22 Mayıs 2019 Çarşamba

Anadolu Türk Halk Ezgileri Hakkında Düşüncelerim. »Birinci Yazı«.


Anadolu Türk Halk Ezgileri Hakkında Düşüncelerim.
»Birinci Yazı«.


Yine Bir Gülnihal Allı Turna Ve Diğer Ezgiler

İsim önemli değil, geçen senelerde Urfa Türküleri adına bana bir gazeli dinleyip sözlerini yazmamı istediler. Bende o gazeli dinledim ve sözlerini yazıya geçirince şunu gördüm. Bana verilen ve sözlerini yazmamı istedikleri gazel, beş beyitten oluşuyor. Bu beş beyit üç ayrı gazelden karışık dizelerle okunmuştur. Gazeli soran kişiye ne kadar anlattıysam bir türlü anlatamadım. O yine de var olan gazeli aynen alıp yazmayı tercih etti sanıyorum. Dipnot falan düşmeden. Bence derleme bu değildir. Hatalar ayrıştırılmalıdır ve dipnotla belirtilmelidir. Yazım hataları en aza indirilmelidir. Kaynak kişinin kültür yapısına göre, eserin söz dizimi ele alınmalıdır. Kaynak kişi tam olarak veriyorsa mesele yok, karışık veriyorsa bu mutlak gözden geçirilmeli ve dipnot sistemiyle anlatılmalı.

Güney Anadolu olarak bildiğimiz bölge, özellikle Antep, Urfa, Diyarbakır yöreleri bağrında Kaşkay kültürünü barındırır. Kaşkaylar bir Türk boyudur. Kaşkay kültürü Fars, Kürt ve Arap kültürüyle iç içe girince, biraz değişime uğramıştır. Bu değişiklik şu an Kaşkay kültüründe görülen eğlence sistemini sahada devam eden şekliyle yani, değişik bir başka versiyonu olarak yöreye yansımasıdır. Orta oyunları, çift mendil sallamaları, oyun figürleri olarak çift mendil tekil savrulmaları bildiğimiz Kaşkay kültürünün özüdür. Bizim ülkemizde Kerkük, Musul adıyla tanınan, bir başka adıyla da Bayır-Bucak Türkmenleri olarak bilinse de dediğim gibi bu yöre kültürü öz olarak Kaşkay kültürüdür. Bu şehirlerde derlenen halk türküleri sistem olarak Kaşkay türkülerinin günümüz, yöre ağzıyla söylenme şeklidir. Bu konuda da onlarca örnek vermek mümkündür.  Her neyse Antep, Urfa, Diyarbakır ve o yörelerde söylenilen birçok türkünün sözleri karışıktır. Ozan geleneği dışlandığı için mutfaksız yemek hazırlamak gibi bir şey.

Her yörede bir başka isimle varlığını sürdüren bu eğlence sistemi, Antep, Urfa, Diyarbakır yöresinde bilinen sıra ekipli, kebaplı, çiğ köfteli, mırralı aslına uygun sıra gecelerinin varlığını biliriz. Bildiğimiz bir başka olay daha var, bu gecelerde okunan ezgiler, dinleyicilere sıkıntı vermemesi adına kısa kısa okunur. Bazen de biri bitmeden ötekine geçilir. Geçişli yani Potpuri denilen sistem gibi. Genelde okunan ezgiler Türkçe olduğu için yerel ses olarak Kaşkay ezgilerinin devamıdır. Sistem bu kadar karışınca elde kalan görüntü neyi nerden değil, neyi ne kadar biliyorsak o kadar verilme olayıdır.

Anadolu geleneğinde var olan ve her yörenin kendi geleneğine göre bir isim vermesiyle oluşan eğlence gecelerinin isimlerini yazabilirim. Bu eğlence sisteminin adı, Antep, Urfa, Diyarbakır adıyla yazdığım bu yörede ise, sıra geceleri olarak bilinir. Sıra gecelerinde görev alan ekipler gece boyunca söylediği her türküyü tam okumazlar. Ortasından bir yerinden başlar okurlar. Bu okuma sistemleri, yeni yeni türküler üretme geleneği üstüne kurulu bir sistem değildir. Var olan türkülerin harmanlama sistemiyle karışık ve o güne uyarlanmış sözleriyle söylenilir. Bu okuma sistemi halk arasında sarhoş sistemi olarak bilinir. Yani hiçbir türkü tam ve düzgün okunmaz.

Türkü sözlerinin değiştirilerek okunduğu bir yer daha var. Bu yer askerlerin eğitim yerleridir. Yani asker ocaklarında sabah koşularında var olan türkü sözlerini değiştirerek askeri sisteme uyarlayarak okurlar. Onlarca değiştirilmiş türküyü her sabah bizde söylerdik. Bu türkülerin birisi de şuydu, »Uyandım sabah ile« ezgisi, biz bu ezginin sözlerini değişik bir şekilde söylerdik. »uyandım sabah ile koğuş kalk diye diye, Çavuş kapıyı çaldı içtimalar var diye« bu ezgi gibi onlarca ezgiyi askeri sisteme uyarlayıp öyle seslendirirdik. Adı geçen yörede ise bildiğimiz sıra gecelerinde yaptığı bu sistemi zorlamak. Çünkü biz her zaman söyledik bu sahada yani sıra gecelerinde bulunan sanatçıların genelde okuma yazma bilmedikleri ve bilseler de sadece ilkokul düzeyinde. Bu nedenle türkü sözlerini okuyarak değil kulaktan dolma yoluyla öğrenme işlemi olunca sözcükleri de hatalı anlama olayı kendiliğinden gündeme geliyor. Yani şunu demek istiyorum. İltica sözcüğünün kulaktan kulağa seslenişi irtica olarak benimsenirse olayın ciddiyeti de anlaşılmış olur.

Bırak sıradan türkülerin sözlerini düzenli okumayı, böylesi hatalı okumalarla doludur bizim ezgiler dünyası. Vadinin bu yakası böyle olunca öte yakası nasıl olur, onu düşünmek bile istemiyorum. Öte yakası derken, divan edebiyatından söz ediyorum. Bir de divan edebiyatı dilini nasıl bilecekler. Yani o anda ezginin gelişine göre uygun sözleri sallama işidir. Bu olay hem şiiri hem de kültürü yaralar.

»Ölürsem kabrime gelme istemem« özünde bir Abdullah Yüce eseridir ve »Söylemem derdimi bilme istemem« dizesiyle başlayan bu şarkı oldu Urfa türküsü ve bilmem kimin bestesi gibi her yerde o adla anılıyor. Bu komedi ne zamana kadar sürer bilemiyorum. Bildiğim bir şey bu güzelim eserlerimize yazık ediyoruz, aynı zamanda Abdullah Yüce gibi sanatçıları da harcamış oluyoruz. Bu ezgiyi başka sanatçılar şöyle okuyor.

Söylemem derdimi bilme istemem
Perişan halimi görme istemem

Akan yaşlarımı silme istemem
Acıyıp lütfedip sevme istemem

Ölürsem kabrime gelme istemem
İnim inim inle ölme istemem

Söz: Müzehher Yurdak / Müzik: Abdullah Yüce.

Bir başka türkü hakkında da bilgi vereyim. »Drama Köprüsü Bre Hasan Dardır Geçilmez« türküsünü de okumuşlar »Heyo Hasan« diye, bu tür hatalar eleştirilmezse sürekliliğini korur ve giderek yasal hale gelir. İsteyen istediği şekilde böler parçalar söyler.

Sözlerini Neyzen Tevfik’in yazdığı ve müziğini Devran Baba’nın yaptığı sevda vadisi isimli deyişin, normal seyrindeki hatalı okumaları geçelim sadece bağlantı dizelerindeki ilginç aktarımı da yazalım.

Olay şu: Neyzen Tevfik der ki:

Merhamet et halime her şey'e agahım Ali
Var mı senden başka söyle ilticagahım Ali[i]

Bu sözleri Ali Ekber Çiçek ve birçok sanatçı şöyle söylüyor.

Merhamet et halime her şeye agahım Ali
Var mı senden başka söyle irticagahım Ali

Şunu demekle yetinelim. Ali dedikleri kişi her kimse o büyük bir irtica imiş. Biz böylece irticanın kim ve ne olduğunu öğreniyoruz. Teşekkürler Ali Ekber Çiçek. İltica ile irtica arasındaki farkı bilmeyen bir sanatçı.

Böylesi bozuk okuma sistemi bu yöre ve bu sanatçılar için geçerli olduğu görülüyor. Peki benim içinde geçerli olur mu? Şimdi ben istiklal marşının ortasından bir yerinde başlayıp okursam azıcıkta değişik ses verirsem benim yöreme ait bir türkü olur mu? Lütfen bu tür hataları TRT’den temizleyiniz demeliyim. TRT bu sistemi aşmak zorundadır. Eleştiri bir kurumu diri tutar demeliyim. Demek bir yana bu bilinen bir gerçektir.

Eğer bir araştırmacı ya da derlemeci Aşık Veysel kaynaklı “Necip Bey” türküsünün “Necip Bey ile Telli Hanım” hikayesinden geçtiğini bilirse türkü her ne kadar Sivaslı Aşık Veysel dilinden derlenmiş olsa da o türkü yöresine verilmelidir. Dip not olarak kaynak Aşık Veysel Sivas derlemesi olarak yazılmalıdır. Yanı kısacası türkü yerine iade edilmelidir.

Bir de İç Anadolu yöresinde Keskin ezgisi olarak derlenmiş Hacı Taşan kaynaklı Allı Turnam olayı var ki. İçler acısı. Ezginin bir Kerem ezgisi olduğunu ben en az on kez yazmışımdır. Şu an benim arşivimde dört ayrı çeşitlemesi bulunan bu ezginin bir çeşitlemesi de Ercişli Emrah adına kayıtlı olup, yayınlanmış kitaplarda yer alıyor. Gel gör ki, halen Abdal ağzı bozuk sözlerle verilen ezgi dillere destan olmuş. Gerçek ezginin sözleri çoktan unutulmuş. Allı Turnam ezgisinin sözlerini buraya almalıyım. Çünkü bu güzel sözlerin öylesi uyduruk sözlerle yok edilmesini istemiyorum.

Allı turnam bizim ele gidersen
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle
Han Aslı'ya benden selam edersen
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle

Allı turnam hele yekin havaya
Gel döndür yönünü yeşil ovaya
Rast gelirsen benim ana babaya
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle

Allı turnam sen gidersen Aktaş'a
Selam söyle eşe dosta yoldaşa
Dertli Kerem der ki bacı kardaşa
Şeker söyle şerbet söyle bal söyle

Hiçbir ülkede okuma yazma bilmeyene, ne kadar üstün zekaya sahip olursa olsun, o kişiye ülkenin kültürünü emanet etmezler. Emanetin sahibi o işin uzmanı olmalıdır. Eğer uzman değilse, bu işin mektebi var, sen önce git bu işin mektebinde oku, diplomanı al uzmanlığını belgele ondan sonra gel derler. Okumayana ekmek yok. Olay şu, bir iş yapılırken o işin diploması alınmalı yoksa tarikat sistemi olur ki, tekkeyi bekleyen çorbayı içer mantığıyla yürütülen işler, imparatorluğa kadar gider.

Benim en çok üzüldüğüm nokta, ulusal kültür niteliğinde olan ezgilerimiz bir hata sonucu, tarikat girdisine savrulmuştur. Böylelikle o güzel ezgiler heder olup gitmiştir. Bunca makam, bunca ezgi, bunca tür silindi çöp sepetine atıldı. Sadece deyiş ve ilahi türüyle tarikat girdisinden sallanıp kaldık. Tarikat deyişlerini türkü diye bize yutturdular. Oysa türkü deyiş değildir. Deyiş tekke ibadetinde var olan bir hu çekme sistemidir. Ulusal bir niteliği yoktur. Saz deyişlere cumhuriyet döneminde eklenmiştir ve tarih olarak verebilirim 1930 yıllarına denk gelen bir dönemde eklenmiştir.

Bazı konularda örnek vermek gerekiyorsa, şunu demeliyim. Safiye Ayla, Zehra Bilir gibi o dönem sahne sanatçılarının ezgilerinde saz yoktur. Daha sonraki sanatçılarda da yoktur. Alevi, Bektaşi dediğimiz tarikat deyişlerinde de yoktur. Saz sadece ozan kültürünün bir sesidir o dönemlerde yani aşıklar saz çalıyordu.

Muzaffer Sarısözen ile başlayan koro sistemi, çok sesli değil, çok sazlı bir sistemdir. Arka planda onlarca bağlamanın aynı perdeden ses verip çalması çok seslilik değil, az önce de söylediğim gibi çok bağlamalı bir eylemdir. Bu çoğulculuk sistemi ezgilerimizi ileri bir düzeye taşımadığını biliyoruz. Ezgilerin yanında olan tüm çalgıları dışlayıp, sadece saz ve sazın da en basit sistemi olan RE karar sesi üzerinden gönül eğlendirerek tarikat seslenişiyle koca bir yüz yılı bitirdik. Gönül ister ki bu sistem tekrar geriye dönsün, ezgilerin arkasında var olan tüm çalgılar ses versin. Ben o günlerinde geleceğine inanıyorum.

Şimdi biraz gerilere gidelim. Geriler derken Köy Enstitüleri dediğimiz öğretim kurumlarına gidelim diyorum. Bu kurumlarda görev yapan, Türk Dili ve edebiyatı ile müzik öğretmenlerinin, Köy Enstitülerinde okuyan köy çocukları üstünden yaptığı ezgi, masal, öykü, söylence ve değişik konulu derlemeler, bu kurumlar kapatılınca, bu derlemeler kimlerin eline geçti ve kimler bu derlemeleri kendi adına sunum yaptı.

Bazı kişiler ödüllendirilmiştir. Bazı kişiler ise, yerel sanatçı ya da yöre ekibi adıyla değerlendirip ve bu varlığı bir türlü bilinmeyen sanatçıların ağzından derlenmiş gibi tüm ezgilere sahiplenip, hiçbir derlemesinde derleme tarihi bulunmayan bir sistemle yarattığı TRT gırtlağı kendine has bir yöntemle tüm ezgilerimizi heder etmiştir.

Ulusal kültür kendi öz benliğini dil olarak ulusal bir yapıyla sunmalıdır. En güzel Türkçeyi konuşan sanatçılar Neşet Ertaş şivesini taklit etme komikliğinden de vazgeçmelidir. Yani şunu demek istiyorum, türkülerde bu tür şehir romantizmi sevdasından vaz geçilmelidir.  Bu olay Özay Gönlüm anlatımıyla bir başka boyuta çekilmişti. Dil ulusal nitelik kazanmalı, küçük küçük kekemeliğe bulaştırılmamalıdır. Ben bu olayı bir başka yazımda da eleştirmiştim. Demiştim ki bizim kültürümüz böyle küçük küçük harmanlarla büyük harmana geçemez.

Bizim TRT verileri içinde müzik dediğimiz sistem, Türküler ve şarkılar olarak ikiye bölünmüş, böylece olay çözülmüş. Diğer müzik adları ise sadece müzik piyasasında var. Bu ikili sistem içinde yer almıyor. Dolayısıyla onlardan pek söz etmedim.

Şimdi ben sözün bu noktasında derdimi bir kez daha anlatayım istiyorum. Onlarca ses sanatçısının seslendirdiği ve az önce de benimde dinlediğim ezgi yani gazel türü bir sesleniş. »Ateşin ruhleri Yaktı bu gönlümü« dizesiyle başlayan gazel, »Yine bir Gülnihal« eserinin çürük bir kopyasıdır.

Birçok sanatçının seslendirdiği» Ateşin ruhleri Yaktı bu gönlümü«, kaynak kişi olarak Celal Güzelses diye verilen ezginin birçok internet sayfalarında sadece iki dizeden ibaret olduğunu görebilirsiniz. Dolayısıyla sözlerin tümünü yazarsanız gerçek anlaşılır, böyle bırakırsanız bir başka türkü gibi varlığını sürdürür. Bir iki dizeninde yeri değiştirilmiştir, ayak uyak sistemi ise yok edilmiştir. Sıralama sistemi olarak sese uygun döşenmiş dizeler. Şimdi sözünü ettiğim bu Şarkının sözlerini yazayım

Ateşin Ruhleri

Ateş-i ruhların yaktı şu gönlümü
El eman pek yaman nerde var bir güzel[ii]

Bu iki dizeden başka şu sözlerle de okunuyor. Hüzzam şarkı olarak. Söz müzik, Celal Güzelses olarak veriliyor. Bizim ülkemizde bir gelenek haline getirilmiş. Okuyucunun her okuduğu eserin sahibi konumundan sunulması. Dolayısıyla bir eserin şairi, bestecisi yok sayılıyor. Bu keyfiyet, yazın dünyasını çıkmazlara sürüklüyor demeliyim.

Ateşi ruhların / Yaktı şu gönlümü
Elaman pek yaman / Her zaman bir güzel

Bezmime lütfedip / Gel beyim bir gece
Korkma ben söylemem / Kimseler duymasın

Nice ben sevmiyim / Kimseden var mıdır
Böyle kaş, böyle göz / Böyle eda kimde var

Söz / Müzik: Celal Güzelses / Diyarbakır

Sözlerin verilişine dikkat edilirse, »Ölürsem kabrime gelme istemem« olayındaki gibi ortadan böl parçala ve kendine özgü anlatımla sunma olayı aynen tekrar edilmiştir. Yine bir ezginin ortasından bir yerden dizeler alınarak başka bir ezgiymiş gibi veriliyor. Bu olayı onlarca ezgide görüp dinlemek mümkündür. Bu sistem ezgilerin sözlerinde yozlaşmayı getiriyor.

Türkü diye derlenen eser bir başka eserin ortasından, kenarından çekilip seslendirilmiştir. Dolayısıyla dizeler içindeki var olan, Farsça ve Arapça sözcükler de dışlanmış yerine bazı sözler eklenmiştir. Bu sistem sıra gecelerinde oldukça sık görülen bir olaydır. Kanımca buralarda okunan ve buralardan derlenen eserler çok iyi incelenmeli yoksa gerçek eser yok oluyor böylece bu uyduruk eserler gündeme geliyor.

Hal böyle olunca hece, durak, uyak, nefes sistemi tamamen yok sayılmıştır. Oysa şiir bir sistemler birliğidir. Sözünü ettiğim gazel bir Hammamizade İsmail Dede Efendi bestesidir. Şiir ise, Saray Hekimbaşısı Halil Paşa adıyla bilinen şaire aittir. Lütfen böyle yazılması ve böyle bilinmesinde yarar vardır demeliyim.

Yine Bir Gülnihal adıyla bilinen şarkının hikayesini yazının bu bölümüne alayım istedim. Bu şarkının Şairi olan Saray Hekimbaşısı Halil Paşa ve bestecisi olan Hammamizade İsmail Dede Efendi hakkında bildiklerimizi yazalım. Hemen sonra Yine Bir Gülnihal şarkısının kısaca hikayesini yazalım. Sonra düşündüm, tekrara ne gerek var. Onlarca internet sitesinde onlarca yazarın kalemiyle yazılan bu hikaye bir de benim kalemimle tekrar tekrar yazılsın istemedim. Bunun için sadece küçük bir bilgi notuyla bu olayı aktarayım istedim. Şair ve gazel hakkında küçük bir bilgi vermeyi tercih ettim.

»Gülnihal kalfa, Sultan Abdülmecid'in hasekisi yani eşi olan Beyhan Sultan'ın yardımcılarından biridir. Hammamîzade İsmail Dede Efendi'nin değil, onun yakın dostu olan ve hastalığında ona çok iyi bakan ve onu yaptığı tedavilerle hayata döndürmüş olan Saray Hekimbaşısı Halil Paşa'nın gönlünü çalmış bir dilberdir.«[iii]

Yine Bir Gülnihal

fâ‟ilün / fâ‟ilün /fâ‟ilün /fâ‟ilün

Yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü
Sim ten gonca fem bibedel ol güzel

Ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü
Pür eda pür cefa pek küçük pek güzel

Görmedim kimsede böyle bir dilruba
Böyle kaş böyle göz böyle el böyle yüz

Aşıkın bağrını üzmeye göz süzer
El aman pek yaman her zaman ol güzel

Güfte: Saray Hekimbaşısı Halil Paşa
Beste: Hammamizade İsmail Dede Efendi

Makam: Rast / Usul: Semai

Özünde yukarıya aldığım sözler, böylesi bir sistemle sunuluyor. Oysa gazelin söz döşeme sistemine bakılınca çok acemice yazılmış bir gazel görünümünü taşıyor. Gazelde olması gereken ayak ve uyak sistemi tam değil. Kanımca sözcükler değiştirilmiştir. Gazel üstüne çok söz söylemek gerekiyor ancak ben şimdilik bunu geçiyorum. Bu yazdıklarımla şimdilik yetiniyorum demeliyim.

Bu yazının içine hatalı yazılan tüm türkü sözlerini alma olanağım olmadığı gibi, ozanlar arası çelişkileri, anonim sözlerin sahiplenilmesi gibi bir olguyu yazmadım. Gerçi Kerem mahlaslı sözlerin ve ezgilerin yani Kerem makamlarının nasıl talan edildiğini birkaç yazımda anlatmıştım onun için bu yazıda anlatma gereği duymadım.

Anonim ezgi sözlerinin bazı ozanların üstüne nasıl aktarıldığını hiç mi hiç yazmadım. Örnek 1960’lı yıllarda anonim olan onlarca koşma sihirli bazı eller tarafından nasıl bir ozana mal edildiğine değinmedim. Ezgilerde var olan zaman olayına değinme gereği bile duymadım.

Ezgi sözlerinin uyduruk hikayelerle, hatta aynı ezginin aynı yörede onlarca uyduruk hikaye ile verildiğini görüyorum. Bu tür hatalı anlatımlara birileri mutlaka dur demelidir. Bu birileri kişiler değil devlet olmalı.

Bir ezgiyi 25 kişinin üstüne nasıl noter ve mahkeme kaydıyla geçirildiğine ise hiç akıl ermiyor. Benim ulaşamadığım ve bilemediğin onlarca ezginin sözleri ise saklı kalsın. Ozanlar ve sanatçılar her zaman gönül rahatlığıyla yaşayabilirler.

»İrençberler hoşça tutun öküzü« ayak sistemiyle bilinen şiirin şu an 12 mahlas sahibine yani 12 ozanın üstüne yazıldığını bilen var mı? En ilginç olanı ise, Can Hatayi, Şah Hatai, Pir Sultan, Abdal Pir Sultan, Kul Derviş, Derviş Muhammed, Derviş Mehmed, Kul Himmet gibi mahlasların sahiplendiğini ve değişik çeşitlemelerinin olduğunu yazmalıyım. Bizim halk yazınında artık kanıksanmış bir davranış olarak varlığını gösteriyor. Bu tür yazılımları görmemezlikten gelmek bizim ayıbımızdır. Biz ne zamana kadar bu tür çelişkileri yazın dünyasında barındıracağız. Bu dönemeçten bir çıkış yolu olmalı.

Şu bir doğrudur tarikat kuralları içinde sadece kendi müritlerine seslenme yöntemi artık bitmeli. Anadolu Halk ezgileri üstünde var olan bu sistem tamamen yok edilmelidir. Gerçi bu düşüncem olanaksızdır. Böyle bir şeyin olacağını hiç mi hiç düşünmedim. Düşündüğüm bir şey var onu bu tür yazıların içinde dile getirmek. Gelecek kuşaklar mantıklı bir sorgulama yaparsa beni bu tür yazılar savunsun istiyorum.

Yüz yıldır ulus devlet geleneğiyle yaşayan bir milletiz, gel gör ki, Anadolu halk ezgilerinde bu gelenek tamamen yok edilmiştir. Yoktan var edilen tarikat sinsilesi bütün ezgilerimizi silip süpürmüştür. Anadolu’da sanki bir başka düşünce yokmuş gibi her ezgiyi tek mantıkla insanlara aktarmak hatasından geri çekilmeliyiz.

Anadolu halk ezgileri mutlaka ama mutlaka bu tarikat denilen, tekke zaviye, dergah ozanlarının köhne düşüncelerinden ayrılmalıdır. Edebiyat derslerinde böylesi bir anlatım olayı var. Yani ozan edebiyatı ve tekke edebiyatı olarak anlatırdık okullarda. Günümüzde edebiyat derslerinde böylesi bir anlatı olsa da normal ezgiler dünyasına bakıldığı zaman farklı bir görünüm var demeliyim.


Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«



[i] Neyzen Tevfik’in 12 / 12 / 1901 yılında İkrarname adıyla kaleme aldığı bir şiirdir
[ii] Hüzzam Şarkı. Söz ve müzik Celal Güzelses'e aittir. Diyarbakır Müziği ve Folkloru / Vedat Güldoğan, Kripto Kitaplar, Araştırma İnceleme Dizisi: 34, Genel Yayın No: 45, Birinci Baskı, Ankara - 2011, s.29.
[iii] Saray Hekimbaşısı Halil Paşa'nın Yaşamıyla ilgili yazıdan alınmıştır.

13 Mayıs 2019 Pazartesi

Bir Tipiye Tutulmuşuz Yaz Günü!

Bir Tipiye Tutulmuşuz Yaz Günü!


Divan-ı Kerem Dosyasına Bakıyorum!
Sonra Şu Sözü Söylüyorum:
Geçmişi Çalanların Geleceği Çalınır.

Bugünlerde biraz yorgunluk var üstümde. Çevre yanım sessizlik çemberiyle çevrilmiş. Kendimi dağ yolunda bir başına yürürken düşünüyorum. Dilimde Kerem ezgileri desem, doğruyu demiş olurum.

Kerem ezgileri dediysem öyle güllü gülistanlı ezgiler değil, tipili-boranlı ezgiler. Sahi Aşık Kerem bu tipili-boranlı ezgileri nerede, ne zaman söylemişti? Kaç tane çeşitlemesi oluşmuştu? Bu çeşitlemelerin birkaç tanesi benim arşivimde bulunuyor.

Beni bu tipili-boranlı ezgilerin içine götüren Bir Ardahan fotoğrafıdır. Göle ile Ardahan arasında Köprülü beldesi sınırları içerisinde kalan bir küçük dağ yamacı ve bu dağın yamacında kendi adıyla anılan »Kerem Kayası« kışın soğukta, yazın sıcakta ağlayan bir kaya. Yani »Kerem Dağı, Kerem Kayası«[i]

Şimdi oturmuşum bir resmin karşısına, gözlerimle resmi izliyorum, sesimle ezgileri sesleniyorum. Bu ezgiler benim yüreğime ses veriyor. »Yorgun Keremi« havasıyla sesleniyorum kendi sesimle kendi yüreğime »Bir tipiye tutulmuşuz yaz günü / Sofu Lele ben bu işe ne diyem« der demez, usulca Kerem oluyorum. Dede Kerem ve bir kayaya sığınıyorum umut diye.

Dede Kerem’de böyle yapmış Lelesi Sofi ile tipiye yakalanınca yaz günü sığınmış bir kayaya Kaya çekmiş Keremi içine, Eridikçe erimiş, Eridikçe erimiş ve çevirmiş Dede Kerem’in dört yanını, sonra Dede Kerem’in yardımına Boz Atlı Hızır gelip yetişinceye kadar sahiplenmiş, korumuş.

Bu yazıdan önce yazdığım birkaç yazıda, Dede Kerem adıyla anılan, Aşık Kerem’in şiirlerinden söz etmiştim. Yani o güzelim şiirlerin nasıl talan edildiğini karınca kararınca anlatmıştım. Sahipsiz olmak talan edilmek anlamına gelmemeli. Çünkü bu ulu ozan bizim halk edebiyatı içinde bilinen, aşık edebiyatında var olan bir isimdir. Yüzlerce çeşitlemesi olan ve destansı anlatımıyla üç kıtaya yayılan bir ulu ozandır. Diyorum ki, bu ozanın eserleri mutlaka korunmalı ve talan edilmemeli.

Son günlerde ikide bir gözüme ilişiyor, Kerem Dede’ye özgü olan bir eserin yine bir yanıyla anonim, bir diğer yanıyla bazı ozanlara mal edilmesi, kanımca hoş bir olay değildir. Yani birileri kendi hanesine aktarmış. Ben öyle düşünüyorum, diyorum ki benzek şiir yazıla bilinir, ancak mutlaka hangi şiire benzek yazılmışsa o şiir dipnot olarak verilmeli. Ya da belirtilmeli.

Başka ozanların sahiplendiği yetmezmiş gibi, birde Erzurumlu Emrah adına okunduğunu görüyorum. Oysa bu ozan Bayburtlu Emrah’tır. Çünkü insan baba yurduyla anılır. Anne yurduyla değil. Bayburtlu Emrah, özünde Tahsildar olan bu şahsın böyle tipili-boranlı bir yaşamı da yok. Sevgili peşinde gezdiği falan yok. Bunu araştırmacı yazarlar da biliyor. Öte yandan Ercişli Emrah adıyla bilinen bir Emrah daha var ki yöremizde halk dilinde var olan ezgiler bu Emrah adına aittir. Ancak, Araştırmacı Nesib Yağmurdereli* bir makalesinde Kerem koşmalarını Ercişli Emrah’a veya Aşık Sümmani adına aktarılmasına karşı çıkıyor. Anlaşılan bu aktarımlar sayın Nesib Yağmurdereli’yi de rahatsız etmişe benziyor.

Neyse burayı geçelim. Gelelim konumuza. Diğer bir yanıyla altı ya da yedi Emrah mahlaslı ozanların varlığını bilirim. Ancak Emrah mahlasıyla bilinen ozanların yaşamında böyle bir olay anımsamıyorum. Bu tipili-boranlı ses sadece Aşık Kerem destanında geçiyor. Bir anlatıya göre, »Tebriz Çeşitlemesi« Erzurum Dağı’nda[ii] Kerem’in Lelesi[iii] Sofu donarak ölüyor.[iv] Bu ölüm olayı bir şiirde şöyle aktarılıyor:

Çarkı Felek

Yürü yürü çarkı felek
Can almak sana iş oldu
Öldürdün menim Lelemi
Ağlattın gönlün hoş oldu

Soran buradan yürüdü
Zülüf gerdanı bürüdü
Ezelden derdim bir idi
Lelem öldü dert tuş oldu

Kerem diyer bu fenada
Kem almadım bu dünyada
Erzurum da virana da
Baykuş mene yoldaş oldu

Bir başka şiirde ise yine Erzurum Dağı verilir. Destan içinde geçen tüm sözleri buradan vermek isterdim, ancak konumuz o değil, konu bu olayın içinde geçen şiirlerin aktarılmasıdır.

*****
»Lelesi Erzurum dağında kalan
Kerem ahtarıram kar köyneğinde«[v]

Bir diğer çeşitlemede ise Kerem Lelesi Sofu ile tipiye yakalanınca Hızır gelip onları kurtarıyor ve Erzurum Tercan’a Mamahatun külliyesine indiriyor.[vi]

Olay şöyle:

»Aşık Kerem Lelesi Sofu ile Erzurum'dan yola çıkar. Halk arasında Kerem Dağı, Kerem Kayası diye bilinen yere gelince ki; bu yer Erzurum ile Ardahan arasındadır. Bugün o yer Halen halk arasında Kerem kayası olarak bilinir. Ansızın bir tipiye tutulur. Kerem sırtını bir kayaya verir. Kaya Kerem’i korumak amacıyla erir ve Kerem’i içine çekmeye başlar.

Bu arada Kerem Lalası sofuya seslenir:

»Lele boğulacağız benim şu sazımı ver bir türkü söyleyeyim bu tipili-boranlı, hava açılsın, dağlar bize yol versin«.[vii]

Kerem o anda bu türküyü söyler ve yardımlarına Hızır yetişir. Onları ata bindirip gerisin geri Erzurum-Tercan’a indirir. Kerem bu yerde belli bir süre hasta yatar«[viii]

Olayları böyle sıralarken sözü edilen ezginin çeşitlemelerini yazı arasında değil de, yazının sonunda vereyim istedim. En güzeli de böyle olur bence.

Bu tür yazılarımda benim şahsen amacım, hiç kimseyi suçlamak ya da yadırgamak değil. Benim amacım şunu söylemek, bu ezginin sözlerinin bir çeşitlemesi de Aşık Kerem denilen sahipsiz ozana aittir. Destan içinde aktarılışı ona özgüdür. Bu özgün anlatımı kendi yazımın içinde bana özgü anlatımla aktardım.

Birde yaz günü yöre insanlarına böylesi zor anları yaşatan bu tipili-boranlı fırtına olayına değinelim. Bizim o yörelerde Ardahan Kars ve Kafkas yöresinde tarih olarak bilinen ve Nisan ayının 20.sinde başlayan »camuşkıran« diye bir fırtına vardır sözü edilen fırtına bu fırtınadır.[ix]

Dede Kerem, dediğimiz Aşık Kerem Kuzeydoğu Anadolu topraklarında yerli ozanlar arasında yerini almış bir ozandır, bir yanıyla bu sahada geçerken ve yine bu sahada dolanırken yöre isimleri destan içinde hep anılır.

Bir Tipiye Tutulmuşuz »Yorgun Keremi« [x]

Bir tipiye tutulmuşuz yaz günü
Sofu Lele ben bu işe ne diyem
Yolum döndü geldi ikrarın sonu
Sofu Lele ben bu işe ne diyem

Seçemedim bahar ile yazımı
Felek bilmem çektiğime razı mı
Elim tutmaz çalamam ki sazımı
Sofu Lele ben bu işe ne diyem

Geçti ömrüm figan ile zar ile
Yandı yürek yandı Lele nar ile
Selam alıp veremedim yar ile
Sofu Lele ben bu işe ne diyem

Kerem Dede yad ellere atıldım
Şahoğlu'ydum köle deyi satıldım
Erzurum'da bir tipiye tutuldum
Sofu Lele ben bu işe ne diyem

Bir Tipiye Tutulmuşuz »Yorgun Keremi«

Bir tipiye tutulmuşuz bak sofu
Medet hey Allah’ım medet aman hey
İşte döndü geldi ikrarın sonu
Çevre dört yanımı sardı duman hey

Erzurum’dan çıktık hava bozuldu
Hem deftere kara yazı yazıldı
Mezarımız gurbet ele kazıldı
Kadir Mevla’m gör halimiz yaman hey

Dursun derim şu zemheri yelini
Sazak bozmuş kara sazın telini
Atam anam bekler Aslı gelini
Bulup da götürsem onu hemen hey

Kerem Dede aşk yayını bağlatan
Sevdasıyla insanları ağlatan
Aşk oduyla yüreğini dağlatan
Geldi geçti üstümüzden zaman hey

Boranlı Dağlarda »Yorgun Keremi«

Bоranlı dağlarda yоlum itirdim
Çağırıram aman felek aman hеy
Bir yanımda yağış yağar kar seper
Bir yanımda çiskin bulud duman hеy

Ahşam оldu göremmedim yоlumu
Sоyuk aldı ayağımı elimi
Gözüm altda aldım yеne ölümü
Daha yоhdu sağlığıma güman hеy

Dağlar hümmet еdin burda kalmayım
Kalırsam da kürbet еlde ölmeyim
Karı düşmenlere möhtac оlmayım
Aman felek menim halım yaman hеy

Kurdlar kuşlar yığılarlar lеşime
Bahmazlar gözümden ahan yaşıma
kürbet еlde bela geler başıma
Dоğru dönmez çerh-felek dümen hеy

Dar günümde kimse yеtmez feryada
Çоvğunun elinnen gelmişem dada
Kerem Dеde ölüm hakdı dünyada
Ahiretde karşı gelsin iman hеy

Erzurum’un Gediğine »Yorgun Keremi«[xi]

Erzrum’un gediyine varanda
Оnda dеdim kedir mövlam aman hеy
Her terefden çоvğun bоran bad eser
Tutmuş her yanımı çiskin duman hеy

Ay karanlık gidemedim yolumu
Soyuh aldı ayağımı elimi
Öz özüme farz eyledim ölümü
Hiç tutmadım sağlığıma güman hey

Çarkı felek menim ile al etti
Tuttu kulağımı dilim lal etti
Çok bezirgan üstümüzden yol etti
İndi gördüm sen kocada iman hey

Bülbül kоnar yırğaladar dalını
Ördek üzer dalğaladar gölünü
Hudam kırsın bedhahların bеlini
İnden bеle görüşe yоh güman hеy

Su duran yеrleri sоnam göl еyler
Çеşmim yaşı giribandan sеl еyler
Bezirganlar üstümüzden yоl еyler
Оnda menim halım оlar yaman hеy

İgid gerek ser mеydanda оynada
Еşk ateşin sinesinde kaynada
Her kes üçün ölüm hakdı dünyada
Tapılmaya üstlerinde cahan hеy

Kerem Dеde еşk kazanın kaynadan
Gеniş оvalarda köhlen оynadan
Feryad еdib çоh analar ağladan
Men ağlayım yana-yana aman hеy


Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«


Kerem Kayası Göle, Köprülü Beldesi.





[i] Resimleri Çeken Erkan Özçelik Köprülü Beldesi / Göle / Ardahan…
[ii] Erzurum Dağı: Bu dağın adı sonradan Kerem Dağı olarak anılıyor.
[iii] Lele: Lala, Lelesi, Lalası
[iv] Tebriz ve Azerbaycan çeşitlemelerinde geçiyor.
[v] Zelimhan Yagup şiirinden ilgili beyit.
[vi] Tercan ilçesi ve Mamahatun külliyesi şimdiki haritaya göre Erzincan’a bağlı ancak Kerem destanında Erzurum adıyla anılıyor. Tercan’da hasta yatan Aşık Kerem’in, Tercan adıyla söylediği onlarca ezgi vardır.
[vii] Destan anlatımının bu bölümünde olayın geçtiği gün ayın 14-15şi olarak veriliyor. Yani Nisan ayının 14-15 olarak kabul görür. Camuşkıran fırtınası da Nisan 20 olarak verilir. Yani böylesi bir olay geçiyor destanda.
[viii] Kerem Han Destanı: Kuzey Anadolu Çeşitlemesi...
[ix] Tarihin birinde yörede köylü birisi yazın geldiğine ve havaların ısındığını güvenerek camuşlarını dağa götürmüş. 20 Nisan tarihiyle başlayan fırtına tüm camuşların ölümüne sebep olmuş. O günden sonra bu fırtınaya Yaz fırtınası ya da camuşkıran fırtınası denilmiştir.
[x] Kerem Han Destanı: Kuzey Anadolu Çeşitlemesi…
[xi] Tebriz çeşitlemesi.
*Nesib Yağmurdereli: Eğitimci, yazar »Doğumu 1929 Tortum/ Erzurum-ölümü 1972 İstanbul.

Sen Kal Burda Ayrılık!

Sen Kal Burda Ayrılık! Düşünce denen bir şey vardır Beynimizin o ilkel noktasında Ya fabrikadayız ya da tarlada Ya demiri un ediyoruz Ya...