Yöremizde Unutulan Yerli Kültür!
Leleh Leleh Turna Sesi Yerlice[i]
Günümüz dünyasında var olan bir
konuyu anlatmaya çabalıyorum. Bana göre yazılması ve anlatılması gereken bir
konu. Yani Yerli kültürün varlığını işlemeliyiz. Yerel olarak bizim topraklarda
var olan kültürlerin niteliklerini kendi aramızda tanımlaya biliyoruz. Ancak
yazın dünyasında tanımlamamız da gerekiyor kanısındayım.
»Osmanlı kaynaklar; Arapları
[iii]
kavm-i necip, Arnavutları ve Ermenileri kavm-i sadıka, Kürtler için kavm-i asli
Oğuz Türklerini de etrak-ı bi-idrak olarak tanımlardı«.
[iv]
İşte bu »etrak-ı bi-idrak« denilen insanlar yerli kültürün sahipleridir. Bu
sözler halen geçerlidir diyebilirim.
Varlığından söz edilmeyen bir
kültürün sahiplenilmesi gerekiyor. Sanırım bu konuda görev yapan örgütler var.
Bu kurum ve kuruluşların adlarını sıralayıp yazmama gerek yok. Yazmak istediğim
konu, yöremiz topraklarında bitmek üzere olan bir kültürün sahiplenilmesidir.
Bu tür yazılarda şöylesi bir
sistem vardır: Öncelikle bilimsel olması için kaynak göstermek gerekiyor. Sonra
falan yazar şöyle yazdı, filan Prof. böyle söz etti, öteki araştırmacı böyle
söz etti diyerek, bu kişilerin yazılarından alıntılar ekleyerek yazı hazırlanır.
Ben böylesi bir çalışma istemedim. Elbette bu konuda onlarca yazı, kitap, tez
vb. çalışmalar vardır. Onlar kendi sahasında var olsunlar. Ben gözlemlediğim,
gördüğüm ve içinde yaşayan biri olarak olayları yazmalıyım.
Öncelikle Kars, Ardahan gibi bir sahada
yaşamış yöre insanı olarak, bildiğimiz, tanımladığımız şekliyle konuyu gündeme
taşıyacağım. Ben daha önce bu konuyu işleyen küçük birkaç yazı daha yazmıştım.
[v] Yöremizde
anlatılan Ardahan söylenceleri diye yazılan ve benim deyimimle yerel
söylenceler, yerel ezgiler, yerel oyunlar, orta oyunları ve daha niceleri
niceleri unutulmaya yüz tutmuştur. Ya da göçebe kültürün gölgesinde
bırakılmıştır.
Kars, Ardahan, Artvin ve çevresi
iller içinde ve dışında tek tek tespit edilen, bir tek ağız olmadığı, tam
aksine belli araştırmalar sonucu, bu illerin dışına bile taşan beş çeşit ağız
olduğunu yazarlar.
Bunları sırayla yazalım:
- Kars Yerli Ağzı
- Ardahan Yerli Ağzı
- Hanak Türkmenleri Ağzı
- Kars Azerileri Ağzı
- Kars Terekemeleri Ağzı[vi]
Böyle sıraladıktan sonra, bu
ağızlar konusunu ele alan ve en detaylı şekilde bilgiler veren araştırma
kitapları vardır. Bu konuda benimde ileri tarihlerde bir yazım olacaktır. Şunu
hemen yazmalıyım. İlk iki sırada yer alan Kars ve Ardahan yerli ağzı doğrudur.
Bu iki isim her ne kadar ayrı ayrı gösterilse de genelde yerli ağzı yani
yerlice olarak bilinir. Tek sözcükle ifade edersek Yerli ağzı diyebiliriz.
Son üç ağız yani, Türkmen, Azeri,
Terekeme olarak yazılan bu ağızlar. Göçebe ağız olup Türk dili içinde var
olduklarından dolayı, onlarda yerleşik konuma geçtikleri için, sıralamada
yerlerini almıştır.
Son yıllarda yöremizin aslen yerli
olan halkın göçe zorlanması ki, az aşağıda bu konuya değiniyorum. Dahası,
yörede yerli kültürün yok denecek kadar azalması bu üç gurubu öne taşımıştır.
Yazının içinde etken olan göçebe kültürden az da olsa söz ediyorum.
Evet, göçebe kültürün popüler
anlamda palazlanması yerli kültürü şimdilik gölgelemiş diyorum. Örnek, folklorik
oyunlarda giyilen kıyafetler yerli kültür kıyafetleri değildir. Göçebe kültürün
dayatmasıdır. Bu konuda sanat ve sanatçılar da göçebelerden oluşuyor. Bunlarda
kendi kültürlerini yerli kültür olarak dayatıyorlar. Oysa yerli kültür göçebe
kültürden daha farklıdır diyebilirim.
Ardahan yöresi halk oyunları
oynayan oyuncular, Türkmenlerin kıyafetleriyle gösteriliyor. Oysa yöremizde
Türkmenlerde bu toprakların göçmenleridir. Gönül isterdi ki, bu kostümler de
olsun yerli halkın kıyafetleri de olsun. Yerli halkın oyun ekibi de olsun. Bu
çeşitliliğe yöremiz açısından bir zenginliktir demeliyim.
Türkmenler yöremizde birkaç
guruba ayrılırlar. Maraş yöresinden gelenler olduğu gibi, Sivas yöresinde gelenlerde vardır. Yöremiz Türkmenleri genellikle kapalı bir toplum olarak
bilinirler. Pek yöre halkıyla iletişimleri yoktur. Bu nedenle kültürleri halk
arasında pek etken değildir. Yerel sanatçıları ise, bizim yöreyle bilinmezler.
Nedense hep Sivas sanatçılarıyla birlikte görülmeyi isterler. Eserleri de Sivas
yöresi eserleri arasında değer bulur. Yerel anlamda bu kültür son yıllarda
gündeme taşınır olmasına rağmen yine de yöre insanıyla pek bağları yoktur.
Günümüzde bile kapalı toplum olarak yaşamlarını sürdürüyorlar.
Yerli ozanlardan biri olan
Ahıskalı Aşık Ahdari bu konuyu
bakınız nasıl anlatmış. İşte o şiir:
Ardahan Türkmanı
Kars Eli’nde maldar yaşar
Meşe Ardahan Türkmanı
Ehli-Tarikattir coşar
Meşe Ardahan Türkmanı
Maraş Altı’ndan gelmişler
Yiğirmi köyde kalmışlar
Yaylak-Kışlakçı olmuşlar
Meşe Ardahan Türkmanı
Bekdeş Hüseyni Hayderi
Fayat Çepni Kalenderi
Aydan arı günden duru
Meşe Ardahan Türkmanı
Yazın Ulgar hem Cin Dağı
Yaylak olur alır yağı
Köylerde olur kışlağı
Meşe Ardahan Türkmanı
Meşur olur güzelleri
Sazlı sohbetli sözleri
Size kurban bu Ahdari
Meşe Ardahan Türkmanı
Dahası, Kürtler, Ermeniler,
Tatlar, Terekemeler, Malakanlar ve daha niceleri bu toprakların yerlileri
değildir. Bu topraklarda her grup kendi adıyla anılıyor olsa da Bunlara yöre
insanları dışarıdan gelenler diyor. Yani yerli halkın dışında kalanlara
»Muhacir« göçmen deniliyor. Dolayısıyla göçmenlerin kültürleri de göçmendir.
Yerli kültür değildir.
Bir başka örnek vermek
gerekiyorsa, Şeyh Şamil oyunu özünde Dağıstan yöresine ait bir oyundur.
Dağıstan folkloru içinde bilinen
Lezginka[vii] adlı bu oyun. Dağıstanlı Avar Türklerinin
halk dansıdır. Bizim Kars, Ardahan yöresine getirilmiş sonra halka
benimsetilmiştir. Bize bu oyunu öğreten eğitimciler de yerli halktan değildi.
[viii]
Kars, Ardahan oyunu olarak yıllardır oynatılan bu oyun ister istemez yerli halk
oyunlarını gölgelemiştir.
Şimdi bu yazıda detaylara inmeliyim.
Kim kimdir onu tanımlamalıyım. Sadece birkaç örnekle yazıyı sürdürelim. Şöyle
ki; yerel masalların en önemlisi Keloğlan masallarıdır. Bu masallar yerel
konumundan çoktan ayrıldı, Keloğlan yıllar önce Avrupa’ya işçi olarak göç etti.
Bu göç olayına o kadar alıştım olmalı ki, adını bilem değiştirip »
Glaskopf«
adıyla göçmenlikten kurtulup Alman olmayı başardı. Bu değişim olayına destek
sunan yazarların kulakları çınlasın derim. Ayrıca Köroğlu destanlarında da
geçer Keloğlan
. [ix] Bir başka masaldan söz etmeliyim bu
masal ise »Binbir Gece Masalları«
evet bu masallarda bu yörenin ve yerli halkın masallarıdır.
Yerli kültür içinde Köroğlu
Destanlarını bulmak olasıdır. Köroğlu derken, bu konuda çok yazıldı çok
söylenildi. Yöremizde yıllardır anlatılan Köroğlu destanları da yerel kültür
olarak bilinir. Ancak devlet Köroğlu’nu Bolu’ya taşıyınca bu kültürel anlatımda
yerel anlamda özelliğini yitirdi.
Muhabbet destanları dediğimiz
onlarca aşık anlatımı ve en önemlisi Aslı ile Kerem anlatımı yerel boyutuyla bilinen bir
destandır.[x]
Karacaoğlan Erzurum Seferi adıyla
var olan anlatımın yıllardır adından söz edilmiyor. 1952 yılında Ahmed Adnan
Saygun, Karacaoğlan, Erzurum Seferi[xi]
adıyla yayınlanmış ve öylece kalmıştır. Hiçbir zaman irdelenip incelenmemiştir.
Yasta Dur Ey
Yasta dur ey deli gönül yasta dur
Gelir diye kulaklarım seste dur
Yağmur yağar top zülüfler ısladur
Var git duman şu yaylamın
başından
Duman senin çürük işin bitmez mi
Poyraz vurup bir tarafa gitmez mi
Benim eski derdim bana yetmez mi
Var git duman şu yaylamın
başından
Yaylam seni yaylamadım yar ile
Başı boz dumanlı pare kar ile
Günlerim geçiyor ah u zar ile
Var git duman şu yaylamın
başından
Duman senin pare pare karın var
Şu benim gönlümde ahu zarım var
Benim o yaylada nazlı yarım var
Var git duman şu yaylamın
başından
Karac’oğlan Yasamal’ın başıdır
Acı poyraz eser gönül kışıdır
Soğuk değer nazlı yarı üşüdür
Var git duman şu yaylamın
başından
[xii]
Sızlanmayı bırakalım. Dert yanmak
yerine yerel kültürü anlatalım. Dağlarımız ovalarımız, köylerimiz yeni
adlarıyla bize hep yabancı oldular. Şöyle söylemek gerekiyor. Şeki, Hive gibi
köy isimlerini değiştirdiler. Bu değişimi yapanlar Şeki Hanlığı’nı
[xiii]
ve Hive Hanlığı’nı
[xiv]
bilmiyorlar demeliyim. Dahası Oğuz Çayırını,
Oğuz Yolu’nu, Oğuz Dağı’nı, Oğuz Suyu’nu
bilmiyorlar. Bilseler değiştirmezler demeliyim.
Yani, Yerlice olan ve Tüm
Destanlarda aynı adla geçen, Evliya Çelebi de belli bir bahisle anlatılan Kür Çayı’nın
adını »Kura Çayı« yazmazdılar.
Gelelim aşık edebiyatına biraz da
oradan söz edelim. Aşık edebiyatında ezgileri incelersek, bu ezgilerin kendi
aralarında, isimlendirilmesi vardır. Bu isimler içinde Yerli Divanisi, Yerli
Güzellemesi, Yerli Yanığı, Yerli Havası, Oğuzoğlu havası, Bey usulü, Kına
Havası, Cem Koşması, Acı Hava, Cefa Havası, Yanık Havası, Kesik Köroğlu, Sert
Köroğlu, Ayvaz Güzellemesi, Kerem Havaları, Derbeder bir diğer adıyla »Yerli öldüren hava«, Osmanlı Derbederi
ve benzeri havalar bir vurdumduymazlık adıyla yöreye sıkıştırılmıştır. Bir
türlü ulusal boyuta taşınamıyor. Ünü büyük sanatçılar halk türkülerinde beste
olmaz, makam olmaz diye bir yasa koymuşlar ve böylece önümüze set çekmişler.
Yöremizde halen aşık kültürü içinde varlığını sürdüren onlarca yerli makam biz buradayız diye sesleniyorlar. Sistem içinde var olduğunu bildiğimiz yerli Makamları ya da yerli havaları, »yerli gaydalar« dediğimiz ezgi türleri halen yöre aşıkları tarafından çalınıp söyleniliyor. Bu bilgileri vermekte ki amacım, yerli kültürünün halen yöremizde var olmasıdır. Yöre sanatçılarının, yörede var olan ozanların dilinde yaşadığıdır. Gerçi yöre ozanları da Yerli ozanlar değildir. Değişik kökenli insanlardır ki, bunlarında yerli kültürünün uzağında olduklarını biliyoruz. Oluşan ezgilerin sözleri Türkçe ancak ezgi yapıları ozanların öz kültürüyle oluştuğunu biliriz.
Yerel konumda tam olarak sayısı bilinmemekle birlikte, yöre aşıklarının seslendirdiği havalar genelde 200 sayısını geçiyor diyorlar. Böylesi isimler olduğu halde TRT kanallarında bu havaların varlığından hiç mi hiç söz edilmiyor. Çünkü okuma yazma bilmeyen göçebe sanatçıların elinde kalan kültürün yok oluşunu sadece seyrediyoruz.
Bir başka açıdan olaya bakarsak, Yerli tanımını halk kendi anlatımlarında
yani söylencelerinde, masallarında, destanlarında genellikle en yaygın şekliyle
fıkralarda şöyle aktarıyor.
»Bir Kürt, bir Ermeni, bir Terekeme, bir Yerli« yani, fıkralar hep
böyle başlar. Bazen farklı halklar girse de fıkraya, yine de Yerli adı
fıkraların ve tüm sözlü anlatımların içinde hep vardır.
Bir başka açıdan bakarsak, masallarda
ya da söylencelerde şöyle bir giriş vardır;
»Bu yörede hiçbir kavim ve
kabilenin adı duyulmadan, Asya göçleri dediğimiz, Kimmerler, Hazarlar, İskitler
ve daha niceleri diye saydığımız onlarca kavim kabile ismi bilinmeden, dahası,
Gürcülükten bile önceleri, Cınıvızlar »Cenevizli Romalılar« daha bu topraklarda
görülmeden, Uğuz »Oğuz« Dağı ve Uğuz Çayırı ile çevresindeki yaylalardan Uğuz
»Oğuz« denilen iri yapılı bir kavmin yaşadığından söz ederler.«
[xv]
Evet, bu topraklar tarihi bir yurt olarak Oğuz Kağan ve bu
isimle anılan kavimlerin yurdudur diyor bu toprakların yerlileri. Bu sözlerini
şöyle aktarıyorlar.»1068’ de Selçuklu sultanı Ardahan ile çevresini fethederken
buralara »Nemrut İbn Ken’an ın Yurdu« denilmesine bu kulede oturan »Nembrod«
soyundan »Kentuniler« denilen eski Oğuzların davranışı sebep olmuştur«
denilmektedir.« eski oğuzlar sadece küçük bir sahada yaşamıyordular
alabildiğine geniş topraklara yayılan bir halktı. Ağrı Dağı bile Akdağ olarak
geçer Oğuz Kağan destanında.
Benim yıllar süren türkü
derlemelerimi, Gökhan Temur ve yeğenim Selçuk Murat Kızılateş’in derlemeleri
ile birleştirerek, bizden önce derlenmiş yöre türkülerini de katarak »Ardahan Türküleri« başlığı altında hazırlanan
bu çalışmaya, Ardahan valiliğinin verdiği destekle yayınlanması bizim için
ayrıca büyük bir mutluluktur. Bu olayı gündeme taşımaktaki amaç, bu türkü
derlemelerinde genellikle yerli kaynaklar tercih edilmiştir. Amaç, yerli halkın
kültürüne destek sunmaktır.
Elbette yöre insanlarından derlemeler
yapılmıştır, ancak temel hedef yerli halk ve yerli kültürdür. Bu konuda ne kadar
başarılı olduğumuzun takdiri ise kitabı okuyanlarındır. Bunu derken, çok iyi
bildiğim bir konuyu yazmadan geçmeyeceğim. Göçmen kültürün egemen olduğu bir
sahada böylesi bir çalışma ne derece takdir görür merak ediyorum.
Peki; Yerli kültür dışında kalan
kültürler nedir onları nasıl değerlendiriyoruz. Aslında bazı küçük fıkralar bu
konuyu açıklıyor. Bu fıkraları bu yazının içine almak istemediğim için
vermiyorum. Oysa fıkralarda da işleniyor bu kültür olayları.
Yöremizi biraz ötelersek,
Azerbaycan topraklarına doğru gidersek, o sahada da aynı sorunun var olduğunu biliyorum.
Onların deyimiyle, »
Kadim Oğuz
Kabristanlığı« adıyla kaç tane kabristanlık olduğunu bilmiyorum. Ancak, benim
bildiğim bir kabristanlık vardır. İçinde »
Hacı
Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə«’nin yattığı kabristanlık
. Bu konuda Şaire
Şefa Veliyeva[xvi]
güzel bir yazı hazırlamıştı. O yazıda şöyle bir betimleme vardır.
»Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis İmrə
ziyarətgahının imamı, el arasında Nəzir əfəndi kimi hörmət qazanan Məmmədov
Nəzir Xurşud oğlu bu haqda belə deyir:
(Bu ərazidə
yaşayanlar bizim əcdadlarımız, Oğuz Türkləri olub. Qıpçaqlar sonradan gəlib,
qaynayıb-qarışmışlar. Bu kəndin camaatı bir az qoçaq, işə-gücə ərinməyən,
qorxmaz camaat olub. İşə də ürəklə yanaşıblar. O vaxt, hələ at arabası olmayan
vaxtlarda, burda əl arabaları düzəldiblər. Asan olsun deyə çiyində yük
daşıdıqları arabanı sonradan yekəldərək on nəfərin birgə işləməsinə şərait
yaradıblar. Yəni, əvvəlcə arabalar iki, dörd callı idisə, bunlar on callı araba
hazırlayıblar. Cal-arabanın altında uzanan, əl tutmaq üçün nazik ağacdan
düzəldilən çıxıntılardır. Bu araba ilə asanca çox yük daşındığını görən qonşu
kəndlər də on callı araba düzəltdirmək üçün bu kəndə gəliblər. Beləcə, yük
arabasına görə kəndə gediş-gəliş artıb, kənd də Oncallı adlanıb.)
Demək ki, qıpçaqların erkən orta əsrlərdə
Orta Asiya'dan köçündən daha əvvəl, yaşı bilinməyən bir zamanda bu kənd-Oncallı
mövcud imiş.
İndi məhz bu Oncallı kəndi, qədim Oğuz yurdu
“Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə” ziyarətgahı ilə bütün Türk dünyasından gələn
ziyarətçilərini qəbul edir.«[xvii]
Kendisine teşekkürlerimi gönderiyorum. Adı geçen yazının içinde
Şefa
Veliyeva bir başka yazıdan da söz eder.
[xviii]
Buda önemli bir yazıdır diyebilirim.
Peki diğer dediğimiz kültürler
nedir?
Yöremizde yaşayan çok çeşitli
halklar vardır, Bunlar yöre insanı tarafından bilinir. Kültürler arası kaynaşma
bir yana, farklılıklar da bilinir. İşin en güzel boyutu, çok dilli, çok sesli
türkülerin, masalların, fıkraların, destanların bulunmasıdır. Bu yöremize özgü
bir güzelliktir. Bu insanların fıkralar içindeki arkadaşlıkları kayda değer bir
olaydır. Bu arkadaşlar arasında hiç kavga yoktur.
Ancak, Yerli halkın ötesinde
kalan halkların tümü göçmen halklardır, dolayısıyla kültürleri de göçmen kültür
olarak biliniyor. Bunları sıralamaya gerek var mı bilemiyorum. Eğer bu halklar
ve kültürler yazılacaksa başka bir yazıda ele almak koşuluyla bu göçmen halkları
geçelim.
Bugün yöremizde var olan bazı türküler, masallar, fıkralar, vb. anlatılar ön planda olmasına rağmen birçoğu göçmen
kültürüdür. Yerli halkın kültürü artık konum itibarıyla yok olmakla yüz yüzedir.
Göçmenlerin yerleşik düzene geçmesi ve yerli halkın yöreyi terk etmesi
nedeniyle azınlık konumuna gelinmiştir. Horlanan, aşağılanan dahası
kültürsüzlükle suçlanan bir konumda olması bu halkı yöre dışı göçe
zorlamıştır.
[xix] Ekonomik koşullar da
unutulmamalıdır.
Zamanla bu topraklarda savaşlar
nedeniyle yöre halkının göçe zorlanması en büyük etkendir. Yerli kültürün
temsilcisi olarak bildiğimiz Posoflu Aşık Müdami’nin seslendirdiği, yani benim
onun sesinden dinlediğim, »93 Hicret Ettirme Destanı«
[xx]
bu göçlerin tarihi
bir sesidir demeliyim. Kimin yazdığı bilinmiyor. Sadece yerli halkı
göçe zorlamak ve ikna etmek için seslendirilmiş bir hicret destanıdır.
Dinle ulema sözünü
Ne durursun hicret eyle
Mümin olanlara farzdır
Ne durursun hicret eyle
Yoktur dünyanın vefası
İmandır gönlün şifası
İşitmezsin ezan sesi
Ne durursun hicret eyle
Bu fani dünya yalancı
Olmuştur bize talancı
Evladın olur davacı
Ne durursun hicret eyle
Din adına eyle gayret
Kâfirler eder zulümat
Camilerde yanmaz berat
Ne durursun hicret eyle
Göçenler alırlar murat
Din-i İslam çeker gayret
Yeter bu çektiğin mihnet
Ne durursun hicret eyle
Beş dörtlüğünü bu yazının içine
aldığım bu hicret olayı gösteriyor ki, yerli halkı o topraklardan kovma
çalışmaları her yönüyle devam etmektedir. Dün bu olay öyleydi, bugünde
böyledir. Dün bir başka gerekçeyle göçe zorlanan yerel halk, bugün bir başka
gerekçeyle yine göçe zorlanıyor.
Şimdi bir konuyu daha açalım.
Yöremizde yerli bir halk vardır. Yani biz bunlara yerli diyoruz. Bu halkın
konuştuğu dil ise Yerlicedir. Benim bir şiirimde işlemeye çalıştığım olay »Leleh Leleh Turna Sesi Yerlice« konum
olarak bu olayı gündeme taşımamdır. Ben bu dizeyi Yetim Sinan adıyla bildiğimiz
ve yerli olarak tanımladığımız bir ozanın dizelerinden aldım. Şiirin tamamı
şöyle:
Durnam Gelir
Durnam gelir katar katar
Kanadı boynunu tartar
Gece gider gündüz yatar
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare
Hemene durnam hemene
Yolun düşerse Yemen'e
Konarsan yeşil çemene
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare
Leleh leleh durna sesi
Koynumda yarin nefesi
Kırıldı gönlüm hevesi
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare
Durna gider dost elinden
Aşar dağların belinden
Yetim Sinan'ın dilinden
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare
Günümüzde yöre kültürü genelde
yerli kültürüyle tanınmaz. Göçmen kültürüyle tanınıyor. Bilinen türküler,
ozanlar, şairler yerli kültürün ötesinde bir kültürdür. Ünlü ozanlar ve
sanatçılar da aynı konumdadır…
Ben bu yazımda kimseyi
ötelemiyorum. Bu kültürler baskın kültür gibi görünse de ana kültürün yerli
kültür olduğunu söylüyorum. Bu konuda bir fıkranın son sözlerini aktararak
geçelim.
Fıkranın son sözleri şöyle:
»Cenab-ı Hakk’a sormuşlar:
“Ya Yerliyi niçin yarattın?”
Cenab-ı Hak duraklamış ve:
“Yerli diye bir kul yaratmış
değilim” diye buyurmuş«.
[xxii]
Bu fıkrada birkaç halk sırayla
soruluyor. Sonra, o halkların yöremiz
adına bilinen özellikleri sıralanıyor. En son Yerli soruluyor. Verilen yanıt
çok ilginç. Cenab-i Hak bile yerli kulunu yarattığını hatırlamıyor, Türkiye
devleti nasıl hatırlasın yerli denilen bu yerlileri.
Fazla detaylara girmeden bu
yazıyı bu soruyla bitirelim istiyorum.
»Ya Yerliyi niçin yarattın«?
Orhan Bahçıvan
[i] Benim yazdığım ve yerlileri işlemeye
çalıştığım bir şiirin başlığı…
[ii] Acem
veya Acemistan: Arapçada; Araba nispetle yabancı, gayr-i Arap manasındadır.
Ülke olarak da İran kastedilmektedir. Osmanlılara göre de İran ülkesi..
[iii] Yöremizde Araplar güney göçmenleri olarak bilinse
de, dini açıdan mevki ve mertebeleri her zaman, Nebi Torunu olarak bilinirler ve öyle tanınırlar. Örnek: Çıldırlı Aşık Şenlik'te Nebi Torunu olarak biliniyor. Bu bilgi Aşık Şenlik'in torunu Yılmaz Şenlikoğlu'ndan alınmıştır.Yöremizde İslam kültürü Hz. Osman döneminden bu yana vardır...
[iv] Bu topraklarda yetmiş iki millet yaşıyor. Yetmiş
iki millete bir nazarla bakanlar »etrak-ı bi-idrak« diye birilerine özel
bakmışlar.
[v] Anadolu ve Kafkasya Yerlileri »Otokton«…
[vi] Gazi
Üniversitesi / Kars İli Ağızları ses Bilgisi / Dr. Ahmet B. Ercılasun Ankara
1983.
[vii] Lezginka: Avar toyu, Avar raksı, Avar
Lezginkası olarak da bilinen bu oyun, Kafkasya dışında Şeyh Şamil olarak
anılır. Bir başka deyimle Şamiley adıyla anılan Lezginka, büyük bir beceri ve
ustalık isteyen bir danstır.
[viii] Bana bu dansı öğreten Kürt bir eğitimciydi.
[ix] Posoflu Aşık Müdami anlatımı Sesli kayıt
arşivimde mevcuttur…
[x] Erzurumlu Kerem Han, adıyla bilinen destansı
anlatım diyelim.
[xi] Ahmed Adnan Saygun, Karacaoğlan, Erzurum
Seferi Yeni Bilgiler / Bir Rivayet / melodiler, Ses ve Tel Birliği Ankara 1952…
[xii]Beneskirt »Peneskirt« köyüne yakın bir Yasamal Dağı vardır. Bu
dağın başından duman hiç gitmez. Ağa »Karac-oğlan, şu dağın dumanına bir türkü
söyle« diye yalvarır. O sırada iki bacısı da yanında idi. Karacaoğlan, kendine
mezar olacak dağın başında aldı sazı eline, o duman içinde bir sevdiği kalmış
gibi ağlayarak, Yasamal dağının dumanına bakalım ne dedi:
[xiii] Şeki Hanlığı (Nuha Hanlığı): Bu iki adla
bilinen hanlık 1747 tarihinde kurulmuş ve 1819'de kadar yaşamıştır. Hanlığın
arazisi kuzeybatıda Dağistan ve İlisu Sultanlığı, kuzeydoğuda Kuba Hanlığı,
batıda Gürcü Kartli-Kaheti Çarlığı ve Güneyde Karabağ Hanlığı ile
sınırdı.»Vikipedi, özgür ansiklopedi«
[xiv] Hive veya Hiva Hanlığı: Günümüz Özbekistan,
Türkmenistan ve Kazakistan sınırları içinde kalan bir alanda, 1512-1920 yılları
arasında varlığını sürdürmüş olan Özbek devleti. Buhara Hanlığı (Buhara
Emirliği) ve Kokand Hanlığı ile birlikte "Özbek üç hanlığı" olarak
anılmıştır.»Vikipedi, özgür ansiklopedi«
[xv] Uğuz »Oğuz« Çayırı Ve Uğuz Dağı Efsanesi:
Orhan Bahçıvan…
[xvi] Sədnik Paşa Pirsultanlı yaradıcılığında
Yunis İmrə məqamı, Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə... Şefa Veliyeva...
[xvii] Sədnik Paşa Pirsultanlı yaradıcılığında
Yunis İmrə məqamı, Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə... Şefa Veliyeva…
[xviii] Ayrıca bu konuyu yazanlar da vardır. »
Məşədixanım Nemət. “Azərbaycanda pirlər”. Azərbaycan Dövlət Nəşriyyat-Poliqrafiya
Birliyi. Bakı -1992. Səh. 94«
[xix] Bu konuyu içeren fıkralar, tekerlemeler,
anlatılar özellikle yazıya alınmamıştır. Osmanlılarda söylenilen» etrak-ı bi
idrak« sözü en ilginç örnektir. Halen yerli halk bu konumda görülüyor
diyebilirim.
[xx] Posoflu Aşık Müdami bu destanı Öğütleme havasıyla
seslendiriyor. Kayıt Arşivimde mevcuttur.
[xxi] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Edebiyatımızda Kars
II adlı kitabında bu şiirin 15 dörtlüğünü de yayınlamıştır. Gerekçesiyle
birlikte..
[xxii] Muzaffer Şamiloğlu »Zat-Zut, Fıkra Demeti,
1985« adlı kitabından alıntıdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder