12 Mayıs 2018 Cumartesi

Yöremizde Unutulan Yerli Kültür!

Yöremizde Unutulan Yerli Kültür!


Leleh Leleh Turna Sesi Yerlice[i]

Günümüz dünyasında var olan bir konuyu anlatmaya çabalıyorum. Bana göre yazılması ve anlatılması gereken bir konu. Yani Yerli kültürün varlığını işlemeliyiz. Yerel olarak bizim topraklarda var olan kültürlerin niteliklerini kendi aramızda tanımlaya biliyoruz. Ancak yazın dünyasında tanımlamamız da gerekiyor kanısındayım.

»Osmanlı kaynaklar; Arapları[iii] kavm-i necip, Arnavutları ve Ermenileri kavm-i sadıka, Kürtler için kavm-i asli Oğuz Türklerini de etrak-ı bi-idrak olarak tanımlardı«.[iv] İşte bu »etrak-ı bi-idrak« denilen insanlar yerli kültürün sahipleridir. Bu sözler halen geçerlidir diyebilirim.

Varlığından söz edilmeyen bir kültürün sahiplenilmesi gerekiyor. Sanırım bu konuda görev yapan örgütler var. Bu kurum ve kuruluşların adlarını sıralayıp yazmama gerek yok. Yazmak istediğim konu, yöremiz topraklarında bitmek üzere olan bir kültürün sahiplenilmesidir.

Bu tür yazılarda şöylesi bir sistem vardır: Öncelikle bilimsel olması için kaynak göstermek gerekiyor. Sonra falan yazar şöyle yazdı, filan Prof. böyle söz etti, öteki araştırmacı böyle söz etti diyerek, bu kişilerin yazılarından alıntılar ekleyerek yazı hazırlanır. Ben böylesi bir çalışma istemedim. Elbette bu konuda onlarca yazı, kitap, tez vb. çalışmalar vardır. Onlar kendi sahasında var olsunlar. Ben gözlemlediğim, gördüğüm ve içinde yaşayan biri olarak olayları yazmalıyım.

Öncelikle Kars, Ardahan gibi bir sahada yaşamış yöre insanı olarak, bildiğimiz, tanımladığımız şekliyle konuyu gündeme taşıyacağım. Ben daha önce bu konuyu işleyen küçük birkaç yazı daha yazmıştım.[v] Yöremizde anlatılan Ardahan söylenceleri diye yazılan ve benim deyimimle yerel söylenceler, yerel ezgiler, yerel oyunlar, orta oyunları ve daha niceleri niceleri unutulmaya yüz tutmuştur. Ya da göçebe kültürün gölgesinde bırakılmıştır.

Kars, Ardahan, Artvin ve çevresi iller içinde ve dışında tek tek tespit edilen, bir tek ağız olmadığı, tam aksine belli araştırmalar sonucu, bu illerin dışına bile taşan beş çeşit ağız olduğunu yazarlar.

Bunları sırayla yazalım:
  1. Kars Yerli Ağzı
  2. Ardahan Yerli Ağzı
  3. Hanak Türkmenleri Ağzı
  4. Kars Azerileri Ağzı
  5. Kars Terekemeleri Ağzı[vi]
Böyle sıraladıktan sonra, bu ağızlar konusunu ele alan ve en detaylı şekilde bilgiler veren araştırma kitapları vardır. Bu konuda benimde ileri tarihlerde bir yazım olacaktır. Şunu hemen yazmalıyım. İlk iki sırada yer alan Kars ve Ardahan yerli ağzı doğrudur. Bu iki isim her ne kadar ayrı ayrı gösterilse de genelde yerli ağzı yani yerlice olarak bilinir. Tek sözcükle ifade edersek Yerli ağzı diyebiliriz.

Son üç ağız yani, Türkmen, Azeri, Terekeme olarak yazılan bu ağızlar. Göçebe ağız olup Türk dili içinde var olduklarından dolayı, onlarda yerleşik konuma geçtikleri için, sıralamada yerlerini almıştır.

Son yıllarda yöremizin aslen yerli olan halkın göçe zorlanması ki, az aşağıda bu konuya değiniyorum. Dahası, yörede yerli kültürün yok denecek kadar azalması bu üç gurubu öne taşımıştır. Yazının içinde etken olan göçebe kültürden az da olsa söz ediyorum.

Evet, göçebe kültürün popüler anlamda palazlanması yerli kültürü şimdilik gölgelemiş diyorum. Örnek, folklorik oyunlarda giyilen kıyafetler yerli kültür kıyafetleri değildir. Göçebe kültürün dayatmasıdır. Bu konuda sanat ve sanatçılar da göçebelerden oluşuyor. Bunlarda kendi kültürlerini yerli kültür olarak dayatıyorlar. Oysa yerli kültür göçebe kültürden daha farklıdır diyebilirim.

Ardahan yöresi halk oyunları oynayan oyuncular, Türkmenlerin kıyafetleriyle gösteriliyor. Oysa yöremizde Türkmenlerde bu toprakların göçmenleridir. Gönül isterdi ki, bu kostümler de olsun yerli halkın kıyafetleri de olsun. Yerli halkın oyun ekibi de olsun. Bu çeşitliliğe yöremiz açısından bir zenginliktir demeliyim.

Türkmenler yöremizde birkaç guruba ayrılırlar. Maraş yöresinden gelenler olduğu gibi, Sivas yöresinde gelenlerde vardır. Yöremiz Türkmenleri genellikle kapalı bir toplum olarak bilinirler. Pek yöre halkıyla iletişimleri yoktur. Bu nedenle kültürleri halk arasında pek etken değildir. Yerel sanatçıları ise, bizim yöreyle bilinmezler. Nedense hep Sivas sanatçılarıyla birlikte görülmeyi isterler. Eserleri de Sivas yöresi eserleri arasında değer bulur. Yerel anlamda bu kültür son yıllarda gündeme taşınır olmasına rağmen yine de yöre insanıyla pek bağları yoktur. Günümüzde bile kapalı toplum olarak yaşamlarını sürdürüyorlar.

Yerli ozanlardan biri olan Ahıskalı Aşık Ahdari bu konuyu bakınız nasıl anlatmış. İşte o şiir:

Ardahan Türkmanı

Kars Eli’nde maldar yaşar
Meşe Ardahan Türkmanı
Ehli-Tarikattir coşar
Meşe Ardahan Türkmanı

Maraş Altı’ndan gelmişler
Yiğirmi köyde kalmışlar
Yaylak-Kışlakçı olmuşlar
Meşe Ardahan Türkmanı

Bekdeş Hüseyni Hayderi
Fayat Çepni Kalenderi
Aydan arı günden duru
Meşe Ardahan Türkmanı

Yazın Ulgar hem Cin Dağı
Yaylak olur alır yağı
Köylerde olur kışlağı
Meşe Ardahan Türkmanı

Meşur olur güzelleri
Sazlı sohbetli sözleri
Size kurban bu Ahdari
Meşe Ardahan Türkmanı

Dahası, Kürtler, Ermeniler, Tatlar, Terekemeler, Malakanlar ve daha niceleri bu toprakların yerlileri değildir. Bu topraklarda her grup kendi adıyla anılıyor olsa da Bunlara yöre insanları dışarıdan gelenler diyor. Yani yerli halkın dışında kalanlara »Muhacir« göçmen deniliyor. Dolayısıyla göçmenlerin kültürleri de göçmendir. Yerli kültür değildir.

Bir başka örnek vermek gerekiyorsa, Şeyh Şamil oyunu özünde Dağıstan yöresine ait bir oyundur. Dağıstan folkloru içinde bilinen Lezginka[vii] adlı bu oyun. Dağıstanlı Avar Türklerinin halk dansıdır. Bizim Kars, Ardahan yöresine getirilmiş sonra halka benimsetilmiştir. Bize bu oyunu öğreten eğitimciler de yerli halktan değildi.[viii] Kars, Ardahan oyunu olarak yıllardır oynatılan bu oyun ister istemez yerli halk oyunlarını gölgelemiştir.

Şimdi bu yazıda detaylara inmeliyim. Kim kimdir onu tanımlamalıyım. Sadece birkaç örnekle yazıyı sürdürelim. Şöyle ki; yerel masalların en önemlisi Keloğlan masallarıdır. Bu masallar yerel konumundan çoktan ayrıldı, Keloğlan yıllar önce Avrupa’ya işçi olarak göç etti. Bu göç olayına o kadar alıştım olmalı ki, adını bilem değiştirip »Glaskopf« adıyla göçmenlikten kurtulup Alman olmayı başardı. Bu değişim olayına destek sunan yazarların kulakları çınlasın derim. Ayrıca Köroğlu destanlarında da geçer Keloğlan. [ix] 

Bir başka masaldan söz etmeliyim bu masal ise »Binbir Gece Masalları« evet bu masallarda bu yörenin ve yerli halkın masallarıdır.

Yerli kültür içinde Köroğlu Destanlarını bulmak olasıdır. Köroğlu derken, bu konuda çok yazıldı çok söylenildi. Yöremizde yıllardır anlatılan Köroğlu destanları da yerel kültür olarak bilinir. Ancak devlet Köroğlu’nu Bolu’ya taşıyınca bu kültürel anlatımda yerel anlamda özelliğini yitirdi.

Muhabbet destanları dediğimiz onlarca aşık anlatımı ve en önemlisi Aslı ile Kerem anlatımı yerel boyutuyla bilinen bir destandır.[x] 

Karacaoğlan Erzurum Seferi adıyla var olan anlatımın yıllardır adından söz edilmiyor. 1952 yılında Ahmed Adnan Saygun, Karacaoğlan, Erzurum Seferi[xi] adıyla yayınlanmış ve öylece kalmıştır. Hiçbir zaman irdelenip incelenmemiştir.

Yasta Dur Ey

Yasta dur ey deli gönül yasta dur
Gelir diye kulaklarım seste dur
Yağmur yağar top zülüfler ısladur
Var git duman şu yaylamın başından

Duman senin çürük işin bitmez mi
Poyraz vurup bir tarafa gitmez mi
Benim eski derdim bana yetmez mi
Var git duman şu yaylamın başından

Yaylam seni yaylamadım yar ile
Başı boz dumanlı pare kar ile
Günlerim geçiyor ah u zar ile
Var git duman şu yaylamın başından

Duman senin pare pare karın var
Şu benim gönlümde ahu zarım var
Benim o yaylada nazlı yarım var
Var git duman şu yaylamın başından

Karac’oğlan Yasamal’ın başıdır
Acı poyraz eser gönül kışıdır
Soğuk değer nazlı yarı üşüdür
Var git duman şu yaylamın başından[xii]

Sızlanmayı bırakalım. Dert yanmak yerine yerel kültürü anlatalım. Dağlarımız ovalarımız, köylerimiz yeni adlarıyla bize hep yabancı oldular. Şöyle söylemek gerekiyor. Şeki, Hive gibi köy isimlerini değiştirdiler. Bu değişimi yapanlar Şeki Hanlığı’nı[xiii] ve Hive Hanlığı’nı[xiv] bilmiyorlar demeliyim. Dahası Oğuz Çayırını, Oğuz Yolu’nu, Oğuz Dağı’nı, Oğuz Suyu’nu bilmiyorlar. Bilseler değiştirmezler demeliyim.

Yani, Yerlice olan ve Tüm Destanlarda aynı adla geçen, Evliya Çelebi de belli bir bahisle anlatılan Kür Çayı’nın adını »Kura Çayı« yazmazdılar.

Gelelim aşık edebiyatına biraz da oradan söz edelim. Aşık edebiyatında ezgileri incelersek, bu ezgilerin kendi aralarında, isimlendirilmesi vardır. Bu isimler içinde Yerli Divanisi, Yerli Güzellemesi, Yerli Yanığı, Yerli Havası, Oğuzoğlu havası, Bey usulü, Kına Havası, Cem Koşması, Acı Hava, Cefa Havası, Yanık Havası, Kesik Köroğlu, Sert Köroğlu, Ayvaz Güzellemesi, Kerem Havaları, Derbeder bir diğer adıyla »Yerli öldüren hava«, Osmanlı Derbederi ve benzeri havalar bir vurdumduymazlık adıyla yöreye sıkıştırılmıştır. Bir türlü ulusal boyuta taşınamıyor. Ünü büyük sanatçılar halk türkülerinde beste olmaz, makam olmaz diye bir yasa koymuşlar ve böylece önümüze set çekmişler.

Yöremizde halen aşık kültürü içinde varlığını sürdüren onlarca yerli makam biz buradayız diye sesleniyorlar. Sistem içinde var olduğunu bildiğimiz yerli Makamları ya da yerli havaları, »yerli gaydalar« dediğimiz ezgi türleri halen yöre aşıkları tarafından çalınıp söyleniliyor. Bu bilgileri vermekte ki amacım, yerli kültürünün halen yöremizde var olmasıdır. Yöre sanatçılarının, yörede var olan ozanların dilinde yaşadığıdır. Gerçi yöre ozanları da Yerli ozanlar değildir. Değişik kökenli insanlardır ki, bunlarında yerli kültürünün uzağında olduklarını biliyoruz. Oluşan ezgilerin sözleri Türkçe ancak ezgi yapıları ozanların öz kültürüyle oluştuğunu biliriz.

Yerel konumda tam olarak sayısı bilinmemekle birlikte, yöre aşıklarının seslendirdiği havalar genelde 200 sayısını geçiyor diyorlar. Böylesi isimler olduğu halde TRT kanallarında bu havaların varlığından hiç mi hiç söz edilmiyor. Çünkü okuma yazma bilmeyen göçebe sanatçıların elinde kalan kültürün yok oluşunu sadece seyrediyoruz.

Bir başka açıdan olaya bakarsak, Yerli tanımını halk kendi anlatımlarında yani söylencelerinde, masallarında, destanlarında genellikle en yaygın şekliyle fıkralarda şöyle aktarıyor.

»Bir Kürt, bir Ermeni, bir Terekeme, bir Yerli« yani, fıkralar hep böyle başlar. Bazen farklı halklar girse de fıkraya, yine de Yerli adı fıkraların ve tüm sözlü anlatımların içinde hep vardır.

Bir başka açıdan bakarsak, masallarda ya da söylencelerde şöyle bir giriş vardır;

»Bu yörede hiçbir kavim ve kabilenin adı duyulmadan, Asya göçleri dediğimiz, Kimmerler, Hazarlar, İskitler ve daha niceleri diye saydığımız onlarca kavim kabile ismi bilinmeden, dahası, Gürcülükten bile önceleri, Cınıvızlar »Cenevizli Romalılar« daha bu topraklarda görülmeden, Uğuz »Oğuz« Dağı ve Uğuz Çayırı ile çevresindeki yaylalardan Uğuz »Oğuz« denilen iri yapılı bir kavmin yaşadığından söz ederler.«[xv]

Evet, bu topraklar tarihi bir yurt olarak Oğuz Kağan ve bu isimle anılan kavimlerin yurdudur diyor bu toprakların yerlileri. Bu sözlerini şöyle aktarıyorlar.»1068’ de Selçuklu sultanı Ardahan ile çevresini fethederken buralara »Nemrut İbn Ken’an ın Yurdu« denilmesine bu kulede oturan »Nembrod« soyundan »Kentuniler« denilen eski Oğuzların davranışı sebep olmuştur« denilmektedir.« eski oğuzlar sadece küçük bir sahada yaşamıyordular alabildiğine geniş topraklara yayılan bir halktı. Ağrı Dağı bile Akdağ olarak geçer Oğuz Kağan destanında.

Benim yıllar süren türkü derlemelerimi, Gökhan Temur ve yeğenim Selçuk Murat Kızılateş’in derlemeleri ile birleştirerek, bizden önce derlenmiş yöre türkülerini de katarak »Ardahan Türküleri« başlığı altında hazırlanan bu çalışmaya, Ardahan valiliğinin verdiği destekle yayınlanması bizim için ayrıca büyük bir mutluluktur. Bu olayı gündeme taşımaktaki amaç, bu türkü derlemelerinde genellikle yerli kaynaklar tercih edilmiştir. Amaç, yerli halkın kültürüne destek sunmaktır.

Elbette yöre insanlarından derlemeler yapılmıştır, ancak temel hedef yerli halk ve yerli kültürdür. Bu konuda ne kadar başarılı olduğumuzun takdiri ise kitabı okuyanlarındır. Bunu derken, çok iyi bildiğim bir konuyu yazmadan geçmeyeceğim. Göçmen kültürün egemen olduğu bir sahada böylesi bir çalışma ne derece takdir görür merak ediyorum.

Peki; Yerli kültür dışında kalan kültürler nedir onları nasıl değerlendiriyoruz. Aslında bazı küçük fıkralar bu konuyu açıklıyor. Bu fıkraları bu yazının içine almak istemediğim için vermiyorum. Oysa fıkralarda da işleniyor bu kültür olayları.

Yöremizi biraz ötelersek, Azerbaycan topraklarına doğru gidersek, o sahada da aynı sorunun var olduğunu biliyorum. Onların deyimiyle, »Kadim Oğuz Kabristanlığı« adıyla kaç tane kabristanlık olduğunu bilmiyorum. Ancak, benim bildiğim bir kabristanlık vardır. İçinde »Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə«’nin yattığı kabristanlık . Bu konuda Şaire Şefa Veliyeva[xvi] güzel bir yazı hazırlamıştı. O yazıda şöyle bir betimleme vardır.

»Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis İmrə ziyarətgahının imamı, el arasında Nəzir əfəndi kimi hörmət qazanan Məmmədov Nəzir Xurşud oğlu bu haqda belə deyir:

(Bu ərazidə yaşayanlar bizim əcdadlarımız, Oğuz Türkləri olub. Qıpçaqlar sonradan gəlib, qaynayıb-qarışmışlar. Bu kəndin camaatı bir az qoçaq, işə-gücə ərinməyən, qorxmaz camaat olub. İşə də ürəklə yanaşıblar. O vaxt, hələ at arabası olmayan vaxtlarda, burda əl arabaları düzəldiblər. Asan olsun deyə çiyində yük daşıdıqları arabanı sonradan yekəldərək on nəfərin birgə işləməsinə şərait yaradıblar. Yəni, əvvəlcə arabalar iki, dörd callı idisə, bunlar on callı araba hazırlayıblar. Cal-arabanın altında uzanan, əl tutmaq üçün nazik ağacdan düzəldilən çıxıntılardır. Bu araba ilə asanca çox yük daşındığını görən qonşu kəndlər də on callı araba düzəltdirmək üçün bu kəndə gəliblər. Beləcə, yük arabasına görə kəndə gediş-gəliş artıb, kənd də Oncallı adlanıb.)

Demək ki, qıpçaqların erkən orta əsrlərdə Orta Asiya'dan köçündən daha əvvəl, yaşı bilinməyən bir zamanda bu kənd-Oncallı mövcud imiş.

İndi məhz bu Oncallı kəndi, qədim Oğuz yurdu “Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə” ziyarətgahı ilə bütün Türk dünyasından gələn ziyarətçilərini qəbul edir.«[xvii]

Kendisine teşekkürlerimi gönderiyorum. Adı geçen yazının içinde Şefa Veliyeva bir başka yazıdan da söz eder.[xviii] Buda önemli bir yazıdır diyebilirim.

Peki diğer dediğimiz kültürler nedir?

Yöremizde yaşayan çok çeşitli halklar vardır, Bunlar yöre insanı tarafından bilinir. Kültürler arası kaynaşma bir yana, farklılıklar da bilinir. İşin en güzel boyutu, çok dilli, çok sesli türkülerin, masalların, fıkraların, destanların bulunmasıdır. Bu yöremize özgü bir güzelliktir. Bu insanların fıkralar içindeki arkadaşlıkları kayda değer bir olaydır. Bu arkadaşlar arasında hiç kavga yoktur.

Ancak, Yerli halkın ötesinde kalan halkların tümü göçmen halklardır, dolayısıyla kültürleri de göçmen kültür olarak biliniyor. Bunları sıralamaya gerek var mı bilemiyorum. Eğer bu halklar ve kültürler yazılacaksa başka bir yazıda ele almak koşuluyla bu göçmen halkları geçelim.

Bugün yöremizde var olan bazı türküler, masallar, fıkralar, vb. anlatılar ön planda olmasına rağmen birçoğu göçmen kültürüdür. Yerli halkın kültürü artık konum itibarıyla yok olmakla yüz yüzedir. Göçmenlerin yerleşik düzene geçmesi ve yerli halkın yöreyi terk etmesi nedeniyle azınlık konumuna gelinmiştir. Horlanan, aşağılanan dahası kültürsüzlükle suçlanan bir konumda olması bu halkı yöre dışı göçe zorlamıştır.[xix] Ekonomik koşullar da unutulmamalıdır.

Zamanla bu topraklarda savaşlar nedeniyle yöre halkının göçe zorlanması en büyük etkendir. Yerli kültürün temsilcisi olarak bildiğimiz Posoflu Aşık Müdami’nin seslendirdiği, yani benim onun sesinden dinlediğim, »93 Hicret Ettirme Destanı«[xx] bu göçlerin tarihi bir sesidir demeliyim. Kimin yazdığı bilinmiyor. Sadece yerli halkı göçe zorlamak ve ikna etmek için seslendirilmiş bir hicret destanıdır.

Hicret Destanı[xxi]

Dinle ulema sözünü
Ne durursun hicret eyle
Mümin olanlara farzdır
Ne durursun hicret eyle

Yoktur dünyanın vefası
İmandır gönlün şifası
İşitmezsin ezan sesi
Ne durursun hicret eyle

Bu fani dünya yalancı
Olmuştur bize talancı
Evladın olur davacı
Ne durursun hicret eyle

Din adına eyle gayret
Kâfirler eder zulümat
Camilerde yanmaz berat
Ne durursun hicret eyle

Göçenler alırlar murat
Din-i İslam çeker gayret
Yeter bu çektiğin mihnet
Ne durursun hicret eyle

Beş dörtlüğünü bu yazının içine aldığım bu hicret olayı gösteriyor ki, yerli halkı o topraklardan kovma çalışmaları her yönüyle devam etmektedir. Dün bu olay öyleydi, bugünde böyledir. Dün bir başka gerekçeyle göçe zorlanan yerel halk, bugün bir başka gerekçeyle yine göçe zorlanıyor.

Şimdi bir konuyu daha açalım. Yöremizde yerli bir halk vardır. Yani biz bunlara yerli diyoruz. Bu halkın konuştuğu dil ise Yerlicedir. Benim bir şiirimde işlemeye çalıştığım olay »Leleh Leleh Turna Sesi Yerlice« konum olarak bu olayı gündeme taşımamdır. Ben bu dizeyi Yetim Sinan adıyla bildiğimiz ve yerli olarak tanımladığımız bir ozanın dizelerinden aldım. Şiirin tamamı şöyle:

Durnam Gelir

Durnam gelir katar katar
Kanadı boynunu tartar
Gece gider gündüz yatar
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare

Hemene durnam hemene
Yolun düşerse Yemen'e
Konarsan yeşil çemene
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare

Leleh leleh durna sesi
Koynumda yarin nefesi
Kırıldı gönlüm hevesi
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare

Durna gider dost elinden
Aşar dağların belinden
Yetim Sinan'ın dilinden
Kalma yolundan avare
Durnam selam söyle yare

Günümüzde yöre kültürü genelde yerli kültürüyle tanınmaz. Göçmen kültürüyle tanınıyor. Bilinen türküler, ozanlar, şairler yerli kültürün ötesinde bir kültürdür. Ünlü ozanlar ve sanatçılar da aynı konumdadır…

Ben bu yazımda kimseyi ötelemiyorum. Bu kültürler baskın kültür gibi görünse de ana kültürün yerli kültür olduğunu söylüyorum. Bu konuda bir fıkranın son sözlerini aktararak geçelim.

Fıkranın son sözleri şöyle:

»Cenab-ı Hakk’a sormuşlar:
“Ya Yerliyi niçin yarattın?”
Cenab-ı Hak duraklamış ve:
“Yerli diye bir kul yaratmış değilim” diye buyurmuş«.[xxii]

Bu fıkrada birkaç halk sırayla soruluyor.  Sonra, o halkların yöremiz adına bilinen özellikleri sıralanıyor. En son Yerli soruluyor. Verilen yanıt çok ilginç. Cenab-i Hak bile yerli kulunu yarattığını hatırlamıyor, Türkiye devleti nasıl hatırlasın yerli denilen bu yerlileri.

Fazla detaylara girmeden bu yazıyı bu soruyla bitirelim istiyorum.

»Ya Yerliyi niçin yarattın«?


Orhan Bahçıvan



[i] Benim yazdığım ve yerlileri işlemeye çalıştığım bir şiirin başlığı…
[ii] Acem veya Acemistan: Arapçada; Araba nispetle yabancı, gayr-i Arap manasındadır. Ülke olarak da İran kastedilmektedir. Osmanlılara göre de İran ülkesi..
[iii] Yöremizde Araplar güney göçmenleri olarak bilinse de, dini açıdan mevki ve mertebeleri her zaman, Nebi Torunu olarak bilinirler ve öyle tanınırlar. Örnek: Çıldırlı Aşık Şenlik'te Nebi Torunu olarak biliniyor. Bu bilgi Aşık Şenlik'in torunu Yılmaz Şenlikoğlu'ndan alınmıştır.Yöremizde İslam kültürü Hz. Osman döneminden bu yana vardır...
[iv] Bu topraklarda yetmiş iki millet yaşıyor. Yetmiş iki millete bir nazarla bakanlar »etrak-ı bi-idrak« diye birilerine özel bakmışlar.
[v] Anadolu ve Kafkasya Yerlileri »Otokton«…
[vi] Gazi Üniversitesi / Kars İli Ağızları ses Bilgisi / Dr. Ahmet B. Ercılasun Ankara 1983.
[vii] Lezginka: Avar toyu, Avar raksı, Avar Lezginkası olarak da bilinen bu oyun, Kafkasya dışında Şeyh Şamil olarak anılır. Bir başka deyimle Şamiley adıyla anılan Lezginka, büyük bir beceri ve ustalık isteyen bir danstır.
[viii] Bana bu dansı öğreten Kürt bir eğitimciydi.
[ix] Posoflu Aşık Müdami anlatımı Sesli kayıt arşivimde mevcuttur…
[x] Erzurumlu Kerem Han, adıyla bilinen destansı anlatım diyelim.
[xi] Ahmed Adnan Saygun, Karacaoğlan, Erzurum Seferi Yeni Bilgiler / Bir Rivayet / melodiler, Ses ve Tel Birliği Ankara 1952…
[xii]Beneskirt »Peneskirt« köyüne yakın bir Yasamal Dağı vardır. Bu dağın başından duman hiç gitmez. Ağa »Karac-oğlan, şu dağın dumanına bir türkü söyle« diye yalvarır. O sırada iki bacısı da yanında idi. Karacaoğlan, kendine mezar olacak dağın başında aldı sazı eline, o duman içinde bir sevdiği kalmış gibi ağlayarak, Yasamal dağının dumanına bakalım ne dedi:
[xiii] Şeki Hanlığı (Nuha Hanlığı): Bu iki adla bilinen hanlık 1747 tarihinde kurulmuş ve 1819'de kadar yaşamıştır. Hanlığın arazisi kuzeybatıda Dağistan ve İlisu Sultanlığı, kuzeydoğuda Kuba Hanlığı, batıda Gürcü Kartli-Kaheti Çarlığı ve Güneyde Karabağ Hanlığı ile sınırdı.»Vikipedi, özgür ansiklopedi«
[xiv] Hive veya Hiva Hanlığı: Günümüz Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan sınırları içinde kalan bir alanda, 1512-1920 yılları arasında varlığını sürdürmüş olan Özbek devleti. Buhara Hanlığı (Buhara Emirliği) ve Kokand Hanlığı ile birlikte "Özbek üç hanlığı" olarak anılmıştır.»Vikipedi, özgür ansiklopedi«
[xv] Uğuz »Oğuz« Çayırı Ve Uğuz Dağı Efsanesi: Orhan Bahçıvan…
[xvi] Sədnik Paşa Pirsultanlı yaradıcılığında Yunis İmrə məqamı, Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə... Şefa Veliyeva...
[xvii] Sədnik Paşa Pirsultanlı yaradıcılığında Yunis İmrə məqamı, Hacı Tapdıq və Şeyx Yunis Əmrə... Şefa Veliyeva…
[xviii] Ayrıca bu konuyu yazanlar da vardır. » Məşədixanım Nemət. “Azərbaycanda pirlər”. Azərbaycan Dövlət Nəşriyyat-Poliqrafiya Birliyi. Bakı -1992. Səh. 94«
[xix] Bu konuyu içeren fıkralar, tekerlemeler, anlatılar özellikle yazıya alınmamıştır. Osmanlılarda söylenilen» etrak-ı bi idrak« sözü en ilginç örnektir. Halen yerli halk bu konumda görülüyor diyebilirim.
[xx] Posoflu Aşık Müdami bu destanı Öğütleme havasıyla seslendiriyor. Kayıt Arşivimde mevcuttur.
[xxi] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Edebiyatımızda Kars II adlı kitabında bu şiirin 15 dörtlüğünü de yayınlamıştır. Gerekçesiyle birlikte..
[xxii] Muzaffer Şamiloğlu »Zat-Zut, Fıkra Demeti, 1985« adlı kitabından alıntıdır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sarı Gelin Ezgisi!

Sarı Gelin Ezgisi! Bu dağlar Kızılgedik Dağları Vay Sinan Ölsün Sarı Gelin! Geçtim tüm kapıları ansızın Pencereleri öylece Dolaştım sokak...