Bu dağlar Kızılgedik
Dağları
Geçtim
tüm kapıları ansızın
Pencereleri
öylece
Dolaştım
sokakları yalınayak
Efkâr
dağıtan ihtiyar delikanlılara
Selam
verip
Selam
aldım usulca
Eğildim
el öptüm saygıyla
Bu
bir gelenektir.
Yaşanmış
bir gençliğin som kalıntısı
Dert
yüklü dedim güldüler
Tütün
kokan elleriyle
Tokalaştılar.
Döndüm
en ihtiyar delikanlıya
Bir
türkü söyle dedim
Bir
türkü söyle
Yeşil
Göle dinlesin
Silinsin
kulakların katmerli pası
Gülümsedi
bana her biri
Kısarak
gözlerini
Bir
çay geldi
İnce
belli İstekanla önüme
Kokusu
burnuma vurdu yutkundum
Kıtlama
şeker tabakta
Elimde
güneşin ısısı
Dilimde
çay
Dört
yanımda çocuklar
Şen
şakrak koşuşuyorlar desem
Saklambaç
oynuyorlar
Güvercinler
gibi
Uçarak
Dedim
ki gideyim
Dedim
ki artık zaman doldu
Bir
türkü bile söylemediniz
Hakkımız
saklı kalsın
Sizin
yanınızda
Dediler
o sevdalı günler bitti
O
insanlar kaderleriyle çekilip gitti
Sadece
sesleri kaldı
Sadece
ezgileri
Dedim
bizde onu istedik
Seslerini
duyalım o güzel insanların
Sizin
sesinizle birlikte
Yekindim
kalktım
Yağmur
Yasamal üstünde doldu geliyor
Bulut
yüzlü gezginlerin düşünde
Kireç
yüzlü küçük evler
Telaş
içinde
Su
sesi
Yağmur
sesi
Karışır
toprağın kokusuna
Düşer
aklıma bir Sarı Gelin ezgisi
Çözülürüm
yeşil çimen üstüne
Kanatlarım
her dem yorgun
Yüreğim
dargın.
Yağmur
Yasamal Dağı’nı geçti
Karaca
Oğlan gömütü
Islanıyor!
Duy
sesimi Sarı Gelin
Duy
sesimi
Rüzgârla
Rüzgar
ovayı dolduruyor görüyorum
Bir
telaş, bir telaş sorma gitsin
Ellerimi
cebime topluyorum
Dinlensin
diye.
Vişne
rengi bir koku
Güneşin
gölgesinde yeşeriyor
Sızıntı
gibi
Bir
çift üveyik geçti penceremin önünde
Ağladı
kanatları rüzgar üstüne
Bahçeme
konun dedim
Konmadılar.
Yağmur
damlaları öpüyor toprağın yüzünü
Dilsiz
dile gelmiş söylüyor
Karaca
Oğlan ezgisini
Yorgun
sesiyle.
Sarı Gelin şu tombul yüzlerinden
Orhan Bahçıvan, »Halis Kızılateş«