

Bu baskın esnasında, bu keşmekeş içinde kaçmak yerine sadece saklanmayı aklından geçiriyordu. Atıyla birlikte Kür suyunu karşıya geçip, oralarda gizlenmek istemişti. Bu düşünce ile tezce atıyla suya daldı. Bu çocuk atıyla beraber suyun içinde, sazlıkların arasında sessizce bekledi Moğol ordusu kıracağını kırdı, alacağını aldı ve çekildi gitti. Ortam sakinleşince, saklanan insanlar, saklandığı yerden çıkmaya başladılar.

Hanlık adına ne kadar insan varsa hepsi toparlandı. Ölüler sayılıyor, yaralılar çadırlara taşınıyordu. Herkes birbirine kayıplarını soruyordu. İşte bu arada atıyla beraber bulunamayan Han oğlunu aramaya başladılar.

Han oğlunu kır atıyla Kür suyunun içinde buldular ve sudan çıkması için ona seslendiler. Hanoğlu Kır Atın kuyruğuna tutunarak Kür suyundan yüzerek kenara çıktı. Yorgundu, bitkindi. Öylece çadıra taşıdılar. Çadırda bulunan kavmin en yaşlısı ve bu çocuğun dedesi olan Dede Sultan bekliyordu. Çocuğu ve atı orada Dede Sultan’a teslim edip kenara çekildiler.

Moğol Ordusunun saldırısından kurtulan ne kadar canlı varsa hepsi uzun bir süre sessizleştiler ve saygılı oldular. Bu saygıdan dolayı yukarıda değindiğim Su kültü bağlamında ise suyun içinden çıkanlara bir başka saygılı oldular. İşin özünü yine kavmin yani hanlığın en yaşlısı olan Dede Sultan belirliyordu.

Bir zaman sonra Dede Sultan bu çocuğa ve bu çocuğun atına da Kür suyunun adını verdi. Dedi ki; »Bugünden sonra bu çocuk Kür suyunun oğludur. Bu çocuğun atı da Kür suyunun atıdır. Bundan sonra bu çocuğa Küroğlu, Atına da Kür At demeliyiz«. Böylece bu çocuğun adı Küroğlu, atının adı da Kür At olarak anılmaya başlandı.

Kür suyunun çıkış sahası ve o sahada bulunan ve o günkü adı Kür Dağı olarak bilinen dağın üstünde mesken kuran bu yiğit, Oğuz Kağan’ın öz be öz amcasıdır diyor yazılı kaynaklar. Bu amcanın adı ise, Kür-Han, Gur-Han, Kor-Han, Gör-Han veya Gür-Han olarak aktarılıyor tüm söylencelerde. Bir diğer adıyla Küroğlu,  Kuroğlu, Köroğlu, Koroğlu gibi isimleri saymak gerekiyor.

Bir koçaklamasında şöyle seslenir:

Kür Atımı[xvi]

İndi bir merd deli gerek,
Tapsın menim Dür-Atımı
Alsın düşmanın elinden,
Binip gelsin Kür-Atımı

Kişneyip meydanda gezen,
Herden sağa-sola süzen,
Düşmanın başını üzen,
Bir esremiş Ner-Atımı

Koroğlu’yam, yol güderem,
Düşman bağrını diderem,
Atlanıp özüm gederem,
Çekin benim Kır-Atımı. »Köroğlu'nun Ballıca Seferi«

Küroğlu Sudan doğan, Kür ırmağından doğan olduğu için ona suyun içinde her şey verilmiştir. Bu inanç her konuda kendisini tamamladı. Halk sesiyle ne denilse o güç suyla verilmiştir. Suyun içindeyken içtiği yudum yudum su buna yiğitlik, Hanlık, Ozanlık, aklına ne geliyorsa hepsini bağışlamıştır.

Türk Mitolojisinde var olan su kültü, hemen sonrası dağ kültü bu olayda tam anlamıyla yerini almıştır. Kür-Han denilen bu kişi Oğuz Kağan’ın amcasıdır. O dönem Türk Budunu arasında verilen savaş taht savaşı değil din ve inanç savaşıdır. »Oğuz Kağan tek bir varlığa yani Tanrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve eli ise puta tapıyordu. Bu yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu, kanlı bir çarpışmaya kadar gitti.«

Oğuzun babası Kara-Han, kardeşi Kür-Han, Küz-Han, (Ur) Or-Han ve ötekiler eski Türk inancını korumak adına savaştıkları ve Oğuz Kağan’a karşı yenildiklerini kaynaklardan okuyoruz. Bu sözlerime kaynak olarak bir alıntı vermeliyim. Şimdi, »Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.« çalışmasından küçük bir alıntı:

»Bu Oğuznâme'de, Türkler'in yaşadıkları yerler arasında olmak üzere, Altay ve Orkun bölgeleri ile ilgili herhangi bir söz yoktur. Burada, yukarıdaki adlardan anlaşılacağı üzere, Türkler'in en eski yurdu olarak Talaş (Taraz) ve Sayram (eski adı Isficab) bölgeleri ve bunlara komşu yerler, yani umumiyetle Balhaş-Aral gölleri arası ve çevresi olan topraklar kabul edilmiştir.

Ulcay Han'dan sonra yerine Dib Yavku geçiyor. Dib sözünün taht ve Yavku'nun da ilin başı, ulusu anlamında olduğu kaydedilmektedir. Fakat ikinci rivayet bölümünde çok geçecek olan Yavku'nun hükümdarlık unvanı olduğu kesin olarak bilinmemektedir.

Dib Yavku'nun dört oğlu vardı bunlar, Kara-Han, Kür-Han, Küz-Han, (Ur) Or-Han, bu dört oğuldan biri olan, Kara-Han halef oluyor. Kara-Han ve ondan önceki Dib Yavku, hükümdar adları olarak ileride bir daha geçecektir. Oğuz Han, işte bu Kara-Han’ın oğludur. Oğuz olağan üstün bir şekilde doğuyor; bir yaşında konuşmaya başlayarak "sarayda doğduğum için, benim adım Oğuz konmalıdır" diyor. Oğuz ergenlik çağına girince tek bir varlığa yani Tanrı'ya tapmaya başladı; ailesi (uruk) ve ili ise puta tapıyordu. Bu yüzden çok geçmeden baba ile oğlun araları açıldı ve bu, kanlı bir çarpışmaya kadar gitti. Savaşı Oğuz kazandı. Babası Kara-Han, amcalarından Kür-Han ve Küz-Han? öldüler. Oğuz babasının yerine geçti.«[xvii]

»Kara-Han'ın kardeşleri Kür-Han, Küz-Han ve (Urhan) Or-Han'dır. Bunlardan, Kür-Han, »Gür-Han« bilindiği üzere, Kara Hitay hükümdarlarının unvanıdır. Oğuz Han'ın babası ile savaşının dinî bir sebebe atfedilmesi de bu işlem ile ilgilidir. Oğuz Han ile babası Kara-Han'ın savaşmaları yalnız bu öteki nüshalarda da böyledir ki, onların bu nüshaya bağlı oldukları anlaşılıyor.«[xviii]

Bu bilgileri verdikten sonra Oğuz Kağan destanında geçen metni aynen buraya alıyorum. Bu ek bilgi ile sözümüzün ne olduğunu betimleyelim. Az yukarıda sözünü etmiştim. Bu savaşa bir baba oğul savaşıdır dememeliyiz. Bu yetmiş yıl süren bir savaştır. Özünde bir din savaşıdır. Şimdi bu konuyu betimlemeliyim.

»Oğuz’un Babasına, Amcalarına, Hısım ve Akrabalarına karşı savaşı ve Oğuz’un Düşmanlarını Yenmesi:

Oğuz avdan dönüp evin yakınlarına gelince babası ve amcalarını kendi yakınları ile birlikte savaşa hazır halde buldu. Kendi nökerlerinin başında onlarla çarpıştı. Bu savaş sırasında babası Kara-Han, amcaları Kür-Han ve Küz-Han öldüler. Oğuz yerinde dayandı ve yetmiş yıl amcalarının Uruğları ile daima çarpıştı. Nihayet onları yenip ezdi. Onların vilayeti ve uluslarını ta Karakurum ötelerine kadar kendi idaresine aldı. Kılıç artıkları nihayet onun hakimiyetini kabul ettiler. Dediler ki; biz senin aslından ve soyundanız, aynı kökten türeyen dal-budaklarız ve onların yemişleriyiz. Niçin bizi yok etmek için bu kadar uğraşıyorsun?

Oğuz dedi ki; eğer sizler Tanrı’ya inanır, birliğini kabul ederseniz canınız aman bulur. Ve size oturmak için Türkistan’ı veririz. Fakat onlar inkar gösterdiler. Oğuz onları Karakurum’a kadar sürdü. Onlar da ister istemez yoksulluk içinde Tuğla ırmağı kenarında çöl ve vadilere göçüp yaşamaya devam ettiler. Orasını kendilerine yaylak ve kışlak yaptılar. Bunlar fakirlik, yoksulluk acz ve kırıklıktan her vakit üzüntülü ve gamlı idiler.

Oğuz onlara Muval diye ad verdi; yani her zaman kaygılı, gönlü dar ve zavallı olunuz; köpek derisi giyip av eti yiyiniz, bundan sonra artık Türkistan’a gelmeyiniz. Bu yüzden Türkmenlerin inanışına göre Moğollar Kür-Han, Küz-Han ve Or-Han’ın neslinden türemiş ve doğu taraflarına sahip olmuşlardır. Amma onların ne oldukları hususu doğru olarak belli değil.

Öteki iki kızın durumu, Tanrı’nın birliğini kabul edip etmedikleri ve Oğuz’un onları kendi yanına alıp almadığı da bilinmiyor.

Oğuz bu savaşlardan sonra atından inince altın evin kurulmasını buyurdu ve orada kendi taraftar ve dostlarıyla bir toy yaptı. Kendisine yardım etmek üzere iltihak etmiş olan bir kavme Uygur adını verdi. Türk dilinde izinden giden, uyan demektir. Diğer bir kavme de düşmanları yağma edip ganimet, olcay alındığında, hayvanlar bunları taşımak için yetişmediğinden »Oanglı«lar yaptılar. Bundan evvel tekerlek yoktu »arabayı« ilk defa bunlar inşa ettiler. Levazım ağırlık ve »olcay«ları bunun üzerine koyarak taşıdılar, gittiler.

Oğuz bundan dolayı onlara Qanglı (yani arabalı)lar adını verdi. Talas, Sayram ve o tarafların askerleri, Oğuz’un ülkesinde dik başlılık gösterdiler. Oğuz onların üzerine yürüyüp yendi Talas ve Sayram’dan başlayıp Maveraünnehir, Buhara ve Horezm’e kadar zaptedip idaresine aldı. Memleketin dört bir tarafında oturan yakınları ile anlaşmasını yeniledi ki, evine ve yakınlarına saldırmasınlar ve o da cihangirliğine güvenle girişebilsin.«[xix]

Şunu demenin tam zamanıdır. Bizim Köroğlu dediğimiz, başka sahalarda ise değişik isimlerle adlandırılan bu destan kahramanı aslında Oğuz Kağan’ın amcası olan Kür-Han denilen isimden başkası değildir. Zamanla çok değişime uğramış, dolayısıyla günümüze Celali Köroğlu olarak aktarılmıştır.

İşte bizim bu çalışmada destanını yazdığımız ve bugüne kadar adıyla yaşayıp gelen Küroğlu destanının başlangıcı böyledir. Bu hükümdarın adına bende Nehir Şiir sistemiyle yazdığım bu Kür-Oğlu Destanı, yani, Kür-Han Sultan çalışmasını saygıyla sunuyorum.

                         Orhan Bahçıvan »Halis Kızılateş«



Küroğlu / Kür-Han Sultan Destanı.




[i] Kutadgu Bilig: Altın görünce, pek yürekli insanlar bile yumuşar; kaba sözlü insanların da sözü nazikleşir.
[ii] Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kür Irmağı.
[iii] Herodot Tarihi…
[iv] Kargı Ölmez, Şecere-i Terakime (Giriş – Metin – Dizin), Simurg Yay., Ankara 1996.
[v] Oğuzlara Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer
[vi] G. Doerfer, age., s. 634
[vii]  Osman G. Özgüdenli, Sultan Sencer ve Karahıtaylar, s. 37-38
[viii] Kutadgu Bilig…
[ix] Kutadgu Bilig’in mahiyeti ve Türk kültür tarihindeki yeri hakkında ayrıntılı bilgi için bk, A. Dilaçar, Kutadgu Bilig incelemesi, TDK Yay, Ankara 1988, s.145-198; Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig I Metin, (Haz. Reşit Rahmeti Arat), TDK Yay, İstanbul 1947, s. VII-XLII.
[x] Ayrıca bk. C. Alyılmaz, Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Kurmay Yay., Ankara 2005
[xi] A. İnan; Makaleler ve İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987, sh. 492.
[xii] Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kür Irmağı…
[xiii] Pertev Naili Boratav'ın Köroğlu Destanı…
[xiv] Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı adıyla yayınladığı kitap çalışmasından aktarılmıştır.
[xv] Kutadgu Bilig: Ondan sonra seçkin, cesur, yiğit, kahraman ve akıllı Ali vardı
[xvi] Koroğlu’nun Ballıca Seferi…
[xvii] Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.
[xviii] Oğuzlar'a Ait Destani Mahîyetde Eserler Faruk Sümer.
[xix] A.  Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan/ Oğuz Destanı/ Reşieddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili/ Enderun Kitapevi. Sayfa 19.20.


6 Temmuz 2019 Cumartesi

Ezgilerimizde Var Olan Köroğlu Havaları.

Ezgilerimizde Var Olan Köroğlu Havaları.


Çenlibel’den bu diyara gelmişem
Ne devlete ne de vara gelmişem
Köroğlu’yam nazlı yara gelmişem
Erzurum da mesken salan deliyem

Türk Dilli kültür dünyasının geçmişten günümüze kadar gelebilen en önemli kültürel sesi destanlardır. Bu destanları başlıklar şeklinde vererek geçelim. Yaratılış Destanları, Muhabbet Destanları, Lirik Destanlar, Taşlama Destanları, Cenk Destanları, Ağıt Destanları, Göç Destanları, Kırgın-Kıyım Destanları, Kaç Ha Kaç Destanları gibi çeşitlemelerden söz edebiliriz. Sırayla yazdığım bu destanlar içinde cenk destanlarından birisini ve en önemlisini ele alacağım. Özellikle yazıyorum, geçmişi Küroğlu daha sonra Köroğlu olarak dillere destan olan Köroğlu destanından ve destan anlatısının içinde yer alan koçaklama ezgilerinden ve bu ezgilerin havalarından söz edeceğim. Kısaca Köroğlu havaları yani cenk havaları.

Genelde Türk yazın dünyasında bölünmeler vardır. Bunları bu yazının içine almak istesem de uzun uzun yazmanın bu konuya pek bir getirisi olmayacaktır. Bence destanlar üstünden söz ederek, Köroğlu destanı ve destan kol ve sefer anlatıları içinde aktarılan ezgilerin havalarından söz edeceğim. Bundan dolayı var olan Türk yazınında değişik sıralamalar şimdilik biraz ötede kalsın istiyorum.

Destanlar her araştırmacının sözünü ettiği ve genelde her elinde kalem olanın araştırıp yazdığı geniş bir yazın koludur. Hiçbir zaman bu benim sözüm mutlaktır demedim demiyorum da. Ancak, bende böylesini biliyorum benim bildiğim de böylesidir gibi bir anlatı içinde bulunmuşumdur.

Geçmişi yazılı bir kaynağa dayanmayan, tamamen halk arasında sözlü gelenek anlatılarına bağımlı kalan destanlar üstünde ne kadar doğru söz edilir bilemiyorum. Ancak destanların oluşumu olarak verilen tarih beşinci yüz yıldır. Bu verilen beşinci yüzyıl tarihini bende kabul ediyorum. Bunun üzerine Köroğlu destanlarından söz ederken. Benden önce söz etmiş ne kadar değerli araştırmacı varsa tümünün olmasa bile kayda değer olan yazıların, tamamına yakınını okumuşumdur. Bu okuduğum araştırma yazılarının arasında önemli gördüğüm yazıdan küçük bir anlatıyı buraya alacağım. Bu anlatı benim ve benim gibi Kars, Ardahan, Erzurum sahasında yaşayanların bildiği küçük bir bilgidir. Bu yazıyı Tarih öğretmeni, aynı zamanda da Tarih araştırmacısı olan sayın Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu adlı tarih araştırmacısının kaleminden okuyalım.

»Kun Yabguları sülalesinden gelme olup Oğuz namelerde »Kara Konak« Ermenice metinlerde ise, başbuğları Mamak’ın adıyla »Mamikonyan Satrap Ailesi« diye gösterilen aile, »Murat Boylarını« Sasanlı İran’a karşı korumuştur. İşte bu aile,  Arpaçay’ı ve yukarı Aras boyuna da sahip çıkmıştır. V yüzyıldan başlayarak Ortodoks Bizans’a ve Zerdüşti-dezdeki Sasan’lara karşı Gregoryan Türk Mezhebinin kılıcı olarak kurtarıcılığını yapan bu ailenin destanı bugün, Ön Asya Türklüğüne yayılmış olan Köroğlu destanları halinde yaşamaktadır. Bu yüzden halk arasında Köroğlu’nun yeri hep Yukarı Aras üzerinde ve en çok Kars ilinde gösterilmektedir.«

Evet bu alıntısını yaptığımız bilgilere göre Köroğlu Destanının başlangıç dönemi V. yüzyıla kadar uzanıyor. Yani Osmanlılardan, Selçuklulardan da öte demek gerekiyor. Bizim de bildiğimiz ve dinlediğimiz ne kadar anlatı varsa hemen hemen hepsi bu bilgiler çerçevesinde kalmaktadır. Dolayısıyla Eski tanımıyla Osmanlı döneminde, Livana Sancağı adıyla yönetilen bu Köroğlu Bölgesi, birinci etap Erzurum / Göle Ormanları, İkinci olarak, Kars / Göle ormanları, yeni tanımıyla Ardahan / Göle ormanları adıyla var olan bu bölge tüm haritalarda kayıtlıdır. Köroğlu Ormanları, Köroğlu Bölgesi, Köroğlu Yaylası, Köroğlu Kalası, Köroğlu Geçidi. Bu saha alabildiğine geniş bir alandır.

Bu saha, tarihsel süreç içerisinde, Erzurum, Kars, Ardahan gibi illere bağlı olarak günümüze gelmiştir. Şimdi bu saha, Ardahan ili, Göle ilçesi sınırları içinde yer almaktadır. Köroğlu orman bölgesi Yeşil Göle Ormanları içindedir. Göle ilçesi bazı haritalarda direk Köroğlu adıyla yazılıyor. Bu tür yazılı haritaları internet sayfalarında görmek mümkündür.

Şimdi Köroğlu’nun Derbent Seferinde giriş koçaklaması olarak söylenilen bir Koçaklamayı buraya alıyorum. Kendi öz koşmasında kendi kimliğini Aras Paşa’ya söylüyor. Sanırım bu koçaklama Köroğlu’nun kimliğini tanımlamak için en önemli belgedir. Daha önceleri Allıturna Dergisinde özel sayı olarak yayımladığım »Köroğlu Destanı Kars, Göle Anlatımı« başlıklı yazıda bu konuyu işlemişimdir.

Murat Beyliyem

Riva-i Köroğlu

Aras Paşa sana bir arz eyleyim
Yerim haber alsan Murat Beyli’yem
Yağı düşman benle kavga başlarsa
Misri kılınç elde gerek teyliyem

Bağ besleyip kızıl gülün dermesen
Derip derip yaylık üste sermesen
Metlebe gelmişem metleb vermesen
Sığal verip misri kılınç sovlayım

Çenlibel’den bu diyara gelmişem
Ne devlete ne de vara gelmişem
Köroğlu’yam nazlı yara gelmişem
Erzurum da mesken salan deliyem

Bu yazının içinde destansı anlatımlara, şu doğrudur bu yanlıştır demek benim işim değil. Böylesi bir sözümde yoktur. Ben her yazdığım anlatıda şunu söylüyorum, benim bulunduğum sahada, halk arasında böylesi bir anlatı var, falan kişi böyle bir destan anlatıyordu. Filan kişi şu ozandan şu koşmaları söylüyordu. Bunun dışında herhangi bir sözümün olmayacağını hep söylemişimdir.

Benim gayretim var olan bu damardan edindiğim bilgileri yazıya aktarmak ve yazın dünyasına katmak. İsteyen okuyup önem verir, isteyen hiç de okumaz. Bu benim tarihi bir görevimdir. İsteyen kabul eder, istemeyen hiç de kabul etmez ve görmemezlikten gelir. Her araştırmacıya da sonsuz saygımız vardır.

Geçmişten günümüze kadar yaşanmış olan Türk boylarında ve Türk destanlarında bazı sayıların önemle vurgulandığını görüyoruz. Ben bu sayıların tümünü yazmak yerine, konumuz olan yedi sayısını ve bu sayının nerelerde olduğunu birkaç örnekle anlatayım. Yedi sayısı, Anadolu ve bütün Türk dünyasında kutsal bilinen bir sayı olduğunu yazmalıyım.

Altay Türklerine göre ay tutulması olayı yedi başlı dev yüzündendir. Kırgız Türklerinde Kutup Yıldızı'nda bulunan "Büyük Ayıya, Yedi Bekçi" denir. Yedi sayısını yazmaya devam edelim. Soyumuz yedi göbek, gökkuşağı yedi renk, haftada yedi gün var, dünyanın yedi harikası, dünya çevresinde yedi gezegen, büyük Ayı’da yedi yıldız, Pamuk Prenseste yedi cüce, Yedi kocalı Hürmüz, yedi tepeli İstanbul, Dünyada yedi kıta var, müzikte yedi nota var. Köroğlu yedidir, Köroğlu’nun yedi kolu vardır. Yedi sefer eylemiş. Yedi kök havası »Makamı« vardır. Yedi kalası vardır. Yedi yıl hiç durmadan sefere çıkışı vardır. Toy günleri yedi gün yedi gece olur. Yedi kardeş, yedi bacı, yedi yol gibi yedi sayısıyla eş anlamlı sayarlar. Böylece en eski Köroğlu seferlerini sıralarsak. Şöyle:

Yedi devlet üstüne sefer eylemiş.

1.     İran Sasani Seferi
2.     Osmanlı İstanbul Seferi
3.     Gürcistan Seferi
4.     Hindistan Seferi
5.     Birinci Çin-i Maçin Seferi
6.     İkinci Çin-i Maçin Seferi
7.     Üçüncü Çin-i Maçin Seferi

Köroğlu’nun yedi büyük kolu vardır bunları da sırasıyla yazalım.

1.     Deli Hasan Kolu
2.     Koca Bey Kolu.
3.     Hoylu Bey Kolu
4.     Demircioğlu Erzurum Kolu
5.     Kiziroğlu Mustafa Bey Kolu
6.     Tülek Terlan Kolu
7.     Dağıstanlı Hasan Kolu

Bu kollar Köroğlu’nun yedi bin yedi yüz yetmiş yedi delisinin toplandığı bölüklerdir. İç örgütlenmelerine girmeden delilerin çeri sistemini anlatmadan biz yine sözümüzü ezgilere ve ezgi havalarına taşıyalım. Bu var olan sefer anlatımlarını ise şöyle sıralamak gerekiyor. Yine derler ki, Aslı Kerem destanının ilk anlatıcısı Kul Sofu adlı ozandır. Yani bu muhabbet destanını ilk oluşturan isim Kul Sofu isimli o büyük ozandır. Kendi yaşamı ve tüm eserleri Aslı İle Kerem destanının gölgesinde erimiştir. Dolayısıyla Aslı Kerem destanında geçen Kerem ve öteki mahlaslı ne kadar koşma varsa Kul Sofu tarafından yazılmıştır. Aslında biz Aşık Kerem isimli şiirlerin yazarının Kul Sofu olduğunu söylemeliyiz.

İkinci olarak sözünü edeceğimiz destan ise Köroğlu Destanıdır. Bu destanı ilk oluşturan isim, Aşık Cünun’dur. Dolayısıyla destan oluşumu ve içinde geçen tüm koçaklamaların yazarı Aşık Cünun’dür demek hiç de zor değil. Destan anlatımlarında bu ünlü aşığın Erzurumlu olduğu sürekli vurgulanır. Köroğlu anlatılarında Ozan Cünun adı hep vardır. Cünun adı öz olarak deli demektir. Yani bu ozan da Köroğlu’nun delilerinden birisidir.

Bilinen Köroğlu destanlarının anlatım özelliği şöyledir. Gelişen olaylar akışında bir gerekçeyle sefere çıkılır, bu seferden sonra kazanımlar Çenlibel’e getirilir ve paylaşılır. Bu dönüşün sonunda Çenlibel de büyük bir eğlence düzenlenir, eğlence anında alır sazı eline Aşık Cünun koçaklamalar söyler ve delileri eğlendirir.

Aşık Cünun ile başlayan bu Köroğlu destan anlatıları zamanla başka başka aşıkların kendilerine has anlatılarıyla bu destansı anlatımın, önemli birer anlatıcısı olarak konunun içine girmişler. Böylece seferlerde, kollarda, olaylarda, ezgilerde, koçaklamalarda çoğaldıkça çoğalmış. Öyle bir hale gelmiş ki, ne anlatılan kolları derleme olanağımız var, ne de ezgileri. Gelenek üstünden üretilen, Köroğlu koçaklama sayısını ve bu koçaklamalarla birlikte üretilen ezgi havalarının sayısını bilmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu koçaklamaların söylenebilmesi için eklenen havaların sayısı gerçekten bilinmiyor. Bilinen tek olay, çıkış itibarıyla yedi sayısıdır. Benim dinlediğim insanlar şunu derlerdi. Köroğlu yedidir. Ona göre bende yazdım ve sıraladım.

Köroğlu Destanlarında Aşık Cünun Kimliği

Aşık Cünun, 17. yüzyılın başlarında Erzurumlu bir ozan olarak yaşadığını Köroğlu Destanlarından öğreniyoruz. 17. Yüz yıl tahmini sadece Köroğlu adına oluşturulan destanlarının aşık yazınında başlangıç dönemi olarak kabul ediliyor. Yani Köroğlu destanlarının aşıklar diliyle anlatım tarihi olarak veriliyor.

Aşık Cünun Köroğlu Destanlarında Köroğlu’nun aşığı olarak aktarılıyor. Hemen hemen her Köroğlu destan kolunda bir yapı içinde görülür. Kâh, haberci, kâh sefer sonu oluşan eğlencede koçaklamalar söyleyip meclisi şenlendirir. Destan sonu şöyle bir anlatıyla bitişe geçilir. »Çenlibel’de bir şenlik oldu, beli rüzgarın gözü bele bir şenlik görmemişti. Aşık Cünun özünü yetirdi baktı ki büyük şenlikte saz söz yoktur, aldı sazı bastı sinesine. Görelim ne söyledi.«

Hay Vah Vefa

Köhne Muhammes »Güzelleme«

Hay vah vefa gocalmadın
Girdin dondan dona dünya

Sinesinde derin eller
Göçtü iller sana dünya

Ezel durdun yaranımda
Uydun şöhret şana dünya

Yüreğinde şeytan yatar
Her beşere cana dünya

Ne bir Şah'a baş eğersin
Ne Sultan'a Han'a dünya

Kurda kuşa canlı mesken
He mi de insana dünya

Cünun eyler sözün tamam
Benzersin vetana dünya

Aşık Cünun, yazılı kaynaklarda, Erzurumlu Aşık olarak görülüyor. Bazı yazılarda ise Gürünlü aşık olduğu veriliyor. Gel görkü bu iki yerde de yani ne Erzurum yöresinde ne de Gürün yöresinde Aşık Cünun şiirleri derlenmiş değil. Mevcut Cünun şiirleri Azerbaycan sahasında anlatılan Köroğlu destanlarında görülüyor. Gerçi, çok önceleri, az yukarıya aldığım »Hay Vah Vefa« başlıklı, Sofu Emmi kaynaklı bir şiiri derlenmişti. Bu şiirin aslı da Azerbaycan kaynaklıdır. Derbent Seferinde geçer Sefer dönüşü Çenlibel de düzenlenen eğlencede anlatı sonunda Aşık Cünun’un destanın bitişini belirleyen bir şiirdir. Bizim Göle yöresine de bu destansı anlatımla birlikte gelmiştir. Genelde Köhne Muhammes »Güzelleme« havasıyla okunur. Bizde böyle bilir, böyle söyleriz.

Aşık Cünun yazılı ve sözlü anlatımlara göre Köroğlu destanlarını ilk tasnif eden ve anlatan aşık olarak biliniyor. Destanların genelde halk tarafından çok benimsenip sevilmesi Aşık Cünun’un aşıklık kimliğini zaman içinde arka plana düşürmüş, destanlar içinde geçen ve kendi mahlasıyla okunan eserlerin dışında başka bir eseri günümüze ulaşmamıştır.

Belki de Aşık Cünun destanların etkinliğini görünce kendi kimliğini bu destanların içine gizlemiş olabilir diye düşünüyorum. Köroğlu’nun adına anlatılan her seferden sonra Çenlibel de kurulan şenliklerin sazıyla sözüyle tek aşığıdır. Yani Köroğlu’nun baş aşığıdır. Destanlar onun yani, Aşık Cünun’un sözleriyle biter.

Köroğlu anlatımları içinde bir de Aşık Cünun ile Köroğlu diye bir anlatım vardır. Bazı yerel kaynaklarda “Aşık Cünun’un Çenlibel’e getirilmesi” diye geçer. Bazı anlatımlarda ise, “Aşık Cünun” diye kısa bir anlatı verilir. Köroğlu baç almak istediği bir kervanda sandık içine saklanmış olarak onu bulur ve bu andan itibaren Aşık Cünun Köroğlu’nun yanında kalmayı kendi arzusuyla ister, öylece Çenlibel Kalesinde kalır. Birçok olayın içinde yer alır.

Cünun adından da anlaşılacağı gibi Aşık Cünun demek Deli demek, yani Deli aşık olayı Köroğlu’nun delilerinden biri olduğu adından da anlaşılıyor.

Karslı Aşık Murat Çobanoğlu’nun anlattığı bir Aşık Cünun destanı vardır. Ancak bu destanda normal Köroğlu destanlarında Aşık Cünun Kolu olarak yer alıyor. Yani bu anlatıda yöremize göre bir Kars çeşitlemesidir.

Gelelim Köroğlu Adıyla bilinen ve cenk havaları olarak söylenilen ve günümüz deyimiyle Köroğlu Havalarına. Bu havalar şu an bu yazının sonuna eklenmiştir toplam 165 sayısıyla belirlenmiştir. Yani benim arşivimde kayıtlı olan havalardır. Bu 165 sayısının içine değişik hava isimleri alınmamıştır. Şöyle ki, Destan anlatıcıları zaman zaman başka havalar ile çalıp söylerler. Ancak bunlar değişik olduğu için ben buraya almadım. Sadece Köroğlu adıyla ilintili olanları aldım. Birçok araştırmacının yazdığı yazılardan ve anlatılan Köroğlu destanlarından teker teker seçilip alınmıştır sonuç 165 sayısına ulaşılmıştır. Yukarıda da söylediğim gibi bu sayı normal destan içinde geçen hava isimleri de yazılsaydı daha fazla olurdu. Özellikle Köroğlu adıyla ilintili olanlar seçilmiştir.

Gelelim benim bilgilerime, yani benim çocukluğumdan bu yana dinlediğim ve o zamanki yazılarda okuduğum kadarıyla Köroğlu havalarına. Köroğlu havaları, yani Cenk havaları yedi kök havadan oluşur derler. Bu havalar Köroğlu'nun Çenlibel ’den toparlanıp sefere çıkışı ve sefer olayında savaş alanı sonra savaşı kazanma dönüş Çenlibel de eğlence ile bitiş.

Köroğlu havalarını yazmadan önce, aşık yazınında ezgiler üstünde var olan havaları ve bu havaları aktaran bir kaynak yazıyı vermeliyim. Daha sonra bu bilgilerin devamı olarak Köroğlu havalarını isim isim aktarmalıyım. Şimdi bu ana kaynak niteliğinde olan yazıyı okuyalım.

Aşıklık Geleneğinde Makamlar / Havalar

Çıkışı itibariyle bir kesinlikten söz etmek mümkün olmasa da Kuzeydoğu Anadolu aşıklık geleneğinde makamların/havaların oluşumuna ilişkin genel yaklaşım şöyle özetlenebilir:

Aşıkların çalıp söylediği her şeye hava ya da makam denir. Azerbaycan geleneğinde de hava ya da makam kavramları kullanılır. Makam temel olarak İran müziğinden aktarılmıştır. Ayrıca yerine göre avaz ya da ağız diyenler de bulunmaktadır. Hava ve makam deyimleri aynı anlamda kullanılır. Ancak İran, Erzurum, Kars, Ardahan yöresi aşıklar daha çok makam deyimini kullanmaktadırlar.

Söz Havaları

Hangi tür hava olursa olsun temelde insan sesidir. Çıkış noktası tek insan sesine dayanır.

Bu başlangıç 4 kök havadan oluşur.

1.     Dağ Havaları
2.     Oba Havaları
3.     Çoban Havaları
4.     Cenk Havaları

Söz konusu bu 4 kök havanın her biri de kendi içinde 7 havadan oluşur. Buna göre 4 kök havayla birlikte toplam 32 ana hava vardır. Öteki havalar bunların bir türevi ya da karışımlarından oluşur.

Dağ Havaları

Dağ havalarının bir diğer adı da Kerem havalarıdır. Ancak başlangıç itibariyle bu havaların çıkışı bilinen Aşık Kerem’e dayanmaz. Kerem bir dağ adıdır. Daha sonra bu dağın adını kullanan aşıklar ve bunlara bağlı hikayeler oluşmuştur.

Oba Havaları

Bir adı da çukuroba olarak bilinir. Buradaki çukur alçak yer değil, yayvan, dağınık okunan hava anlamındadır. Çukurova’yla ilgili değildir.

Çoban Havaları

Çobanlık sanatının kendine özgü geliştirdiği kök havadır. Çıkış noktası hayvan sesi, su sesi, yağmur sesi, çobanın hayvanları çağırma gibi doğaya ilişkin sesler bu havanın aslını oluşturur.

Cenk Havaları

Bireyin ve toplum kahramanlıklara ilişkin duygularını anlatan havalardır. Küroğlu, daha sonra Köroğlu havaları olarak söylense de başlangıç olarak bunlarla ilgisi yoktur.

Saz Havaları

Aşıklık geleneğinde saz havaları bazı aşıklara göre 4 koldan, bazılarına göreyse 7 koldan oluşur.

Bu geleneğin 4 koldan oluştuğunu savunan aşıklara göre temel havalar şunlardır:

1.     Divani
2.     Çukuroba
3.     Ortakök
4.     Urfani

Bazı usta aşıklar ise aşağıda sıralanan 7 havayı temel kabul ederler.

1.     Divani
2.     Urfani
3.     Dilgemi
4.     Misri
5.     Çoban Bayatı
6.     Palandöken
7.     Çukuroba

Saza yani çöğür aletine çelik tel takılması, perde takılması ve mızrap ile çalınması Anadolu aşıklarının becerisidir.

Önceleri çelik tel yerine bağırsaktan yapılan tel takılırdı. Üç tel takılır ve el ile çalınırdı.

Oyun Havaları:

Oyun havaları kök olarak üçtür.

1.     Baş Oyun Havası
2.     Orta Oyun Havası
3.     Ayak Oyun Havası

Bu oyun havaları da kendi içlerinde 7 kök hava olarak kabul edilir. Bundan da toplam 21 hava ve 3 de kök hava eklendiğinde 24 oyun havası ortaya çıkar.

Baş oyun havası olarak ses, ıslık çalmadan dolayı baş denilmiştir. Düdük, zurna,  sipsi, tulum, kaval baş oyun havaların sesi olmuştur.

Orta oyun havası, sesin olmadığı sadece hareketlerin geliştiği havalardır. Dini ayinlerin, kurban kesme, ekin biçme, avlama olayları bu kök havanın temelini oluşturmuştur.

Ayak oyun havaları el ve ayak seslerinin oluşturduğu havalardır. Vurma olayı vardır. Vurarak ses çıkartma olayı. Davul gibi vurularak çalınan aletler buradan gelir.

Şimdi Kök hava olarak cenk havaları adıyla bilinen ancak, günümüzde Küroğlu daha sonra Köroğlu adıyla söylenilen havaları yazalım.

Cenk Havaları

Bireyin ve toplum kahramanlıklarına ilişkin duygularını anlatan havalardır. Küroğlu, daha sonra Köroğlu havaları olarak söylense de başlangıç olarak bunlarla ilgisi yoktur. Cenk havaları öz olarak yedi kök havadan oluşur. Bu yedi kök havayı yazarsam şunları yazabilirim.

1.     Köroğlu Divanisi
2.     Kesme Köroğlu
3.     Meydan Köroğlu
4.     Misri Köroğlu
5.     Cengi Köroğlu
6.     Döşeme Köroğlu
7.     Köroğlu Güzellemesi (Muhammes)

Bazı araştırmacılara göre Köroğlu havaları dokuz kök havadan oluşur.

1.     Kesme Köroğlu
2.     Meydan Köroğlu
3.     Bozuğu Köroğlu. (Bozlak)
4.     Köroğlu’nun Tebil cengi havası
5.     Deli Köroğlu
6.     Misri Köroğlu
7.     Cengi Köroğlu
8.     Döşeme Köroğlu
9.     Köroğlu Güzellemesi (Muhammes)

Üçüncü bir kol olarak bazı araştırmacıları göre Köroğlu havaları on iki Kök havadan oluşur. Sırasıyla yazalım.

1.     Köroğlu Divanisi
2.     Misri Köroğlu
3.     Türkü Köroğlu
4.     Döşeme Köroğlu
5.     Urfa i Köroğlu
6.     Meydan Köroğlu
7.     Nefes almaz Köroğlu
8.     Bozuğu Köroğlu
9.     Laçını Köroğlu
10.    Köroğlu Kaytarması
11.    Ayvaz Peşrovu.
12.    Köroğlu Muhammes (Güzelleme)

Dördüncü bir anlatı olarak, Azerbaycan aşıklarının verdiği bilgilere göre Köroğlu havaları on sekiz kök havadan oluşur. Bu havalar sırasıyla şunlardır.

1.     Köroğlu Divanisi
2.     Misri Köroğlu.
3.     Döşeme Köroğlu
4.     Köroğlu Hengi.
5.     Cengi Köroğlu.
6.     Köroğlu Dübeyt.
7.     Köroğlu Geraylı.
8.     Sürütme Köroğlu.
9.     Bozgun Köroğlu
10.    Urfa i Köroğlu.
11.    Kanlı Köroğlu.
12.    Meydan Köroğlu.
13.    Deli Köroğlu.
14.    Atlı Köroğlu.
15.    Köroğlu Şikestesi.
16.    Tebil-Cengi Köroğlu.
17.    Köroğlu Kaytarması.
18.    Köroğlu Güzellemesi (Muhammes)

Beşinci bir anlatı olarak, Anadolu Halk Ozanları arasında denilse de genelde Kars, Ardahan ve Erzurum ozanları arasında yaygın olarak bilinen ve çalınıp söylenilen Köroğlu Havaları Şunlardır.

1.     Acem Köroğlu.
2.     At üstü Köroğlu.
3.     Atlı Köroğlu.
4.     Ayvaz Güzellemesi
5.     Bozuk Köroğlu Makamı (Bozuk Düzen)
6.     Cengi Köroğlu
7.     Döşeme Köroğlu.
8.     El Kaytağı Köroğlu.
9.     Erzurum Köroğlu.
10.    Kaytarma Köroğlu.
11.    Kesik Köroğlu
12.    Kırat Bozuğu (Bozlağı)
13.    Kırat Güzellemesi »Köroğlu«
14.    Kırat Semahı (Kırklar Semahı)
15.    Kiziroğlu Mustafa Bey.
16.    Köroğlu Afşarısı.
17.    Köroğlu Atlı Havası
18.    Köroğlu Barı.
19.    Köroğlu Bozuğu (Bozlağı)
20.    Köroğlu Çeşitlemesi.
21.    Köroğlu Değnek Havası (Cirit)
22.    Köroğlu Divanisi
23.    Köroğlu Döndermesi
24.    Köroğlu Halayı.
25.    Köroğlu Kartal Havası
26.    Köroğlu Kaytağısı.
27.    Köroğlu Koçaklaması
28.    Köroğlu Makamı
29.    Köroğlu Meydan Divanisi
30.    Köroğlu Muhammes (Güzelleme)
31.    Köroğlu Pehlivan Havası.
32.    Köroğlu Solağı.
33.    Köroğlu Sorağı
34.    Köroğlu Türkmen Havası (Türkmeni)
35.    Köroğlu Yiğitlemesi
36.    Köroğlu Zeybeği,
37.    Köroğlu’nun Orta Kaytağısı.
38.    Köroğlu’nun Orta Muhammes Havası.
39.    Köroğlu’nun Sarı Köyneği. (Gömleği)
40.    Köroğlu’nun Sürütmesi.
41.    Köroğlu'nun Döne'si (Barak)
42.    Misri Köroğlu.
43.    Orta Döğüş (Savaş) Köroğlu.
44.    Sert Köroğlu
45.    Türkü Köroğlu
46.    Urfayi Köroğlu
47.    Yedekli Köroğlu
48.    Yerli (Piyade) Köroğlu.
49.    Yörük Köroğlu
50.    Zincirli Köroğlu.

Bu sıralamalardan sonra, ben normal arşivimde bulunan ne kadar Köroğlu havası varsa onları seri bir şekilde yazayım. Sözün bu noktasında sadece şunu söylemek gerekiyor. Köroğlu adıyla verilen bu havaların tamamı sistem içinde cenk havalarıdır. Cenk havaları özünde birkaç alt başlığıyla vardır. Mehter marşları, normal marşlar, savaş ezgileri dahası ne kadar savaş destanları varsa bu başlık altında toparlanıyor. Onun için bütün destanların içinde geçen havalar belli bir zaman içinde Köroğlu destanlarıyla bütünleştirilmiştir. Son yıllarda Genç Osman Destanı, Mehrali Bey Destanı, Sarıkamış Destanı, Çanakkale Destanı, Kuvayi Milliye Destanı gibi daha onlarca var olan destanlar belli bir düzen içinde halk adına söz söyleyen ozanların sazından Köroğlu kollarına yansıyabiliyor.

Şimdi bunları detaylandırmadan bir kalem geçelim. Gelelim Köroğlu Destan kolların anlatımlarında bulunan havaların bilinen isimlerini sırasıyla yazmaya. Bu isimlerin tamamı cenk havalarıyla ya da Köroğlu havalarıyla ilintili olmayabilir. Ancak destan gereği ezginin söylenilmesin de değişiklikler olsun maksadıyla bazı havalar dahası rast makamı ve bu makama yakın sesli olan havaların tamamı cenk havalarıyla bütünleşmiştir. Çeşitleme olarak algılanmalıdır.

Şimdi okuyacağımız havaların tamamı Köroğlu destanlarında geçen havalardır. Bu havaların elbette ki tamamı değildir. Çünkü öz olarak cenk havaları dediğimiz yedi kök havanın türevleri ve genişleyen destan anlatıları, kendi bünyesinde yer ve yöre bakımından cenk seslenişi adına ne varsa ya da cenk havalarına yakın olanları da ister istemez kendi bünyesine katmıştır.

Ozanlar destan anlatılarını alabildiğine çoğaltınca ister istemez koçaklamalar, bu koçaklamalara bağlı olarak cenk ezgileri de genişlemiş. Sayısı bilinmeyen bir hale gelmiştir. Buyurun yazının bu bölümüne aldığım bu havaları isim isim okuyalım.

Acem Köroğlu, Ahani Havası , Arabî Köroğlu, At oynatma Havası, At üstü Köroğlu, Atalar Ahengi, Atlı Köroğlu, Ayvaz Bu Gelen Bu Gelen, Ayvaz Gelir Otağından, Ayvaz Geliyor, Ayvaz Güzellemesi, Ayvaz Peşrovu, Ayvaza İmdat Gidelim, Ayvazı Köroğlu, Ben Bir Köroğlu’yum, Bıçaklı Köroğlu Oyun Havası, Bizim Ellerin Beyleri (1), Bizim Ellerin Beyleri (2), Bozgun Köroğlu, Bozkaşı Havası, Bozlu Köroğlu, Bozuğu Köroğlu, Bozuk Köroğlu Makamı (Bozuk Düzen), Can Köroğlu, Cengi Köroğlu/Koşma, Cirit Havası, Ciritleme Köroğlu, Çanoyu Köroğlu, Çardak Halayı (Köroğlu Halayı), Çortoyu Köroğlu, Deli Köroğlu / Koşma, Demircioğlu’na Toy Tutma, Derbeder »Köhne«, Devir Değişti Köroğlu, Döşeme Köroğlu/Koşma, El Kaytağı Köroğlu, Erzurum Kılıç Barı(Köroğlu), Erzurum Köroğlu, Gitme Köroğlu, Gökçe Geraylı, Göroğlu Destanı, Güreş Tutma Havası, Heşteri Köroğlu, Hoş Geldin Ayvaz, İmran Köroğlu, İrevan Guru Havası, Kahramani Havası, Kalhozu Havası »Mert Dayanır«, Kanlı Köroğlu, Köroğlu Kartal Havası, Kaşkai Köroğlu, Kaytarma Köroğlu, Kelle Köroğlu, Kesik Köroğlu, Kesme Köroğlu, Kırat Gel, Kırat Oyunu, Kırat Semahı, Kıratım, Kıratın Tarifi, Kırklar Makamı, Koç Yiğitler Olmasaydı, Koçaklama Köroğlu, Köroğlu Nagarasi, Köceri (Koçeri), Köhne Muhammes (Güzelleme), Köroğlu Afşarısı, Köroğlu Atlı Havası (Kiziroğlu), Köroğlu Ayvaz, Köroğlu Barı, Köroğlu Behmanı, Köroğlu Bozuğu (Bozlağı), Köroğlu Cengi, Köroğlu Cenk Havası, Köroğlu Cuş Havası, Köroğlu Çambıbel, Köroğlu Çengisi, Köroğlu Çeşitlemesi, Köroğlu Çıdırı, Köroğlu Değnek Havası (Cirit), Köroğlu Demişler, Köroğlu Divanisi, Köroğlu Dubeytisi, Köroğlu El Havası, Köroğlu Gamı, Köroğlu Geraylı, Köroğlu Güzellemesi (1), Köroğlu Güzellemesi (2), Köroğlu Güzellemesi (3) »Pınar Başından Bulanır«,, Köroğlu Halayı, Köroğlu Havası, Köroğlu Hengi, Köroğlu Jandarma, Köroğlu Kars, Köroğlu Kaytağısı, Köroğlu Kaytarması / Sarıtoprak / Kaytarma Köroğlu / Şahseveni, Köroğlu Koçaklaması, Köroğlu Lalesi, Köroğlu Laylası, Köroğlu Makamı, Köroğlu Meydan İçinde, Köroğlu Muhammes Havası, Köroğlu Nağarası, Köroğlu Orta Şur, Köroğlu Pehlivan Havası, Köroğlu Raksı (1), Köroğlu Raksı (2), Köroğlu Rast, Köroğlu Sallaması, Köroğlu Sarması, Köroğlu Solağı, Köroğlu Solaklaması, Köroğlu Sorağı, Köroğlu Şikestesi, Köroğlu Teke Dağları, Köroğlu Tepebaşı/Koşma Köroğlu, Tepeler Havası, Köroğlu Toyhanası, Köroğlu Türkmen Havası (Türkmeni), Köroğlu Yallısı, Köroğlu Yayla Halayı, Köroğlu Yemenisi, Köroğlu Yiğitlemesi, Köroğlu Zeybeği, Köroğlu/Koşma, Köroğlu’nu Neyledin, Köroğlu’nun Adlandırılması, Köroğlu’nun At Oynatışı, Köroğlu’nun Döndermesi, Köroğlu’nun Orta Kaytağısı, Köroğlu’nun Orta Muhammes Havası, Köroğlu’nun Sarı Köyneği (Gömleği), Köroğlu’nun Sürütmesi, Köroğlu’nun Tebil Cengi Havası, Köroğlu’nun Telimi, Köroğlu'nun Döne'si (Barak), Kürdü Köroğlu (Haydar Havası), Küy Köroğlu, Laçını Köroğlu, Mey Köroğlu, Meydan Köroğlu, Misri Köroğlu (Behmanı)/Koşma, Nefes Almaz Köroğlu / Nefes kayıtmaz Köroğlu, Nevruzu Köroğlu, Orta Döğüş (Savaş) Köroğlu, Osmanlı Köroğlusu, Paşa Köşkü (Köroğlu), Piyade »Yerli« Köroğlu, Revan Kulu Havası, Riva-i Köroğlu, Ruba-i Köroğlu, Selam Olsun Ağalara Beylere, Sert Köroğlu, Seyran Havası, Şahsuvar Makamı, Şeva-i Gerahi Makamı, Şirvan Gerahi, Tebil-Cengi Köroğlu, Türkü Köroğlu, Urfayi Köroğlu, Yalkızlı Köroğlu, Yanşi Köroğlu, Yedekli Köroğlu, Yola Düşmek Makamı, Yol Havası (Behmani), Yorutma Köroğlu/Koşma, Yürük Köroğlu, Yörük Köroğlu, Zarbı Köroğlu/Koşma, Zincirli Köroğlu.

Bu arada havaları verirken »Köroğlu Divanisi« diye bir havadan söz ediyorum. O halde sözümüzün bu yerinde bir Köroğlu divan şiirini verelim. Bu divanın giriş dörtlüğü yok, bazı dizelerde yazım hataları, bazı dizelerde ise hece düşmeleri görülüyor. Umarım bir yerlerde bu divanın tamamı bulunur.

Buyurun Köroğlu divan şiiri:

Feryat-Nâme

»Köroğlu Divanisi«

Padişahım kıl terahhum hasbeten-lillâh içün
Hem Ahmed-i Mahmud-i hem Kasım-ı can içün
Son nefesde bir mümine nas’b-olan imân içün
Rahme gel devletlü Hünkâr, sen âzad eyle beni

Ebubekir, Ömer, Osman hem Ali, dört yâr içün
Mansur'um, pervane geldim, kabul eyle dâr içün
Gökte İsmail'e inen koç-kuzu kurban içün
Mürvet et hey Padişahım, sen âzad eyle beni

Kudüs, Medine, Arafat, ol üç kutsal şehr içün
Hacıların gözünü çağı .... nur içün
Kara donlu Kabe'yi yapan Halillullah içün
Mürvet eyle Padişahım, sen âzad eyle beni

Köroğlu eydür, gaziler, gör bu işler hak mıdır
Ben gedâyı Padişahım, bağışlamak çok mudur
Bir kulun ölmek ile dünyalar Hak mıdır
Rahme gel hey Padişahım, sen âzad eyle beni

Koçaklamalarda söz döşeme sistemine bir iki değinelim. Bütün Köroğlu koçaklamaları hece sistemine göre yazılmıştır. Bu bilinen bir gerçek. Bir olay var ki, eski Türk yazınını anımsatan izler var. Genelde Oğuz Kağan destanlarına ya da Dede Korkut destanlarındaki şiirsel yazım tarzı görülüyor. Basit haliyle olsa da görebiliyoruz. Bir küçük örnek yazmalıyım.

Kır Atın elinden babam can mı kurtulur?
Elma gözlü Kır atım benim!
Canım Kır At gözüm Kır At!
Sana olsun murat
Her yanında çifte kanat
Uçar gider, ha gider, ha gider…

Sanırım bu sistem sonradan saz ozanların diliyle yeniden düzenlenerek hece şiir sistemine uyarlanmıştır. Bence bu sistemin ne derece doğru olduğu araştırılmalı. Belki ileri bir tarihte, eski bir Köroğlu Destan el yazması bulunur bizde işin doğrusunu eğrisini öğrenmiş oluruz.

Bir başka konuyu burada yazmak gerekiyor. Azerbaycanlı ünlü operacı, besteci
Sayın Üzeyir Hacıbeyli Bey’den söz edelim. Bu ünlü Türk bestecisi birçok opera yazmıştır. Aslı Kerem Operası, Köroğlu Operası ve daha birçok opera bestesi vardır. Sanırım 1936 yılında Köroğlu operasını bestelemiştir. Bizim ülkemizde biliniyor mu hiç araştırmadım. Bu operada Köroğlu ezgileriyle bestelendiğini söylemeliyim.

Son olarak şunu söylemek gerekiyor. Artık Türk ezgileri arasında Köroğlu havalarını derleyip toparlamak gerekiyor. Gerçi Azerbaycan sahasında böylesi bir çalışmanın olduğunu biliyorum. Çok önemli sayılacak kitaplarda yazılmıştır. Ama yine de çok kapsamlı olarak ele alınmalıdır demeliyim.

Bugünden sonra şöyle bir yol izlenmeli diyorum. Köroğlu Destanı her nerede biliniyorsa oraya uzanılmalı ve tüm çeşitlemeleriyle derlenip toparlanmalı, en kapsamlı şekilde ele alınmalı. Bu işlemi yapacak bir Köroğlu Enstitüsü kurulmalı ve bu işlemleri ele almalı. Bu bizim istemimizdir demeliyim.

Aslında var olan tüm destanlar aynı ölçüde ele alınmalı ve bütünü derlenip toparlanmalı, sonra kitap halinde yayınlanmalı. 5. Temmuz 2019


Orhan Bahçıvan

Sen Kal Burda Ayrılık!

Sen Kal Burda Ayrılık! Düşünce denen bir şey vardır Beynimizin o ilkel noktasında Ya fabrikadayız ya da tarlada Ya demiri un ediyoruz Ya...